ENGELLİLER İÇİN HUTBELER



 ENGELLİLER İÇİN  HUTBELER

İLİ           : ANTALYA
AY- YIL : EKİM – 2011
TARİH    : 07.10.2011
EMEĞİN DEĞERİ
   
وَأَن لَّيْسَ لِلْإِنسَانِ إِلَّا مَا سَعَى
Değerli Mü'minler!
Allah Celle Celalüh insan neslini en güzel biçimde yaratmıştır. Bu yaratılışta bir ahenk, bir sistem ve düzen olduğunu görürüz. (1) Uzuvlarımızın esnek ve birbirini tamamlamaları, et ve kemiklerin uyumluluğu düşünüldüğünde bu yaratılıştaki güzellik bizim imanımızı güçlendirir. Allahü Teala'nın insanları başı boş yaratmadığını idrak ederek dünyanın da bu ahenk içerisinde insanların hizmetine verildiğine inanırız. Çünkü İhtiyacımız olan gıdalarımızı, eşyalarımızı, barınaklarımızı imkanlar dahilinde bu dünyada birbirimize danışarak, dayanarak, paylaşarak ve güvenerek yerine getirmeye çalışırız. İhtiyaçlarımız arttıkça birbirimize olan ihtiyacımız da o derecede artmaktadır. Dolayısıyla yardımlaşma ve paylaşmanın değerleri ücret olarak belirlenmekte, insan ilişkilerinde hak ve ödevler konusunda sorumluluklar artmaktadır.   

Değerli Kardeşlerim!
Dinimiz İslam çalışmayı, gayretli ve başarılı olmayı övmüş; tembelliği, gevşekliği, emeksiz hayata tutunmayı yermiştir. İşçinin işgücü karşılığı aldığı ücretin işçiye teri soğumadan ödenmesini emretmiş (2), gevşekliği, vurdumduymazlığı, umursamazlığı hem işçi hem de işveren açısından zem etmiştir. Çünkü işçi işinin ehli ve bilincinde olmalı, İşveren de işçiyi  kölesi zannetmemelidir. İşçi hakkı konusunda dayanışma, paylaşma önemsenmelidir. Hatta işçiyi kendi kardeşi mesabesinde görüp (3) içinde bulunduğu nimetler karşısında yaratanına karşı sorumluluklarını hatırlayıp, verilen ücretin iş gücü bedeli mi, yoksa emek değeri mi olduğunu düşünmelidir. Zira emeğin değerini, gerçek karşılığını Kur'an-ı Kerim'de Yüce Allah şöyle beyan buyurmuştur:
"Bilsin ki, insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur. Ve çalışması da ileride görülecektir. Sonra ona karşılığı tastamam verilecektir."(4)

Değerli Mü'minler!
Rabbimiz sayısız nimetler bahşetmiş (5), bu nimetler karşılığında bizlerden yalnız kulluk yapmamızı (6), yarattığı diğer varlıklara sevgi, şefkat ve saygı göstermemizi (7), hak ve ödevlerimizde saygılı olmamızı, toplumsal huzur ve barışın temini için adaletin görkemli gücünü tesis etmemizi (8), kendimize istediğimizi başkaları içinde istememizi (9), rızık olarak sahiplendiğimiz değerlerin taksimine rıza göstermemizi (10), görevlerimizi, ödevlerimizi, işlerimizi sağlam ve en iyi bir şekilde yapmamızı (11) istemiştir.

Değerli mü'minler!
 Çalışma hayatında karşılıklı sevgi, saygı, hak, hukuk ve adalet prensiplerine göre hareket edilmelidir. Çalışanın ücretini zamanında ödeyen, işçisine sevgiyle yaklaşan bir işveren; aldığı ücreti hak etmeye çalışan ve  işini en güzel şekilde ve kaliteli yapmaya çalışan işçi olmaya çalışılmalıdır. İş hayatını “sevap ve ceza görülecek imtihan” şeklinde tasavvur ederek ibadet şekline dönüştürmelidir. İnsanın makam ve mevkisi ne olursa olsun, çalışan işçi veya çalıştıran patron da olsa, sorumluluklarını iyi düşünmeli ebedi hayattaki kazancının lehine olup olmadığının hesabını nasıl vereceğini daima hatırlamalıdır.

Değerli Kardeşlerim!
            Kul hakları içerisinde zikredilen ücret dağılımının iyi hesaplanması, çıkarcılıktan, bencillikten kaçınılması zaruri görevlerimiz arasındadır. Bundan dolayı "Veren el, alan elden üstündür" hadisi şerifini unutmayarak işçilerin emeklerinin gerçek değerlerini tartışma yapmamalıdır. Unutulmamalıdır ki, ücretini kestim, vermedim, hakkını alamadı, çok çalıştırdım diyen kimselerin dünyaları çok parlak değildir. Bunlar toplumda sevilmeyen, çıkarcı kişiler olarak tanınırlar. Kısa zaman içerisinde de hırslarının bedellerini çok kötü cezalar çekerek öderler. Önemli olan geçici, fani dünya hayatını ihtiraslarla, çatışmalarla, huzursuz ve  mutsuz geçirmek değildir. Asıl ve kalıcı olan, hayatın içinde güzelliklerle hatırlanan, haklının hakkını tastamam veren, çalmayan, kırpmayan erdemli insan olmaya çalışmaktır.    



(1)  Tin 62/4
(2)   İbni Mace,Ruhûn 4
(3)   Buhari Edep 44
(4)   Necm 53/39-40-41
(5)   İbrahim 14/34
(6)   Zariyat 51/56
(7)   Müslim Fedâil 66
(8)   Nahl 16/90
(9)   Buhari İman 7;Müslim İman71
(10) Zuhruf 43/32
(11) Taberani 1/275 

Hazırlayan: Abdülmuttalip PEŞE
      Korkuteli Müftüsü


İLİ             : ANTALYA
AY-YIL    : EKİM-2011
TARİH     : 14.10.2011
ENGELLİLER VE SORUMLULUKLARIMIZ

Muhterem Müslümanlar!
“Allah katında en değerli olanınız O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır.”1 ayet-i kerimesine göre soy-sop, makam, mevki, cinsiyet, vücut azalarının tam veya noksan olması üstünlük ya da aşağılık sebebi değildir. Bir imtihan vesilesi olarak insanların bazıları zihinsel veya bedensel engelli olabilir. (Bu durumdaki kardeşlerimizle aynı mekânı, aynı hayatı paylaşmaktayız.)
Günlük hayatımızda kullanılan eşya, araç ve iş makineleri çeşitliliğinin artması buna bağlı olarak kazaların çoğalmasına sebebiyet vermiştir. Bu durum toplumumuzda engelli sayısının artmasına yol açmıştır. Engelli kardeşlerimizin büyük bir çoğunluğu sağlıklı iken geçirdiği kaza veya hastalık sonucu engelli durumuna düşmüştür. Şunu iyi bilmeliyiz ki; sağlıklı her birey aynı zamanda engelli adayıdır. Çünkü ne zaman, nerede nasıl bir olayla karşılaşacağımızı hiçbirimiz bilemeyiz.
Değerli Mü’minler!
Kamil bir mümin her durumda tedbirini alır. Aldığı tedbirlere rağmen kendisine bir musibet gelir, vücudunda ruhsal veya bedensel arıza olursa, onu kendisine yüce Allah tarafından verilen bir imtihan vesilesi olarak kabul eder. Engelli duruma düştüğünden dolayı asla isyan etmez, tevekkül göstererek sabreder. Herkesin malumudur ki imanın şartlarından biri de hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğine inanmaktır.
Yüce Rabbimiz ayet-i kerimede: “Onlar; başlarına bir musibet gelince, ‘Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz’ derler.” buyurarak, belaya duçar olanın sabretmesi karşısında imtihanı kazanacağının müjdesini vermektedir.
Toplum içerisinde engelli insanlarımızla iletişimimizi kolaylaştırmak için empati yolunu denemekte fayda vardır. Kendimizi engelli insanların yerine koymalı ve aynı durumda biz olsaydık başkalarından nasıl bir tavır beklerdik, bunu samimi olarak düşünmeliyiz.
Engelli kardeşlerimizi alay ve eğlence konusu yapmak, onları üzecek, rencide edecek tutum ve davranışlara yüce dinimiz asla müsaade etmez. Bizler de onlara karşı yanlış davranışlarda bulunmadığımız gibi, incitici davrananlara da müsaade etmemeliyiz. İnsanların şeref ve haysiyetini rencide edici söz ve davranışlar Müslümanlara asla ve asla yakışmaz. Engelli kardeşinin özrü ile dalga geçen, taklidini yapan, onları aşağılayan kimseler Yüce Rabbimizin şu ikazını unutmasınlar; “Ey iman edenler! Bir topluluk bir diğerini alaya almasın. Belki de alay edilenler, alay edenlerden daha hayırlıdırlar…”3
Aziz Kardeşlerim!
Engelli kardeşlerimiz de bizden bir parçadır. Onlara garip gözle bakmak, kendilerini engellerinden daha fazla incitir. Onları topluma kazandırıp, iş ve meslek sahibi yaparak verimli bir hale getirmek hepimizin görevidir. Engelli insanlarımıza ve onların bakımı ile yakından ilgilenen ailelere ve kurumlara maddi ve manevi yönden yardımcı olmalıyız. İhtiyaçlarını karşılayıp, engellilere ve yakınlarına moral vererek hayır dualarını almalıyız. Engellilere karşı güzel davranışlar, Allah (cc)’ın vermiş olduğu sağlık ve afiyet nimetini bizlere en güzel şekilde hatırlatır ve Rabbimize içtenlikle şükretmemize vesile olur. Yüce Rabbim hepimize bela ve musibetlerden uzak, sağlık, afiyet içerisinde hayırlı ömürler nasip etsin.


1-Hucurat  49/13

2-Bakara   2/156

3-Hucurat  49/11
Hazırlayan: Enes MÜSLÜMOĞLU
Gündoğmuş Müftüsü













İLİ             : GENEL
AY-YIL     : EKİM - 2011
TARİH      : 21/10/2011
                  
AZÎZ ŞEHİTLERİMİZE…
       Bir cenaze gördüğü zaman “Sen git, biz de geliyoruz…” derdi  Ebu’d-Derda’ hazretleri…

       Kardeşlerim!
       Cenazelerimiz, bizim istikbalimizdir. Bugün biz onları uğurlarız; yarın da başka kardeşlerimiz ilahî rahmetin kucağına tevdi ederler bizi. Uğurladıklarımız arasında öyleleri var ki, biz onlara ölü demeyiz. Çünkü onlar şehitlerimizdir. Biz onlara ölü demesek de, diyemesek de, acılarını kalbimizin ta derinliklerinde yaşarız. Onlar bizim babamızdır, kardeşimizdir, eşimizdir, evladımızdır. Onlar bu ülkenin doğusundan, batısından, köyünden veya kentindendir. Kim olurlarsa olsunlar, nereli olurlarsa olsunlar, onların her biri, hepimizin şehididirler. Bu toprakların üzerine bir damla şehit kanı düştü mü, acısı bütün vatanı sarar, ıstırap bütün milletin yüreğini sızlatır.

       Kardeşlerim!
       Biz her bir şehidimizin acısını ayrı ayrı duyarız. Her şehid haberiyle yüreğimizden bir parçanın daha koptuğunu hissederiz. Biliriz ki; “Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır” inancı acımızı hafifleten teselli kaynağımızdır. Bu yüzden feryat etmeyiz, bağırıp çağırmayız, taşkınlık yapmayız, alkışlarla, tezahüratlarla cenazelerimizi gösteriye çevirmeyiz. Acımız ve öfkemiz, bizi vakarımızdan, ağırbaşlılığımızdan uzaklaştırmaz. Öteden beri biz, şehitlerimizi, bir büyük milletin uğurlayışıyla uğurlarız: Tıpkı Rasulullah (s.a.s.)’ın ve onun sahâbilerinin yaptığı gibi. Onlar nice şehitlerini toprağın bağrına verdiler de mü'mine yakışan vakar ve olgunluktan asla taviz vermediler.

      Kardeşlerim!
       Bizler şehitlerimize dua ederken, onlardan da müjde alırız. Zira onlar, Allah’ın kendilerine vaat ettiği müjdeye kavuşmuş, bunu bizzat görmüş, ebedî saadetin nimetlerini bilfiil tatmaya başlamışlardır. Çünkü onlar “Allah yolunda öldürülenleri ölü sayma. Onlar hayattalar ve Rablerinin katında rızıklanıyorlar. Allah’ın kereminden onlara bağışladığı nimetlerin mutluluğu içinde, arkalarında olup da henüz kendilerine katılmamış kardeşlerine, onlar için hiçbir korku olmayacağını ve hiçbir şey için üzülmeyeceklerini müjdeliyorlar…”1 İlâhi kelamının muhatabı ve “Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine vereceği cennet karşılığında satın almıştır…”2 beşâretinin güzide temsilcileridir.

Rahmet Peygamberi ise; “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda savaşıp öldürülmeyi, sonra diriltilip yine öldürülmeyi, sonra diriltilip yine öldürülmeyi ne kadar çok isterdim.”3 buyurarak şehitliğin yüceliğine işaret etmiştir.

        Kardeşlerim!
        Son günlerde güvenlik güçlerimizi hedef alan menfur saldırılar neticesinde şehit olan evlatlarımıza Cenab-ı Hak’tan sonsuz rahmet, yaralılara acil şifalar, kederli ailelerine, yakınlarına, sevenlerine ve Aziz Milletimize başsağlığı,  sabır ve metanetler diliyorum.

        Bu menfur saldırılar,  Aziz Milletimizin ‘daha çok kardeş olma’ ve beraber yaşama azim ve kararlılığını ziyadesiyle arttıracaktır. Milletimizin birlik, beraberlik, huzur ve kardeşliğini bozmayı hedefleyen bu saldırıları gerçekleştirenler sahip olduğumuz kardeşlik ruhu ve iradesi karşısında emellerine asla ulaşamayacaklar ve hüsrana uğrayacaklardır. Gün, bu büyük acımızı yüreğimizin derinliklerinde hissederek, kardeşliğimizi, birlik ve beraberliğimizi tüm dünyaya gösterme, sabır ve metanet ile Aziz Şehitlerimize dua etme günüdür.

        Bu vesileyle evlatlarını bu ülke için feda eden ailelerimizin acısını yürekten paylaşıyor, şehit evlatlarımıza bir kez daha Yüce Allah’tan rahmet diliyorum.

1-       Âl-i İmran, 169-171
2-       Tevbe, 111
3-       Buhârî, Cihad, 7/2835

Hazırlayan ve Redaksiyon:  D.İ.B. Hutbe Komisyonu





İLİ           : ANTALYA
AY- YIL : EKİM – 2011
TARİH   :  28.10.2011
VATANA KARŞI GÖREVLERİMİZ


اِنَّ الَّذ۪ي فَرَضَ عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لَرَٓادُّكَ اِلٰى مَعَادٍۜ قُلْ رَبّ۪ٓي اَعْلَمُ مَنْ جَٓاءَ بِالْهُدٰى وَمَنْ هُوَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ين             
           
Değerli Mü’minler!
İnsan için ev ne ise milletler için de vatan odur. Yeryüzünde ilk inşa edilen bina bir ev ve aynı zamanda mabet idi(1). Evler, sıkıntıların atıldığı dinlenme mekânları; (2)mabetler, manevi huzurun doruğa çıktığı yerler; vatan ise milletlerin huzur yurdu, kişilerin yurt edinip doğup büyüdüğü, özgürce yaşadıkları, topraklardır. Vatan herkes için şüphesiz çok önemlidir. Ana kucağı gibidir, kimse yurdundan ayrılmak istemez.
            Böyle olmasına rağmen, Mekke müşriklerinin zulmü artınca Efendimiz(sav), ashabına ‘Habeşistan’a gidin, orada kimseye zulmetmeyen bir kral vardır, orası doğruluk yurdudur.’(3) tavsiyesini yapmış; daha sonra kendileri de Medine’ye hicret etmişler, ayrılırken de ‘(Ey Kabe) Allahu Teala’nın yarattığı en hayırlı ve memleketler içerisinde en çok sevdiğim yer sensin. Eğer senden çıkarılmasaydım, ben de çıkmazdım.’(4) diye sevgilerini izhar etmişlerdir. Bunun üzerine ‘Kur’an’ı sana farz kılan Allah, şüphesiz seni dönülecek bir yere döndürecektir.’(5) ayeti nazil olmuştur. Döneceği yer cennet veya Mekke olarak yorumlanmıştır.(6) Mekke sevgisini yalnız dini saiklerle izah etmek zordur. Vatan sevgisi bu manada fıtridir demek yerinde olur. Ancak dinin yaşanamaması durumunda ayrılığına katlanılabilir.
            Vatana karşı görevlerimiz ana hatlarıyla şöyle özetlenebilir:
- Her zaman güçlü olmak ve her türlü teknolojik donanımla tehlikelere karşı hazırlıklı, savunma durumunda bulunmak(7); imkân nispetinde bu faaliyete yardımcı olmak.
- Vatan müdafaası için görev verildiğinde hayatı pahasına koşmak.(8)
- İnsanların ihtiyaçlarını karşılama, güvenliğini sağlama gibi faaliyetleri kanunlar ve adalet ölçüleri ile yerine getirmeye çalışan yetkililere itaat etmek ve yardımcı olmak.(9)
- Vatandaşlara yönelik huzur bozucu işlerden uzak durmak ve toplumun huzurunu bozanları engellemek. Vatanımızı kardeşçe yaşanılan yurt haline getirmek. Aksi halde, ‘Eğer birbirinizle çekişirseniz gücünüz gider.’(10) ayetinin işaret ettiği gibi, Allah korusun devletimizi, huzur yurdu toprağımızı yitiririz.

Değerli Mü’minler!
Vatan aynen sıhhat gibidir, kaybedilince değeri anlaşılır. Vatanın ne manaya geldiğini vatanından çıkarılan mültecilere sormak gerekir. Vatan sevgisi toprağa taşa duyulan ilgi değil, o toprak üzerinde yaşayan insanlara, değerlerine gösterilen saygının adıdır. Namus, can ve din emniyeti vatanın dirliği sayesinde sağlanır; böylece iki cihan saadeti kazanılır. Vatanı korumak dini vecibelerdendir, çünkü bir günlük vatan nöbeti dünyadan ve dünyadakilerden daha hayırlıdır.(11)
Değerli Mü’minler!
Yeryüzünde yurt edindiğimiz yerlerde görevimiz hem maddi (12) hem manevi imardır.(13) Yoksa Allah emanete ihanet etmeyen, yani imar görevini yerine getirecek birilerini yaratır(14) bizi helak eder. Zira bu konuda ilahi yasa ‘Kuşkusuz bir toplumun bireyleri iç dünyalarını değiştirmedikçe Allah, o toplumun gidişatını değiştirmez’(15) kuralıyla işlemektedir. Vatanı sevme ve koruma Anoktasında duyarlı olmayanlar, kendi sonlarını hazırlamış olurlar.                                                               


1)Ali İmran 97
2)Nahl 80
3)Zehebi Tarihül İslam ter 1/272-273
4)İhyau Ulumi’d-din, Rubu’l-İbadat, c.1, s.694
5)Kasas 85
6) Kurtubi 13/363
7)Enfal 60
8)Tevbe 38 41 Buhari cihad 1
9)Nisa 59
10) Enfal 46
11)Buhari cihad 73 bedülhalk 8 Rikak 2
12)hud 61
13)Hac 41
14)Hud 57
15)Rad 11

Hazırlayan: Yusuf DEMİRYÜREK
                       Döşemealtı Müftüsü


İLİ                  : YALOVA
AY-YIL           : KASIM- 2012
TARİH           : 02.11.2012

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
وَالَّذِينَ إِذَا أَنفَقُوا لَمْ يُسْرِفُوا وَلَمْ يَقْتُرُوا وَكَانَ بَيْنَ ذَلِكَ قَوَاماً {67}
                                                           Furkan, 25/ 67


İSLAMDA TASARRUF


Muhterem Müslümanlar!
Yüce dinimiz İslam adalet, denge ve hesap dinidir. İnsanın dünya ve ahirette mutlu olabilmesi için dengeli ve düzenli yaşaması gerekir. İslam dini, insan hayatının her alanına ışık tuttuğu gibi, insanın ekonomik soru ve sorunlarına da ışık tutmuştur. İslam’ın bu konudaki emir ve yasaklarına da itina ile uymamız gerekir.

Aziz Cemaat!
Tüketim toplumunda yaşayan günümüz insanı bazen ihtiyaçlarının sınırsız olduğu vehmine kapılarak ne kadar kazanırsa kazansın ya da alırsa alsın bununla maalesef mutlu olamamaktadır. Nitekim maddi ve manevi problemlerinin altında büyük oranda bu anlayış yatmaktadır.

Muhterem Müminler!
Mutluluk kaynağı olan dinimiz, insanın mala ve metaya bakışını dengelemiş, insanın hiç kimseye muhtaç olmadan yaşamasını, mutlak korunması gereken beş temel değerden birisi sayarak, insan emeğinin korunmasını farz kılmıştır. İslam, parayı ve malı helal yoldan kazanmayı emrettiği gibi, helal ve meşru olana harcamayı da farz kılmıştır. Bu sebeple dinimizde israf etmek haram kılınmıştır. Cenabı Allah Kuran’ı Kerim’de “Ey Âdemoğulları! Her mescitte ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü o, israf edenleri sevmez.”[1] buyurmuştur.
Muhterem Müslümanlar!
Dinimizde israf etmek haram olduğu gibi cimrilik yapıp kazandıklarımızdan kendimizi, ailemizi, üzerimizde hakkı olanları mahrum etmek de haram kılınmıştır. Bu hususta ölçülerin en güzelini yüce Rabbimiz şöyle vermiştir: “(Rahman’ın kulları) harcadıklarında ne israf ne de cimrilik edenlerdir. Onlar harcamalarında ikisi arsında bir yol tutarlar.” [2]

Aziz Cemaat!
Dinimizin bize emrettiği ibadetlerden ve adab kurallarından birisi de iktisatlı davranmaktır. Dünyamızı, çevremizi, zamanımızı ve sahip olduğumuz her şeyi tasarruflu kullanmak üzerimize dini bir vecibedir. Zira dinimiz bize, deniz kenarında abdest alsak bile suyu ölçülü kullanmayı emretmiştir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) ise iktisat ve tasarrufla ilgili şöyle buyurmuşlardır: İktisat eden fakir olmaz, iktisat eden yoksulluk yüzü görmez.”  “iktisat edenin hesabı kolay olur.” [3]

 Muhterem müminler!
Gerek şahsi malımızda gerekse kamunun malında harcama yaparken asla israf etmemeli ve tasarruflu davranmalıyız. Zamanımızı, imkanlarımızı, kullandığımız tabii kaynakları tasarruflu kullanarak hem kendimizi hem toplumumuzu hem içinde yaşadığımız ülkeyi daha müreffeh yarınlara taşıyabiliriz.       . Hutbemizi sevgili peygamberimizin mübarek hadisleriyle bitirmek istiyorum: “Bir kimsenin hayatında orta yolu tutması onun akıllılığındandır” ; “İktisat eden geçim sıkıntısı çekmez.” [4]

Hazırlayan : Hutbe Komisyonu

Kaynaklar             :
[1] Araf, 7/31.
[2] Furkan, 25/67.
[3] Ahmed b. Hanbel, Müsned 1, 447, 198.
[4] Buhari, Rikak, 18.



İLİ                  : YALOVA
TARİH            : 09/11/2012

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
وَلَا تَسْتَوِي الْحَسَنَةُ وَلَا السَّيِّئَةُ ادْفَعْ بِالَّتِي هِيَ أَحْسَنُ فَإِذَا الَّذِي بَيْنَكَ وَبَيْنَهُ عَدَاوَةٌ كَأَنَّهُ وَلِيٌّ حَمِيمٌ {34} Fussilet, 41/34.


İSLAMDA HOŞGÖRÜ

Muhterem  Müminler !   
İnsanoğlu tabiatı gereği diğer insanlarla birlikte yaşamak zorundadır. Müşterek hayatta huzur ve saadet, karşılıklı hoşgörüyle mümkündür. Hoşgörünün olmadığı yerde huzurlu ve mutlu olmak zordur.
Arapçada müsamaha,batı dillerinde ise; toleransın karşılığı olarak kullandığımız hoşgörükelimesi, terim olarak; insanların kusurlarını, küçük hatalarını görmemek, affedici olmak demektir. Hatasız kul olmaz; hepimiz, unutarak, bilmeden veya içimizden gelen dürtülere kapılarak bazı yanlışlar yapabiliriz. Peygamberimiz, insanoğlunun bu özelliğini olduğu gibi kabul eder, kamuyu ilgilendiren suçlar hariç, meydana gelen kusur ve hatalarda affedici davranırdı.

Değerli Mü’minler !
İnsan hayatı sıkıntı ve çilelerle doludur. Her şeyin istediğimiz gibi olması mümkün değildir. Haksızlığa uğradığımız, kötülüklere maruz kaldığımız zamanlar vardır. Başta aile fertleri olmak üzere haksızlık ve kötülük yapanları affetmek, kusurlarını bağışlamak, kaba ve kırıcı davranışlarını hoş görmek müslümanın edebindendir. İlahi kitabımız Kur’an-ı Kerim’ de Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
Eğer ceza verecekseniz, size yapılanın misliyle ceza verin. Ama sabrederseniz, elbette o, sabredenler için daha hayırlıdır.(1)  
Bir başka ayette ise;
İyilikle kötülük bir olmaz. Sen (kötülüğü) en güzel bir şekilde önle. O zaman seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki candan bir dost olur. (2)


 Hoşgörü; insanların kalplerini yumuşatan, sevgi ve kardeşlik bağlarını kuvvetlendiren güzel huylardan biridir. Hoşgörü; nefsi dizginlemek, benlik kavgasına girmemektir. Müslüman için hoşgörü; gülün dikenini değil, rengini görmek ve kokusunu hissetmektir.

Kıymetli Kardeşlerim!
Müslümana tavsiye edilen hoşgörü, şahsî haklarımızla ilgilidir. Yoksa, Allah’ın ve Resulüllah’ın emirlerine hürmetsizlik olan, dinin hükümlerine ters düşen, Hakk’ı ve mukaddes değerleri zedeleyen bir konuda hoşgörülü olmak değildir. Bu konuda Hz.Aişe validemiz şöyle buyurmuşlardır: Ben Resulullah (sav)’in şahsına yapılan bir haksızlığın öcünü aldığını hiç görmedim. Yalnız Allah’a hürmetsizlik edilen durumlar müstesna. Eğer Allah’a bir hürmetsizlikte bulunulursa Resulullah insanların en öfkelisi olurdu.(3) O Nebiler Nebisi ki, Uhud dağında mübarek dudağının yarıldığı, dişlerinin kırıldığı, nurlu yüzünün kanlar içinde kaldığı, müslümanların şehit edildiği bir zamanda bile düşmanlarına lânet etmesi istendiği zaman ise şöyle buyurmuştur:
 “Şüphesiz ben, lânet etmek için değil, rahmet olarak gönderildim.”(4)

Aziz Cemaat !
Görülüyor ki, Kur’an ve sünnette hoşgörü tavsiye edilmiş, insanların kusurlarını bağışlayan, nefsi için öfkelenmeyen kimselere büyük mükâfatlar vaad edilmiştir. İnsan istedikten sonra her şeyde sevilecek güzel bir taraf bulabilir. Yeter ki o güzelliği görebilecek gözle baksın.
Yaratılanı Yaratandan ötürü hoş görmeliyiz.





Hazırlayan :
Selman Oktay AKTÜRKOĞLU- İl Vaizi

Kaynaklar             :
1. Nahl, 16/ 126.
2. Fussilet, 41/ 34.
3. Müslim, Edeb.
4. Müslim, Birr, 87.




İLİ                   : YALOVA
AY-YIL           : KASIM- 2012
TARİH           : 23/11/2012


بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذِينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذِينَ
لَا يَعْلَمُونَ إِنَّمَا يَتَذَكَّرُ أُوْلُوا الْأَلْبَابِ {9}




İSLAMDA İLİM VE İLİM ADAMINA VERİLEN DEĞER

    
Aziz Mü’minler;
İslam dini, ilme, ilim öğrenmeye insanları teşvik ettiği gibi, ilmi başkalarına öğreten,  ve bu yolda  gayretlerini sarf eden ilim adamına da gerekli önemi vermiştir. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de “…De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.”(1)buyrulmaktadır.Bir çok  ayet-i kerime de Allah-ü Teala; ilmi överken, cehaleti ise kötülemekte, bilen kimseye de ayrı bir değer vermektedir.

Değerli Müminler!
Kur’an-ı Kerim ilim ile meşgul olup, öğrendiklerinin gereğini ifa eden, ilim ehline üstün derecelerin ve makamların verileceğinin müjdesini vermiştir. Bu husus, bir ayeti kerimede “Allah içinizden iman edenlerin ve kendilerine ilim verilenlerin derecelerini yükseltir”,(2)şeklinde beyan edilmektedir.
Başka bir ayet-i kerime de ise Kulları içinden ancak alimler, Allah’tan (gereği gibi) korkar.”(3) buyrularak, alimlerin Allah’ın en çok değer verdiği kimseler olduğu açıklanmaktadır. İlim adamı, öğren diklerini pratik hayatta uygulayarak, başkalarının da uygulamasına sebep olur. Böylece büyük hayır ve sevap kazanır.

 Aziz Cemaat!
Sevgili Peygamberimiz:  Yalnız şu iki kimseye gıpta edilir: Allah’ın kendisine ihsan ettiği malı hak yolunda harcayıp tüketen kimse; Diğeri de Allah’ın kendisine verdiği ilimle yerli yerince hükmeden ve onu başkalarına da öğreten kimsedir.” (4),  
“Alimin İbadet edene üstünlüğü, benim sizin en aşağı derecede olanınıza üstünlüğüm gibidir. Şüphesiz ki Allah, melekleri, gök ve yer ehli, hatta yuvasındaki karınca ve balıklar bile insanlara hayrı öğretenlere dua ederler.”(5) buyurarak, ilim ve bilgi sahibi kimselerin en büyük hayır ve fazilete nail olacakları, Efendimiz tarafından beyan edilmiştir.

Muhterem Müslümanlar!
Dinimiz alimlere çok büyük değer vermektedir.  Hz. Ali (r.a.): Bana bir harf öğretenin 40 yıl kölesi olurum” diyerek, ilmin ve ilim adamının toplumdaki saygınlığına ve önemine işaret etmiştir. Bu konuda üzerimize düşen görev; bildiklerini insanlara öğreten alimlere, öğretmenlere, daima sevgimizi-saygımızı göstererek, onlara karşı vefa borcumuzu ödemeliyiz. Ayrıca Öğretmenlerimizin “Öğretmenler Günü” nü kutlar, görevlerinde hayırlı başarılar diliyoruz.
Hutbemi, Peygamber Efendimizin şu güzel hadis-i şerifiyle bitirmek istiyorum: “Kim ilim yolunu meslek haline getirirse, Allah-ü Teala o kişiye cennete giden yolları kolaylaştırır.” (6)

Hazırlayan     : Hutbe Komisyonu

Kaynaklar             :
1 .Zümer, 39/ 9.
2. Mucadele, 58/11.
3. Fatır. 35/28.
4. Buhârî, İlim 15.
5. Tirmizî, İlim 19.
6. İbn Mâce, Mukaddime, 17.



İLİ           : YALOVA
AY-YIL   : KASIM- 2012
TARİH    : 30/11/2012

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِّنَ الْخَوفْ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِّنَ الأَمَوَالِ وَالأنفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ {155}
الَّذِينَ إِذَا أَصَابَتْهُم مُّصِيبَةٌ قَالُواْ إِنَّا لِلّهِ وَإِنَّـا إِلَيْهِ رَاجِعونَ{156} Bakara, 2/ 155-156.

ENGELLİLERE KARŞI SOSYAL  SORUMLULUKLARIMIZ

Muhterem Müslümanlar!
Engelli kavramı; Kişinin zihinsel, ruhsal ve uzuvlarında bulunan bir arıza veya hastalık sebebiyle hayatını sürdürmede, işlerini görmede ve topluma uyum sağlama konusunda sıkıntı çeken ve başkalarının yardımına muhtaç olan kişiyi ifade eder.

Değerli Müminler!
Dinimiz kişileri ancak güçlerinin yettiği şeylerden sorumlu tutar. Dolayısıyla özürlü, engelli ve hasta olanlar ibadetlerini güçleri yettiği oranda yerine getirirler. Yüce Allah insanların başlarına bir bela, musibet ya da hastalık geldiği zaman isyan etmeden sabırlı olmalarını istemektedir. Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: Biz sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz eksiltmek suretiyle imtihan ederiz. Sabredenleri müjdele. Onlar başlarına bir musibet geldiğinde ‘'      .V) şöyle buyurmaktadır:”biz şüphesiz her şeyimizle Allah’a aidiz ve sonunda O’na döneceğiz’ derler.(1)

Değerli Müslümanlar!
Yine engelli ve özürlü kardeşlerimiz de bilmelidirler ki, misafirhane olan bu dünya, imtihan yeridir. İnsanlar, imtihan dünyasında iyi-kötü, acı-tatlı olaylarla karşılaşabilirler.Bu bakımdan engelli olan kardeşlerimiz, hiçbir zaman engelliliğin, kendileri için bir noksanlık veya kusur olduğu psikolojisine kapılmamalıdırlar.
Kişi hastalık, sakatlık, bedensel veya ruhsal yönden bir sıkıntıya düştüğünde, sabırlı ve metanetli olması, isyana ve inkâra dalmaması şartıyla başına gelenler kendisi için bağışlanma ve ahirette üstün dereceler elde etmesine vesile olacaktır.

Aziz Müminler!
İslam dini sosyal ilişkilere büyük önem veren bir dindir. Bu konuda sağlıklı veya engelli diye bir ayırım yapmaz. Ancak yardıma, ilgiye ve bakıma muhtaç olanlarla daha çok ilgilenmeyi teşvik eder. Bunu yapanlar da büyük sevap elde ederler.
Bu manada engellilere karşı birtakım sorumluluklarımız vardır. Bunlar:
- Onları ziyaret etmeli ve iltifatta bulunmalıyız.
- İhtiyaçları konusunda yardımcı olmalıyız
- Onların şeref ve onurlarını rencide edici, aşağılayıcı ve kırıcı söz, davranış ve fiillerden uzak durmalıyız.
- Onları yeteneklerine uygun olarak eğitip yetiştirmeli ve bir meslek sahibi olmalarını sağlamalıyız. Böylece topluma faydalı işler yapacak hem de sosyal hayata karışarak kendisiyle barışık bir hayat sürecektir.
Engelli kardeşlerimize maddi ve manevi destek olmalıyız. Bunu yapmanın aynı zamanda bir sadaka olduğu unutulmamalıdır. Peygamber Efendimizin görme özürlü sahabe İtban bin Malik (r.a)’in evine gitmesi, evinde namaz kıldıktan sonra ikram ettiği yemekten yemesi ve ona iltifatta bulunması (2) da bize bu konuda ışık tutmaktadır.

Kıymetli Kardeşlerim!
Herkes bir engelli olmaya adaydır. Çünkü en ufak bir rahatsızlıkta, sağlıklı kişiler de engelli hale gelebilirler. Bu manada engellilerin, Cenab-ı Hakk’ın topluma birer emaneti olduğunu unutmamalıyız. Onları koruyup kollamalı ve kendimizi onların yerine koyup empati yapmalıyız. Bu sebeple hayatın bütün alanlarını hiç kimsenin takılmayacağı engelsiz bir hale getirmeliyiz. Belediyecilikte, eğitimde, sosyal hayatta, iş hayatında, doğal çevre oluşturmada vs. hep bu bilinçle hareket etmeliyiz. Onlar için ne yapsak azdır.   
Yüce Allah bizlere, engelli hassasiyetine riayet etmeyi nasip eylesin.

Hazırlayan     :Hutbe Komisyonu

Kaynaklar             :
1. Bakara, 2/ 155-156.
2. Buhari, Teheccüd, 36.




İl          : Erzurum
Ay-Yıl : Ekim-2012
Tarih    : 05.10.2012

ENGELLİLERE SAYGI
بسم الله الرحمن الرحيم
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْاَمْوَالِ وَالْاَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِۜ وَبَشِّرِ الصَّابِر۪ينَ


Değerli müminler!
Cenabı Hak, insanların bazısını sağlıklı, bazısını da engelli yaratmıştır. Bazı insanlar ise sağlıklı doğmasına rağmen çeşitli sebeplerle daha sonra engelli hale gelmektedir. Engelli olmak bir insanın kendi seçimi olmadığı gibi, insan olması açısından bir kusur da değildir. Nice engelliler vardır ki Allah katında çok değerlidir. Kur’an’da "Sizin en değerliniz takvada en ileri olanınızdır."[1]Buyrulmaktadır. Peygamber Efendimiz (s.a.s) de Allah Teala’nın insanların suretlerine ve mallarına bakmayacağını, kalplerine ve amellerine bakacağını[2]bildirmiştir.
İbrahim Hakkı Hazretleri de
"Harâbât ehline hor bakma şâkir,
Defineye mâlik virâneler var"
diyerek dış görünüşün önemli olmadığını, engelli pek çok kimsenin Allah katında çok kıymetli olduğunu ifade etmiştir.
           




            Aziz Mü’minler!
Cenabı Hak bu dünyayı bir imtihan yeri olarak, biz insanları da imtihanın bir parçası olarak yaratmıştır. "Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz."[3]ayeti de bu gerçeği bizlere hatırlatmaktadır. Engelli olmak imtihanın bir parçasıdır. Kişi sabrederse bu imtihanı kazanabilir. Peygamber Efendimiz (s.a.s) kutsi bir hadisi şerifte şöyle buyurmuştur: "Ben kulumun iki gözünü alarak imtihan ettiğim de o buna sabrederse, iki göze bedel olarak ona Cennet'i veririm."[4]
Değerli Müminler!
Engelli kardeşlerimize sevgi, saygı ve şefkatle davranmak onların toplum üzerindeki haklarındandır.
Hutbemi Efendimiz(sav)’in bir hadisi şerifiyle bitiriyorum: "Âmâya rehberlik etmen, sağır ve dilsize anlayacakları bir şekilde anlatman, muhtaç bir kimseyi ihtiyacını tedarik etmesi için gerekli yere götürmen, koluna girip güçsüze yardım etmen senin için sadakadır."[5]


Hazırlayan: İl Müftülüğü Hutbe Komisyonu


[1] Hucurat 49/13
[2] Müslim, Birr, 34 
[3] Bakara sûresi, 2/155
[4] Buhari, Merda, 7
[5] Bkz.A.b.Hanbel, Müsned, 5/168-169


İLİ           : GENEL
AY-YIL   : EYLÜL 2012
TARİH    : 28/09/2012
 
YETER Kİ GÖNÜLLER ENGELLİ OLMASIN
            Kardeşlerim!
            Bazı bedensel kusurları sebebiyle topluma katılmaktan çekinen ve bu yüzden çölde yaşamayı tercih eden, Zâhir isminde bir sahâbî vardı. Zâhir, Efendimiz (s.a.s)’e her gelişinde, yetiştirdiği ürünlerden hediyeler takdim ederdi. Zaman zaman pazardaki alışverişlerinde de Zâhir’e yardımcı olan Peygamberimiz kendisini çok sever ve ona sürekli iltifat ederdi.
            Bir gün Zâhir, Medine pazarında çölden getirdiği ürünleri satarken, Efendimiz (s.a.s.), sessizce gelip Zâhir'in gözlerini kapattı ve şakayla: “Bu köle satılıktır; almak isteyen var mı?” diye seslendi. Zâhir, boynu bükük ve hüzünlü bir edâ ile: “Yâ Rasûlallah! Vallahi benim gibi değersiz bir köleye kuruş veren olmaz!” deyince; Peygamber Efendimiz: “Hayır! Sen, hiç de değersiz değilsin! Aksine Allah katında çok kıymetlisin!"[1] buyurdu. Şefkatiyle herkesi kucaklayan Rahmet Peygamberi, bu tavrıyla asıl önemli olanın insanî değerlerle donanmak, her ne olursa olsun dünyada varoluşumuzun gayesini unutmamak olduğuna işaret etti.
            Değerli Kardeşlerim!
            Hepimiz bir imtihan dünyasında yaşamaktayız. İmtihan ise herkesin gücüne ve sahip olduğu nimete göredir. Âdem (a.s) ile Havva annemizden günümüze değin insanlık, türlü imtihanlara tâbi tutulmuştur ve kıyamete kadar da tutulacaktır. Kimileri malıyla, kimileri evladıyla, kimileri canıyla ya da fiziksel bir engelle denenir kulluk yolunda. Bu imtihan süreci sabır ve metanetle geçirilirse Rabbimiz tarafından vaat edilen nimetler bizim olacaktır.
            Kardeşlerim!
            Rabbimizin hikmeti gereği birçok ülkede olduğu gibi ülkemizde de engelli kardeşlerimiz bulunmaktadır. Gerek doğuştan, gerekse sonradan ortaya çıkan engellilik durumu çalışmaya, üretmeye, başarıya ve nihai hedefe ulaşmaya asla engel değildir. Engelli olduğu halde azimle, inançla kararlılıkla çabalayan ve tarihe adını yazdıran nice abide şahsiyetler vardır. Yeter ki insanların önüne engeller konulmasın. Yeter ki gönüller engelli olmasın, engel tanımasın.
            Engelli olmak, hor görülme, itilip kakılma sebebi de değildir. İnsanlar, kendi tercihi olmayan durumlardan dolayı hiç kınanabilir mi? Hepimiz, görünüşe değil; gönle değer veren Allah’ın kulları değil miyiz? Bizim Peygamberimiz, “Allah sizin görünüşünüze, malınıza, mülkünüze bakmaz; yalnızca kalplerinize ve amellerinize bakar.”[2]buyurmaz mı? Dinimize göre asıl üstünlük, Allah’a yakın olmak ve insanlığa hayırlı hizmetler sunmakta değil midir? Elbette ki öyledir.
            Kıymetli Kardeşlerim!
            Dinimiz insanı, zübde-i kâinât ve eşref-i mahlûkât olarak görür.[3] İlahi hikmetlerle dolu Yüce Kitabımızda ise, her türden insanın; sağlıklı ve hastaların, engelli ve sağlamların, inananlar ve inkarcıların, zenginler ve yoksulların, şükredenler ve nankörlük edenlerin, kadınlar ve erkeklerin, yaşlılar ve gençlerin tasviri hep birlikte zikredilir.
            Yüce Kitabımızda, Musa gibi dilinde düğüm olanlar,[4]evlat hasretiyle döktüğü yaşlar sonucu gözlerini kaybeden Yakup’lar vardır.[5]Yakalandığı amansız hastalıktan dolayı bîçare hale gelen fakat yine de isyan etmeden Rabbine sığınan Eyüp’ler vardır.[6] 
            Kerim Kitabımızda, gözleri görmeyen Abdullah İbni Ümmi Mektum’u farkında olmadan incittiği için, âlemlerin Rabbi tarafından ikaz edilen Son Peygamberin hatırası vardır.[7] O Peygamber ki, daha sonra o zâtı defalarca Medine’de kendi yerine vekil olarak bırakmıştır. Yine O Peygamber ki, ortopedik engeli bulunan Muaz b. Cebel’i genç yaşına rağmen vali tayin etmiştir. Bunları yaparken ise Efendimiz, fiziksel özellikleri değil, liyakati, aklı ve bilgiyi öncelemiştir.  
            Kardeşlerim!
            Dinimiz, görmeyenin gözü, duymayanın kulağı, güçsüzün eli, konuşamayanın dili olmayı sadaka kabul eder. Buna mukabil, engelli birine engel olmayı, rahatsızlık vermeyi ise lanetler.[8]Unutmayalım ki asıl engelliler aklını, gönlünü, kalp gözünü, elini, dilini bilgiye, şefkate, merhamete, hikmete ve ilahi gerçeklere kapayıp, insanlığını ayaklar altına alanlardır. Engelli pek çok kardeşimizin, engin gönül yapısıyla Allah katında çok değerli olabileceğini göz ardı etmeyelim.
            Diyanet İşleri Başkanlığımız, 1-7 Ekim tarihleri arasında kutlanan Camiler ve Din Görevlileri Haftası’nın bu seneki temasını “cami ve engelliler” olarak belirlemiştir. Başkanlık olarak, seksen beş bini bulan camilerimizin, engellilerimizin rahatça ulaşacağı ve ibadetini yapabileceği camiler olmasını amaçlıyoruz. Konuya hafta boyunca yoğun bir şekilde yer verecek olan Başkanlığımız, engelli kardeşlerimize yönelik toplumsal bilinçlenmenin oluşmasını hedeflemektedir. Bu vesileyle söz konusu haftanın hayırlara vesile olmasını, darda kalanlara rahatlık, hasta olanlara şifa vermesini Yüce Rabbimden niyaz ediyorum.  


[1] Tirmizî, Şemâil, 104.
[2]Müslim, Birr ve Sıla, 34.
[3] Tîn,95/4.
[4] Tâ-Hâ, 20/25-28.
[5]Yusuf 12/84.
[6] Enbiyâ, 21/83-84.
[7] Abese, 80/1-4.
[8]Ahmed b. Hanbel, V, 152-169; I, 317.           
                Hazırlayan ve Redaksiyon: Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü

Yorumlar