Türkiye’de AIDS Konusundaki Yasal DüzenlemeleR

AIDS, İnsan Hakları ve Yasalar
Türkiye’de AIDS Konusundaki Yasal Düzenlemeler ve Öneriler









TÜRKİYE HIV/AIDS ÖNLEME VE DESTEK PROGRAMI



Bu kitap,
“Türkiye HIV/AIDS Önleme ve Destek Programı”
kapsamında

Pozitif Yaşam Derneği


Danışmanlığında hazırlanmıştır



Hazırlayanlar:
Muhtar Çokar
Süleyman Anıl
Gürkan Sert
 Şevki Sözen
Habibe Yılmaz Kayar
Murat Yüksel









Her hakkı saklıdır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir

SUNUŞ
HIV salgını ile ilgili olarak yıllara dayanan deneyimler, HIV bulaşını önlemede ve HIV/AIDS’in etkisini azaltmakta insan haklarının korunmasının ve teşvik edilmesinin ne kadar önemli olduğunu göstermiştir. İnsan haklarının korunması ve teşvik edilmesi, hem HIV’den etkilenen kişileri korumak hem de halk sağlığı hedeflerinden biri olan HIV enfeksiyonuna karşı incinebilirliği azaltmada başarılı olmak, HIV ve AIDS’in salgından etkilenen kişiler üzerindeki kötü etkilerini azaltmak ve bireylerle toplumun HIV’e karşı verdikleri yanıtı güçlendirmek için gereklidir.

Genel olarak, insan hakları ve halk sağlığının ortak amacı bütün bireylerin haklarını, haysiyetini ve refahını korumak ve teşvik etmektir. İnsan hakları açısından bakıldığında, bu amaçlara ulaşabilmenin en iyi yolu herkesin haklarını ve haysiyetini korumak ve teşvik etmektir ve bunu yaparken ayrımcılığa uğrayanlara ya da hakları ihlal edilenlere özellikle önem vermektir. Benzer biçimde, halk sağlığı için konulan hedeflere ulaşmanın en iyi yolu da fiziksel, ruhsal ya da sosyal tehlikelere karşı risk altında olan kişilere önem vererek, toplumdaki herkes için sağlığın teşvik edilmesidir. Bu nedenle, sağlık ve insan hakları birbirlerini tamamlarlar ve her türlü bağlam içinde birbirlerini güçlendirirler. Aynı şekilde, sağlık ve insan hakları HIV bağlamında da birbirlerini tamamlar ve güçlendirirler.

İnsan haklarının ve halk sağlığının birbirine bağlı olduğunu bu konuda yapılan çalışmaların sonuçları da ortaya koymaktadır: Zorlayıcı ve cezalandırıcı HIV önleme ve bakım programları, bu programlara katılımın azalmasına ve enfeksiyon riski taşıyan kişilerin toplum içinde daha fazla yabancılaşmasına neden olmaktadır. Özellikle HIV’le ilişkili danışmanlık, test, tedavi ve destek hizmetleri ayrımcılıkla karşılaşmak, gizlilik ve güvenirliliğin sağlanmaması ve diğer olumsuz sonuçlar anlamına geldiğinde insanlar bu hizmetleri almayı reddetmektedirler. Bu nedenle, zorlayıcı halk sağlığı önlemlerinin, bu tür hizmetlere ihtiyaç duyan insanları uzaklaştırdığı ve davranış değişimi, bakım ve sağlık desteği yoluyla ulaşılmaya çalışılan halk sağlığı önleme hedeflerinin başarısızlığa uğramasına neden olmaktadır.      

İnsan haklarının korunması ile etkili HIV programları arasındaki bağlantıyı ortaya koyan bir diğer gerçek de HIV vakalarının ya da yayılımının bazı topluluklarda daha fazla olmasıdır. Salgının doğasına ve her ülkedeki yasal, sosyal ve ekonomik koşullara bağlı olarak, salgından en fazla etkilenen gruplar kadınlar, çocuklar, yoksullar, azınlıklar,  göçmenler, ülke içinde göç etmeye zorlanmış gruplar, özürlüler, mahkumlar, seks işçileri, erkeklerle seks yapan erkekler ve damar içi madde kullananlardır. Görüldüğü gibi, salgından en fazla etkilen gruplar, zaten insan hakları korumasından yoksun olan, ayrımcılığa uğrayan ve/ya yasal statüleri nedeniyle marjinalize edilen gruplardır. İnsan hakları korumasından yoksun olmak bu grupları, eğer HIV’den etkileniyorlarsa, enfeksiyondan korunmakta ve HIV’le baş etmekte güçsüz kılmaktadır.

Bunun yanı sıra, HIV programlarının başarılı olmasının temel özelliğinin HIV’le yaşayan kişileri her açıdan dahil eden, geniş tabana yayılmış ve kapsayıcı yanıtları içermek olduğuna dair uluslar arası bir fikirbirliği de mevcuttur. Kapsamlı bir yanıt oluşturmanın bir diğer olmazsa olmaz koşullarından biri de insan haklarını korumaya yönelik destekleyici yasal ve etik ortamın yaratılması ve güçlendirilmesidir. Bunun için de hükümetlerin, toplulukların ve bireylerin insan haklarına ve insan haysiyetine saygı duymaları ve hoşgörü, şefkat ve dayanışma ruhu ile davranış geliştirmeleri için önlemlerin alınması gereklidir.  

HIV salgınından öğrenilen temel derslerden biri, evrensel olarak tanımlanmış insan hakları standartlarının, HIV’le ilişkili politikaların yönetimini ve içeriğini belirlemede, politika belirleyenlere kılavuzluk etmesi ve bu standartların HIV’e karşı ulusal ve yerel yanıtların her evresinin/yönünün ayrılmaz bir parçası olarak görülmesi zorunluluğudur. 
***
Bu temel ilkeler ve yaklaşım çerçevesi içinde, Küresel Fon ve T.C. Sağlık Bakanlığı HIV/AIDS Önleme ve Destek Programı kapsamında Pozitif Yaşam Derneği danışmanlığında HIV’le Yaşamak ve İnsan Hakları çalışması yürütülmüştür. 15 Ağustos 2007 tarihinde başlayan çalışmada ilk olarak, yasal çerçeve analizinin yapılması, yasalara ilişkin öneriler geliştirilmesi için altı kişiden oluşan bir danışman ekibi oluşturulmuştur.  Bu danışmanlık ekibinde görev alan kişiler ve kurumları şunlardır: Muhtar Çokar, İKGV; Şevki Sözen, İstanbul Tıp Fakültesi, Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı; Süleyman Anıl, Sağlık Hakkı Hareketi Derneği; Habibe Yılmaz Kayar, Pozitif Yaşam Derneği; Gürkan Sert, Öğretim Üyesi, Marmara Üniversitesi Deontoloji Anabilim Dalı; Efehan, Pozitif Yaşam Derneği Yönetim Kurulu Üyesi.

Danışmanlarla haftalık toplantılar yapılarak, çalıştaya sunulacak ve çalıştayda geliştirilecek önerilerle tamamlanacak olan HIV/AIDS, İnsan Hakları ve Yasalar – Türkiye’de HIV/AIDS Konusundaki Yasal Düzenlemeler ve Öneriler kitabı için çalışmalar yapılmaya başlanmıştır.

Bu çalışmadan önce HIV/AIDS bağlamında Türkiye’deki yasal mevzuatı inceleyen çalışmalar incelenmiştir. Bu bağlamda, Ulusal AIDS Komisyonu (UAK) Mevzuat Komitesi tarafından geliştirilen UAK Strateji ve Eylem Planı metni, UN Team Group adına Mehmet Kontaş tarafından hazırlanmış olan HIV/AIDS ve Türkiye Durum Analizi, AIDS Savaşım Derneği ve İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı tarafından hazırlanan “AIDS’in Önlenmesinde İnsan Hakları ve Kamu Özgürlüklerinin Korunması” raporu, Küresel Fon ve T.C. Sağlık Bakanlığı ‘HIV/AIDS Önleme Ve Destek” programı kapsamında Yusuf Tunç Demircan tarafından hazırlanan “Yasalarda HIV/AIDS İle İlgili Durum Analizi” raporu ve UNAIDS ve Pozitif Yaşam Derneği tarafından hazırlanan “HIV/AIDS Bağlamında Türkiye’deki Yasal Mevzuat” raporu incelenmiştir.

Yapılan incelemelerden sonra bu çalışmada, Ulusal AIDS Komisyonu’nun Ocak 1999’da yayınlanan “AIDS’in Önlenmesinde İnsan Hakları ve Kamu Özgürlüklerinin Korunması” raporu ile Yusuf Tunç Demircan’ın hazırlamış olduğu “Yasalarda HIV/AIDS İle İlgili Durum Analizi” raporu temel olarak alınmıştır.

Danışmanlarla yapılan toplantılarda, HIV/AIDS bağlamında Türkiye’deki yasal mevzuatın incelenmesi çalışmasının kimi dezavantajlarla birlikte yürütülmesi gerekliliğine dikkat çekilmiştir. Bu dezavantajlardan ilki ve en önemlisi HIV/AIDS’in geniş bir alanda etkisini göstermesi nedeniyle, mevzuatın kapsamını saptama güçlüğüydü. Yasalar bağlamında yaşanan sorunlar sadece HIV/AIDS’le yaşayanların sorunu olmayıp, bu sorunlar aynı zamanda incinebilir gruplar, kadınlar ve çocuklar, sağlık çalışanları, neredeyse tüm HIV negatiflerin sorunuydu. Konuya hukukçuların ilgisinin, HIV/AIDS’le yaşayanların ise genel olarak sürece katılımlarının yetersiz olması diğer dezavantajlardı. Ayrıca Türkiye’de HIV/AIDS bağlamında yaşanan hak ihlalleri konusunda veri toplamada yaşanan yetersizlikler de bir diğer dezavantajdı. 

Bu dezavantajları da göz önünde bulundurarak, danışmanlar kurulunda yapılan tartışmalar sonrasında, yukarıda sözü edilen iki temel kaynağın yanı sıra, hem Türkiye’deki HIV/AIDS’e ilişkin yasal çerçevenin incelenmesinde bir kılavuz niteliği taşıyacak olan hem de yasal çerçevedeki boşlukları tanımlayarak, bu sorunların nasıl çözüleceğine dair ilkeleri belirleyen ve uluslar arası örnekleri içeren, UNAIDS’in Kasım 1999 yılında yayınladığı “Handbook for Legislators on HIV/AIDS, Law and Human Rights” ve 2006’da yayınladığı “International Guidelines on HIV/AIDS and Human Rights  Consolidated Version” raporları da temel kaynak olarak belirlenmiştir

Söz konusu raporların, yasal çerçeve analizinin yapılmasında ve konuya ilişkin çözüm önerilerinin geliştirilmesinde temel olarak alınmasının nedeni HIV/AIDS alanında hem günümüzde yaşanan sorunları hem de gelecekte yaşanması muhtemel olan sorunları belirlerken, uluslar arası hukuk alanında yol gösterici ilkeleri kapsaması ve sorunların çözümüne ilişkin olarak bu ilkeler doğrultusunda çeşitli ülkelerin sorunları nasıl çözdüklerine dair örnekleri vermesidir.

Hem danışmanların çalışmalarına rehberlik etmesi için hem de çalışma çıktısı olacak olan kitapta kullanılmak üzere bu raporlardan geniş kapsamlı bir çeviri çalışması yapılmıştır.

Bu temel kaynaklar ve çeviriler temel alınarak danışmanlar Türkiye’deki yasal mevzuatı HIV/AIDS bağlamında incelemek için konu başlıklarına ve uzmanlık alanlarına göre işbölümü yapmışlardır. Bu işbölümü, hazırlanacak olan kitabın içeriğine göre de şekillendirilmiştir. Kitabın giriş bölümünde şimdiye kadar HIV/AIDS alanında ülkemizde yasal düzenlemeler bağlamında gerçekleşen çalışmaların özetlenmesine ve Pozitif Yaşam Derneği tarafından Küresel Fon ve Sağlık Bakanlığı HIV/AIDS Önleme ve Destek Programı kapsamında yürütülen çalışma kapsamında üstlenilen “Yasal Çerçeve Değerlendirmesi” çalışmasının tanıtılmasına karar verilmiştir. Kitabın ikinci bölümünde mevzuat çalışmasına bir temel oluşturmak üzere dünyada ve ülkemizdeki HIV/AIDS salgını ile ilgili genel bir durum saptamasına yer verilmesi ve bu salgının önlenmesinde salgından etkilenen kişilerin insan haklarının korunmasının öneminin vurgulanması düşünülmüştür. Bu bölümde ayrıca dünyada HIV/AIDS alanında insan haklarının korunmasına yönelik çalışmaların özetlenmesine ve ülkemizdeki insan hakları konusundaki en temel belirleyici metin olan Anayasa bağlamında insan haklarının HIV/AIDS’le yaşayan kişiler yönünden anlamının betimlenmesine karar verilmiştir. Türkiye’de Yasalar ve AIDS başlığını alan üçüncü bölümde ise HIV/AIDS alanındaki mevzuatın mevcut durumunun değerlendirilmesi ve mevzuatın geliştirilmesine yönelik önerilere yer verilmesi düşünülmüştür. Bu bölümün alt başlıkları Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliğinin hazırlamış olduğu rehber temel alınarak hazırlanmıştır. Her bir alt başlıkta önce genel bir durum saptaması yapılmasına, Türkiye’deki konu ile ilgili mevzuata yer verilmesine, var olan sorunların vurgulanmasına ve Ulusal AIDS Komisyonu’nun bu konuda belirlediği ilkelere yer verilmiştir.

Bu çalışmalardan sonra HIV/AIDS, İnsan Hakları ve Yasalar – Türkiye’de HIV/AIDS Konusundaki Yasal Düzenlemeler ve Öneriler kitabının çalışması tamamlanmıştır. Kitap taslağında varolan sorunların yasal düzenlemedeki karşılığına ilişkin öneriler geliştirilmesi kısmı Ankara’da konunun muhatabı olan kamu kuruluşlarının ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin katılımıyla yapılacak olan çalıştaya bırakılmıştır.

10–11 Aralık 2007 tarihlerinde Ankara Gür Kent Hotel’de kamu kurumlarının ve sivil toplum kurumlarının katılımıyla HIV’le Yaşamak ve İnsan Hakları çalıştayı düzenlenmiştir. Çalıştayın ilk günün ikinci yarısında, çalıştaya sunulan HIV/AIDS, İnsan Hakları ve Yasalar – Türkiye’de HIV/AIDS Konusundaki Yasal Düzenlemeler ve Öneriler kitabı temel alınarak çalışma grupları oluşturulmuştur. Çalıştayın ikinci gününde gruplar yaptıkları çalışmaları sunmuşlar ve her grubun sunumundan sonra, grubun önerileri ve çalışma konuları hakkında genel bir tartışma yürütülmüştür. Çalıştay sonrasında, çalışma gruplarının geliştirdikleri ve tartıştıkları öneriler de kitaba yansıtılmıştır. Çalıştay sonunda, katılımcı olan sivil toplum ve kamu görevlilerinin konu hakkında farkındalıklarının artırılması, yasal çerçeve ve önerilerin hazırlanmasına katkıda bulunmaları hedeflerine ulaşıldığı düşünülmektedir.

Bu çalışma da, konuyla ilgili diğer çalışmalarda olduğu gibi, HIV salgınından öğrenilen temel derslerden birinin evrensel olarak tanımlanmış insan hakları standartlarının, HIV’le ilişkili politikaların yönetimini ve içeriğini belirlemede, politika belirleyenlere kılavuzluk etmesi ve bu standartların HIV’e karşı ulusal ve yerel yanıtların her evresinin ayrılmaz bir parçası olarak görülmesi zorunluluğunu ortaya koymaktadır.

Pozitif Yaşam Derneği,
Ocak, 2008





























Giriş

1981 yılında ilk kez fark edilen HIV/AIDS, bugüne dek milyonlarca insanın yaşamını yitirmesine sebep olmuştur. HIV/AIDS tablosunun fark edilmesinden sonra hastalığa karşı duyarsız kalınan bir dönem olduğu ve bu duyarsızlığın ardında bu hastalıktan sadece eşcinsel erkeklerin, uyuşturucu kullananların ve siyahların etkilendikleri düşüncesinin yattığı genel olarak kabul görmüş bir argümandır. Ancak, virüsün başlıca bulaş yolunun cinsel ilişki ve kan nakli olduğu ve hastalıktan en çok etkilenen popülasyonun heteroseksüeller olduğu yapılan araştırmalarla ortaya konmasına rağmen; HIV/AIDS, diğer enfeksiyonlardan ve bulaşıcı hastalıklardan farklı olarak, sadece tıbbi bir sorun olarak değil, aynı zamanda sosyal, hukuki, ekonomik ve psikolojik sorunların da dahil olduğu karmaşık bir sorun olarak küresel gündemin önemli maddelerinden biri olagelmiştir. Virüsün güncel ilişkilerle bulaşmadığının, yalnızca belirli gruplara özgü olmadığının ve basit önlemlere uyulması halinde bulaşının engellenebildiğinin anlaşılmış olmasına rağmen, halen süregelen yanlış inanışlar ve bilgi eksikliği yüzünden hastalıkla savaşımda ciddi engellerle karşılaşılmaktadır.
  
Etkin tedaviye erişim ve önleme programlarını içeren küresel çabalar umut verici gelişmelere neden olmuştur. UNAIDS raporuna (2007) göre, HIV virüsü taşıyan insanların toplamı 33,2 milyondur (30,6 milyon – 36,1 milyon). 2007 yılı içinde yeni HIV enfeksiyonu sayısı 2,5 milyon ve AIDS nedeniyle gerçekleşen ölümler yaklaşık 2,1 milyondur[1].

Türkiye’de ise sürveyans sistemindeki ve sağlık bilgi alanındaki sorunlar nedeniyle elde bulunan resmi rakamların gerçek vaka sayısını yansıtmadığı göz önünde bulundurularak, Haziran 2007 tarihi itibariyle Türkiye’de HIV pozitif ve AIDS vakalarının toplam sayısının 2711 olduğu not düşülebilir.

1.1.     Türkiye’de AIDS Konusunda Yasal ve İdari Düzenlemeler

Türkiye’de ilk AIDS vakasının saptandığı 1985 yılı aynı zamanda AIDS konusundaki ilk idari düzenlemenin de yapıldığı yıl olarak bilinmektedir. Sağlık Bakanlığı tarafından AIDS, bulaşıcı ve salgın hastalıklar kapsamına alınmış ve ihbarı zorunlu tutulmuştur. Bu tarihten itibaren yayınlanan genelgeler ve Bakanlık yazıları dışında AIDS konusunda kapsamlı bir düzenleme yapılmadığı gibi HIV ve AIDS’in gündeme geldiği alanlarda mevzuat değişikliklerine de gidilmemiştir.

Seksenli yılların başından itibaren salgın halini alamaya başlayan HIV/AIDS, tüm dünyada etik ve yasal alanlarda sorunlar oluşturmaya başlamış ve salgınla baş edebilmek için HIV/AIDS’e özgü mevzuat çalışmaları devletlerin gündemine gelmiştir. Salgının başlangıcında geçmiş dönemlerde bulaşıcı hastalıklarla mücadelede etkili olan karantina önlemlerinin bu hastalıkta da başarılı olacağına inanılmış ve kısıtlayıcı önlemler alınmaya başlanmışsa da kısa süre içinde karantina önlemlerinin bu hastalıkta etkili olamayacağı anlaşılmıştır. Hastalığın başlıca bulaşma yolunun cinsel ilişki yoluyla olması ve savunmasız (incinebilir) grupları daha fazla etkiliyor olması nedeniyle kısıtlayıcı önlemlerin bu gruplar üzerindeki ayrımcılık ve dışlamayı artırdığının ve salgının daha da kontrol edilemez hale geldiğinin farkına varılması, HIV/AIDS alanında özel düzenlemeler yapılmasını ve HIV/AIDS ile yaşayanların sahip oldukları insan haklarından en geniş ölçüde yararlanabilmelerinin sağlanmasını gündeme gelmiştir. Bu amaçla pek çok ülkede mevcut yasalar HIV/AIDS’e yanıt verebilecek biçimde HIV/AIDS’le yaşayanların insan haklarından en geniş ölçüde yararlanabilecekleri biçimde yeniden düzenlenmiş ya da HIV/AIDS’e özel yeni ve ayrı yasalar çıkartılmıştır.

AIDS’in 1985 yılında Sağlık Bakanlığı tarafından ihbarı mecburi salgın ve bulaşıcı hastalıklar arasına alınmasını takiben, 1987 yılında tek kullanımlık enjektörlerin kullanımı, sünnetçi, berber gibi meslekler aracılığıyla hastalığın yayılımının engellenmesi ve sağlık kuruluşlarına başvuran kişilere HIV testi yapılması için bir genelge yayınlanmıştır. AIDS salgınının başlangıç aşamasında olunduğu düşünüldüğünden önleme ve korunma davranışlarının desteklenmesine önem verilen bu dönemde Sağlık Bakanlığı bu kararları bünyesinde oluşturmuş olduğu “AIDS Danışma Kurulu”nun tavsiyeleri üzerine yürürlüğe koymuştur. 1987 yılında “AIDS Danışma Kurulu”nda yapısal değişikliklere gidilmiş ve bu kurul yerine “AIDS Yüksek Kurulu” görevlendirilmiştir.

Sağlık kuruluşlarına tüm başvuran kişilere uygulanmak istenen HIV testi altyapısal eksiklikler nedeniyle yaygınlık kazanamamıştır ve giderek yerini sadece büyük ameliyatlara girecek hastalara cerrahi dallar tarafından yapılan test uygulamalarına dönüşmüştür. Ne var ki bu idari düzenlemenin halen yürürlükte olması muhtemeldir ve sağlık kuruluşlarına tüm başvuran kişilere HIV testi uygulamasını öngören, zorunlu ancak uygulanması mümkün gözükmeyen bir test olma niteliğini korumaktadır.

Doksanlı yılların başına gelindiğinde salgının niteliği bir miktar anlaşılmaya başlanmış ve yurtdışında çalışanlarda ve yabancılarda daha fazla olmak üzere seks işçilerinde daha sık görüldüğünün belirlenmesiyle yurtdışından askerlik görevi için gelenler ve seks işçilerine 1992 yılında zorunlu test uygulamasına başlanmıştır. 1996 yılında Ulusal AIDS Komisyonu’nun kurulduğu tarihe kadar mevzuat konusunda yapılan en önemli değişiklikler arasında 1994 yılında vakaların adlarının D-48 formu ile gizliliğin korunarak kodlu olarak Bakanlığa bildirilmesi sayılabilir.

Söz konusu ilk on yıllık dönem içinde yapılan idari düzenlemeler genelgeler düzeyi ile sınırlı kalmış olup sadece Sağlık Bakanlığı tarafından yayımlanmıştır ve ağırlıklı olarak önleme ve korunmaya yönelik önlemlerle sınırlıdır. HIV/AIDS’i ilgilendiren diğer alanlarda ise örneğin eğitim, toplumsal destek, ceza sorumluluğu gibi alanlarda ise HIV’e özel hiçbir düzenleme yapılmamıştır. Diğer bir deyişle HIV ve AIDS Sağlık Bakanlığı genelgeleri haricinde Türk Mevzuatında bulunmamaktadır.

Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün 18/03/2002 tarih ve 4134 sayılı Evlilik Öncesi Sağlık Raporu yazısı HIV/AIDS konusunda gündeme gelen son düzenleme olarak göze çarpmaktadır. Bu yazının hukuki niteliği belirsiz olup alışıldık olduğu üzere genelge biçiminde yayımlanmamış bir resmi yazı niteliğindedir.
1.2.     Mevzuat Değişikliği Konusundaki Diğer Çalışmalar
Türkiye’de HIV/AIDS alanında Ulusal AIDS Komisyonu, Başbakanlığın başkanlığı ve Sağlık Bakanlığı’nın koordinasyonunda 1996 kurulmuş, sekreterliğini Türkiye Aile Planlaması Derneği’nin yaptığı ve HIV/AIDS alanında sorumlu ya da etkinlik gösteren otuzdan fazla resmi ve sivil kuruluşun katılımıyla oluşturulmuş bir komisyondur. Başlıca amacı Türkiye’nin HIV/AIDS’e verdiği yanıtı izlemek, değerlendirmek ve planlamak olan bu komisyonun kuruluşundan itibaren Türkiye’de HIV/AIDS’in önlemesi amacıyla yapılması gereken mevzuat değişiklikleri çalışmasının bir bölümünü oluşturmuştur. Bu çalışmalar kapsamında Türkiye’deki HIV/AIDS konusunda etkili olan mevzuatın genel bir değerlendirilmesi ve sorunların ortaya konması olmasına karşın kapsamlı bir değerlendirme bugüne kadar yapılmamış ancak Ulusal AIDS Komisyonu’nun 1999 yılında yayımladığı bir rehberde mevzuat değişikliklerinde gözetilmesi gereken ilkeler açıklanmıştır.[2]   

Ulusal AIDS Komisyonu 1996 yılından başlayarak üç dönem halinde Ulusal AIDS Eylem Planı hazırlamıştır ve söz konusu üç eylem planında da HIV/AIDS konusundaki yasal çerçevenin değerlendirilmesini ve geliştirilmesini öncelik olarak saptanmıştır.
1.3.     Sağlık Bakanlığı Türkiye HIV/AIDS Önleme ve Destek Programı 
Türkiye’de AIDS, ilk vakanın saptandığı yıllardan itibaren kamuoyunun gündeminde olmasına karşın hastalığın yaygın bir salgın halini almaması nedeniyle hala ülkenin sağlık öncelikleri arasında ön sıralarda yer almamaktadır. Ne var ki aradan geçen yıllar içinde HIV/AIDS’le yaşayan kişilerin sayıları önemli bir sayıya ulaşmış ve bu kişilerin yaşadıkları özgün sorunlar idari ve yasal yapıyı zorlar hale gelmiştir. Başlangıçta hastalığın beraberinde getirdiği sorunlara sistem içinde dolaylı yollardan çözüm bulma çabaları geçerli olmuş ise de HIV/AIDS’e özgün yasal çerçevenin bir an önce oluşturulması konusunda tüm taraflar hemfikir durumdadır.

Sağlık Bakanlığı’nın Küresel Fon (the Global Fund) ile 2005 yılında imzaladığı anlaşma sonucu yürürlüğe giren “Türkiye HIV/AIDS Önleme ve Destek Programı” ülkemizde risk altındaki gruplara yönelik öncü çalışmaların yanı sıra HIV/AIDS konusunda ülkemizdeki mevzuatın değerlendirilmesi amacını da taşımaktadır. Bu program çerçevesinde Türkiye’de HIV ve AIDS’i ilgilendiren alanlarda başvurulan mevzuatın incelenmesi, başta HIV/AIDS’le yaşayanlara yönelik olmak üzere yaşanan hak ihlallerinin saptanması ve sorunları önleyecek ve çözüm yolları oluşturacak bir yasal çerçeve taslağının hazırlanması da hedeflenmiştir. HIV/AIDS konusundaki Yasal Çerçeve çalışması Pozitif Yaşam Derneği tarafından üstlenilmiş olup bir dizi etkinlikten oluşmaktadır. Bu etkinliklerin çıktılarından biri elinizdeki kitabın hazırlanması olarak öngörülmüştür. Yasal Çerçeve çalışması taslağı, Pozitif Yaşam Derneği tarafından oluşturulan bir uzmanlar grubu tarafından hazırlanmıştır ve 2007 yılının Aralık ayında düzenlenen “HIV/AIDS ve İnsan Hakları Çalıştayı” kapsamında gerçekleştirilecek grup çalışmaları ile bu konuda Türkiye’nin ileri gelen uzmanlarının da görüşleri alınarak basıma hazır hale getirilmiştir.
1.4.     Kitabın amacı ve Hedef Grubu
Son yıllarda çeşitli kurum ve kuruluş tarafından uzmanlar aracılığıyla mevzuatın ve yasal alanda yaşanan sorunların değerlendirilmesine yönelik bir dizi çalışma yapılmıştır. Bu çalışmalardan en önemlileri arasında Pozitif Yaşam Derneği tarafından gerçekleştirilen bir mevzuat taramasıdır. Diğer bir önemli çalışma HIV/AIDS’le yaşayanlara yönelik bir değerlendirme çalışmasıdır. Yine Pozitif Yaşam Derneği tarafından hazırlanan bu değerlendirmede HIV/AIDS’le yaşayan kişilerle yapılan görüşmeler sonucunda yaşadıkları hak ihlalleri belirlenmiş, ayrıca Derneğe başvuru yapan diğer kişilerin de sorunlarına yer verilmiştir.  

Elinizdeki kitap Türkiye’de HIV/AIDS ile ilgili yasal çerçeveyi belirlemek, mevcut yasal çerçevenin Türkiye’de HIV/AIDS konusunda yaşanan sorunlardaki etkisini değerlendirmek ve mevcut yasal çerçevenin geliştirilmesi doğrultusunda öneriler geliştirmek amacıyla hazırlanmıştır. Bu rehberin hedef kitlesi parlamenterler, devlet/hükümet görevlileri ve sivil toplum kuruluşlarıdır. 



2.           HIV/AIDS ve İnsan Hakları

HIV/AIDS epidemisi ayrımcılık, dışlama ve suçlamanın yaygın olduğu; insan hakları konusunda ciddi kaygıların yaşandığı, bireylerin ve grupların onurlarının hiçe sayıldığı ve sayılan bu nedenlerle insanların HIV/AIDS’e yakalanmalarının kolaylaştığı bir ortamda hüküm sürüyor. Birçok ülkede HIV/AIDS ile yaşayan bireylere, yakınlarına, arkadaşlarına ve onlara bakım hizmeti sunanlara karşı yaygın bir ayrımcılık uygulanıyor. Önceden dışlanmış gruplar ise insan hakları korumasından yoksun olmaları nedeniyle HIV/AIDS’in beraberinde getirdiği yıkımlardan daha fazla pay alıyor ve/veya diğer insanlar tarafından ayrımcılığa maruz bırakılıyorlar.

Epideminin başlangıcından beri eşcinseller, seks işçileri, damariçi uyuşturucu kullananlar gibi gruplar hastalığın kaynağı olarak suçlanmış ve toplum sağlığını korumak amacıyla bu gruplara karşı ciddi bir suçlama ve ayrımcılık uygulanmıştır. Eşcinseller, seks işçileri, çokeşliler ve “ahlak yönünden düşkün olanlar” için HIV/AIDS hem bir ceza olarak algılanmış hem de bu gruplara uygulanacak ayrımcılık, suçlama ve dışlamanın bahanesi olarak değerlendirilmiştir.

HIV/AIDS ile yaşayan bireylere ve HIV/AIDS nedeniyle çeşitli grupların üyelerine uygulanan suçlama, dışlama veya ayrımcılığın kökeninde ya toplumun cinselliğe bakışındaki ahlaki kaygılar ve tutumlar ya da toplum sağlığını koruma adına sürdürülen ve herhangi bir bilimsel dayanaktan yoksun tutumlar yer alır. Hastalığın yalnızca bu gruplara özgü olmadığının anlaşılmış olmasına karşın bu uygulamalar halen sürüyor ve bu durum hastalıkla savaşımda ciddi engellere neden oluyor. Bu durum öncelikle hastalığın kendileri dışındaki gruplara özgü olduğu inancını taşıyan insanların hastalıktan korunma konusunda herhangi bir gereksinim duymamalarına yol açıyor. Diğer yönden hastalığa yakalanmış olma şüphesi içindeki insanlar, söz konusu ayrımcılık ve suçlamalar nedeniyle sağlık hizmeti ve danışmanlık için uygun merkezlere başvurmaktan çekiniyorlar ve hastalığın yayılması kolaylaşıyor.

İnsanlık tarihinde Cinsel Yolla Bulaşan Enfeksiyonlar (CYBE) ayrı değerlendirmelere tabi tutulmuştur. Frengi ve Belsoğukluğu hala üzerlerinde bir hastalıktan öte anlamlar taşıyan hastalıklardır. Bu hastalıklar nedeniyle insanların nesiller boyu kayıtları tutulmuş, kısıtlamalar ve yasaklamalara maruz bırakılmışlardır. Ne var ki bu yasaklama ve kısıtlamalar ne sözü edilen hastalıkları toplum için tehdit olmaktan çıkarmış ne de toplumda “ahlak düşüklüğü” olarak algılanan eylemleri değiştirmiştir. HIV/AIDS’in de artık sıradan, ancak önemsenmesi gereken bir CYBE olarak algılanma zamanı gelmiş bulunuyor. Bu hastalığın toplumdaki ahlak tartışmalarının nesnesi olmasına artık bir son verilmesi gerekir. CYBE’lerle savaşım tarihinin tüm aşamalarında görüldüğü gibi bu hastalıkla savaşımda da cinsel tutumları ve HIV testi sonuçları nedeniyle bir grup insana sınırlama ve kısıtlamalar getirilmesi hastalık tehdidini ortadan kaldırmayacağı gibi sorunların çözümünü daha da güçleştirecektir.   

2.1.     AIDS’in önlenmesinde İnsan Haklarının Korunmasının Önemi

İnsan hakları, etik kurallar ve yasalar; insan davranışını açıklayan, tanımlayan ve düzenleyen yapının temel taşları arasında yer alır. Daha özelde insan hakları, etik kurallar ve yasalar; devlet ve vatandaşlar arası ilişkileri; bireyler, gruplar ve topluluklar arası ilişkileri düzenler. HIV/AIDS’in toplum içindeki konumu insan davranışı ile belirlenir. Bireyler arası ilişkiler, toplum içindeki gruplar arası ilişkiler ve devletin HIV/AIDS’e yaklaşımı bu konumu etkiler. Bu nedenle insan hakları, etik kurallar ve yasalar bireylerin ve toplulukların HIV/AIDS’e verdiği yanıtın her basamağında yer alırlar ve toplum içinde kişilerin insanlık onurlarının korunmasında ve acıların dindirilmesinde uygun araçlar olabilirler. Bunlara toplumun uyum göstermesi HIV/AIDS ile yaşayanların hastalığa karşı koyma gücünü artıracağı gibi, olabildiğince güvenli, sağlıklı, üretken ve uzun bir yaşam sürdürmelerini de sağlar.

2.1.1.         HIV/AIDS ve ayrımcılık

Tüm Dünyada olduğu gibi ülkemizde de AIDS korkusu, HIV/AIDS ile yaşayan insanlara uygulanan suçlamalara ve ayrımcılığa gerekçe oluşturmuştur. Diğer ülkelere bakışla henüz HIV/AIDS ile yaşayan insanların sayıları çok az olmasına karşın bu insanlar, topluma mikrop saçtıkları gerekçesiyle suçlanıyorlar ve bu suçlamalar basın tarafından da destekleniyor. Bu suçlama kampanyalarından hastalığın kaynağı olarak gösterilmek istenen gruplar da paylarını alıyor. Önceleri eşcinsel erkeklere uygulanan ayrımcılık ve suçlamalar günümüzde göçmen seks işçilerine ve travesti/transseksüellere yönelmiş durumdadır. Hemen her gün gazete ve televizyon kanallarında “mikrop saçan Nataşa’lar” ya da “sorumsuzca ortalığa salınmış travestiler” haberleri yer alıyor ve bu gibi yayınlar hastalığın önlenmesi çalışmalarını olumsuz etkiliyor. HIV/AIDS’in belli bir grubun hastalığı olarak gösterilmesi bu gruplarla ilişkisi olmayan insanların kendilerini cinsel yolla bulaşan hastalıklardan uzak hissetmelerine neden olabilmektedir.

HIV/AIDS ile yaşayan ya da hastalık kaynağı olarak suçlanan insanlar ayrımcılığın çok çeşitli türleriyle karşı karşıyadır. Bu uygulamalar günlük yaşantılarının her anında ve geleceklerini de etkileyecek biçimde sürüyor:

-         HIV/AIDS ile yaşayanlara bazı klinikler sağlık hizmeti sunmayı reddetmektedir. Ne yazık ki ülkemizde HIV pozitif anneler bebeklerini doğum servisleri yerine ilgisiz birimlerde dünyaya getirebilmektedir. HIV pozitif olduğu bilinen bir kimsenin diş tedavisi olması gerçek bir sorundur.
-         HIV pozitif ebeveynleri nedeniyle ya da kendisi HIV pozitif olduğu için eğitim hakkı elinden alınmak istenen öğrenciler daha şimdiden ülkemizin gündemindedir.
-         HIV pozitif olması nedeniyle insanların işlerine son verilebilmektedir.
-         Seks işçilerine onayları alınmadan ve danışmanlık verilmeden test uygulanmakta ve HIV pozitif olanlara test sonuçları ilgisiz görevlilerce açıklanabilmektedir.
-         Özel yaşamın gizliliği HIV/AIDS söz konusu olduğunda hiçe sayılabilmektedir.
-         Bedelli askerlik, öğrenci yurtlarına kayıt olabilme gibi durumlarda test olma koşulu aranabilmekte, bu durum olağan karşılanmakta ve HIV pozitif olabilecek insanlara peşinen ayrımcılık uygulanabilmektedir.

Bu türden uygulamalar genellikle HIV/AIDS dahil CYBH’lara yönelik önleme programları olmayan ülkelerin köklü eğitim programları yerine uyguladığı kampanyalardır. Tüm nüfusun güvenli cinsel ilişki konusunda eğitimi gerekirken savunmasız grupların suçlanması ve ayrımcılığa uğratılması hastalıkla savaşımda çok değerli bir faktör olan zaman tüketimine neden olmaktadır.

HIV enfeksiyonu için insan grupları değil davranış biçimleri risktir. HIV taşıyan insanlara karşı ayrımcılık uygulandığı sürece HIV testi için insanlar gönüllü olmayacaklardır. Bu, insanların farkında olmadan diğer insanlara HIV bulaştırması anlamına gelir. İnsanlar HIV durumlarını özgürce açıklamaları yönünde desteklenmedikçe HIV ile ilgili yanlış anlaşılma ve cehalet, dolayısıyla HIV’li sayısı ve toplumdaki yayılımı artacaktır.

2.1.2.         Ayrımcılık nasıl önlenir?

Ayrımcılık, HIV/AIDS ile yaşayan insanların yaşam koşullarını dayanılmaz hale getirdiği kadar hastalığın önlenmesi çalışmalarına da engel olur. Ayrımcılıkla savaşım, HIV/AIDS’in önlenmesi programlarının temelini oluşturmalıdır. Bu temel; etik, insan hakları ve yasalardan oluşan bir zemin üzerine inşa edilir.

Toplumsal yapı, içinde insanların kendilerini toplumun bir bireyi olarak tanımladıkları, tasarladıkları ve eylemlerinin tarzını belirleyen düşünsel düzeyleri barındırır. Bu düzeylerin en önemlilerinden biri olan ahlak, büyük ölçüde insanların içinde bulundukları topluluğun genel yapısı ile belirlenir ve bir değerler dizgesini barındırır. İnsanlar hangi eylemlerinin doğru hangi eylemlerinin yanlış olduğuna, ne türden eylemleri yapmak zorunda olduklarına, neden öyle değil de bu biçimde davranmaları gerektiğine bu düşünsel düzey içinde kendilerini tasarlayarak, bu düzeyle olan hayali ilişkileri aracılığıyla karar verirler. İnsanlar doğdukları andan itibaren dil aracılığıyla bu düzeyle doğrudan ilişki içindedir. Etik ise ahlaki düzeyin bilgisidir. Bu anlamda insanların eşcinsellik, seks işçiliği ve damariçi madde bağımlılarına karşı tavırları önce ahlak düzeyinde belirlenir. Ayrımcılık, bilgisizlik ve tolerans yokluğunun kol gezdiği toplumlarda ahlaki bir yaptırım olarak ortaya çıkar. Bu nedenle ayrımcılığın önlenmesi çalışmalarının her şeyden önce etik alanında başlaması gerekir. Öncelikle ayrımcılığın kaynaklandığı ahlaki değerler etik içinde sorgulanmalı ve bunu ortadan kaldıracak yeni değerler yaygınlaştırılmalıdır.

Bir ülkede HIV/AIDS ile yaşayan insanlara ya da hastalığı yaydıklarına inanılan gruplara karşı uygulanan ayrımcılık ile o ülkedeki insan haklarının gerçekleşme düzeyi arasında yakın ilişki bulunur. Genelde bir ülkede evrensel insan hakları hangi düzeyde kabul görüyor, yani hangi ölçülerde anayasalarında yer alıyor ve kanunlarla korunuyorsa, bireylerin ya da grupların hakları o ölçüde korunuyor anlamına gelir. Bu durum bir etken-sonuç ilişkisinden çok bir etkileşim ve demokratik gelişmişliğin göstergesidir. İnsan haklarının geçerli bir neden olup olmadığına bakılmaksızın kolayca sınırlanabildiği, farklı yaşam tarzı olan grupların hak ve özgürlüklerinin olabileceğinin düşünülmediği toplumlarda; herhangi bir grup gibi HIV/AIDS ile yaşayanlar, eşcinseller ve seks işçileri de ayrımcılığa uğrayabilir, kamu özgürlükleri sınırlanabilir.

Büyük ölçüde cinsel yolla bulaşan bir hastalık olması nedeniyle hiç gerekmediği halde yasalarca diğer insanlara tanınan hak ve özgürlüklerin HIV/AIDS ile yaşayan insanlar ya da hastalığı yaydığına inanılan gruplar için sınırlandırılması istekleri çok sık olarak gündeme gelmektedir. Bu durum hem HIV/AIDS ile yaşayanlar için büyük sıkıntılar getirmekte hem de HIV/AIDS önleme programlarını olumsuz etkilemektedir. Gerçekte HIV/AIDS için temel insan hakları ve kamu özgürlükleri için bir sınırlama getirme zorunluluğu yoktur.

HIV/AIDS savaşımında büyük engeller oluşturan ayrımcılığa karşı yasal dayanakların ortaya çıkarılması, bu konuda eksikliklerin giderilmesi çok önemlidir. Özellikle HIV/AIDS ile yaşayan insanların iş ilişkileri söz konusu olduğunda konunun önemi daha da belirginleşir. İş yerinde çalışan diğer insanları korumak adına HIV/AIDS ile yaşayan insanların işe alınmamaları, sonradan ortaya çıktığında ise işlerine son verilmeleri son derece yanlıştır. Bu insanlar uzun seneler verimlerinden hiç bir şey kaybetmeden çalışabilirler ve başkaları için bir tehlike oluşturmazlar. Bu insanların bir işe en ihtiyaç duydukları anda ayrımcılığa maruz bırakılmaları HIV/AIDS’i önleme çalışmalarına vurulacak en büyük darbelerden biridir.

2.1.3.         Hukukun anlamı

Toplum yaşamında ilişkileri düzenleyen kuralların diğer önemli bir bölümü hukuksal kurallardır. Hukuku, öteki ilke ve kurallardan ayıran çeşitli farklılıklar içinde en önemlisi, “yaptırım”ının niteliğidir. Ahlakın yaptırımı “vicdani”dir. Hukukun yaptırımı ise “devletçe güçlendirilmiş”tir, hukuk kurallarına uymayanlara karşı devlet müdahale eder ve hukuka uymayı “zorla” sağlar. Bu anlamda etik ilkeler daha çok sivil alanda geçerli, uyulması istenen ve beklenen kurallardır. Toplumca benimsenen ahlaki doğrulara karşı davranmanın da sivil alanda yaptırımları vardır ancak bu alanda devletin hukuksal gücü sınırlıdır. Örneğin komşularını sevmeyen bir insan için hukuksal alanda bir yaptırım söz konusu değildir ancak bu insanlar çevrelerinden tepki alarak bir anlamda cezalandırılırlar. Hukuku devlet yaratır ve buna yalnız devlet yetkilidir. Devlet, hukuk kurallarını koymak gücüne ve –aynı zamanda– tekeline sahiptir. Hukuk, bir yandan iktidarı örgütler, kurumlaştırır, onu meşru kılmaya çalışırken; öte yandan, iktidara karşı bireyin hakları için güvence unsurları oluşturur. İktidar; hukukla, hukuka başvurarak örgütlenir. Hukuk, iktidarı örgütler derken, devlet organlarını belirtmesi, onların birbirlerinden farklılaşmalarını, giderek yetkinleşmelerini sağlaması anlaşılır.

Devlet iktidarının ortaya çıkardığı üç sorun vardır: Bu iktidarın kazanılması, kullanılması ve sınırları. Bütün bu sorunların çözülmesi ve temel birtakım kurallara bağlanması gerekir. Devletlerin hemen hepsinde, bu temel kurallar “anayasa” diye adlandırılan ve özel bir niteliğe ve güce sahip bir metinde yazılıdır.

2.1.4.         Haklar ve özgürlükler

Anayasa, önce, devletin temel yapısını, örgütünü, bu örgütün işleyiş kurallarını gösterir. Anayasalar, aynı zamanda çıkarılacak kanunların uymak zorunda oldukları temel ilkeleri de gösterir. Bu temel ilkeler ise, çoğu zaman, insan hak ve özgürlükleri ile ilgilidir. Demokrasilerde kişilere tanınan haklar ve özgürlükler için çeşitli terimler kullanılır: “Bireysel haklar” ya da “bireysel özgürlükler”, “insan hakları”, “temel haklar ve özgürlükler”, nihayet “kamu özgürlükleri”. Hepsi de eşanlamda kullanılan bu terimler arasında bazı anlam farklılıkları vardır:

-         “Bireysel haklar” ya da “bireysel özgürlükler” deyimleri, 18. Yüzyılın bireyci öğretisiyle ilgilidir. Bu terimler o günden bu güne olan gelişmeyi yansıtmazlar. Çağdaş haklar ve özgürlükler dizgesinin ancak bir bölümünü ifade etmek üzere bu terimler yine de kullanılabilir.
-         “İnsan hakları” terimi ise en geniş olanıdır. Ve “olan” dan çok “olması gereken”i ifade eder. Bütün insanlara tanınması gereken “ideal” bir haklar listesi, “ulaşılacak hedefler programı” biçiminde birçok kez düzenlenmiş ve uluslararası boyutta tartışılmıştır. Bu metinlerin en önemlilerinden biri Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10 Aralık 1948’de kabul ettiği “İnsan Hakları Evrensel Bildirisi” dir.
-         “Kamu özgürlükleri”, bu ideal listenin ya da programın “gerçekleşmiş” bölümüdür. Daha açık bir deyişle, kamu özgürlükleri, insan haklarının devletçe tanınmış ve pozitif hukuka girmiş biçimidir. Hukuksal düzeyde kamu özgürlükleri, “gerçekleşmiş” insan haklarıdır.

2.1.5.         Kamu özgürlüklerinin düzenlenmesi ve korunması

Kamu özgürlükleri çağdaş devletin varlık sebebidir ve bireyler bu özgürlüklere doğuştan sahiptir ve kişiliklerinin bir parçasıdır. Bu özgürlükleri yok etmek, kişiliği yok etmek demektir. Ancak, özgürlük de sonuç olarak “yasal yetki” yani hak olduğundan, zorunluluklar nedeniyle sınırlandırılabilir. Fakat kamu özgürlüklerinin sınırlandırılması, diğer hakların sınırlandırılması gibi kolay ve rahat gerçekleştirilemez. Özgürlüğe sınır, kişiye sınır sayıldığından bu konuda çok dikkatli davranmak gerekir.

Özgürlüklerin var olabilmeleri; kişi yönünden pratik bir değer taşıyabilmeleri için, sınırlarının belirlenmesi, kullanılma yollarının gösterilmesi, birtakım kayıtlarla çerçevelenmesi, kısaca “düzenlenmesi” gerekir. Her düzenleme, aynı zamanda özgürlüklerin korunması sorununu da gündeme getirir; çünkü her düzenleme, ister istemez, bir sınırlama getirir. Öyle olunca da ortaya çözümlenmesi gereken iki önemli sorun çıkar. Bu sorunlardan ilki; düzenlemeyi, giderek sınırlamayı kimin yaptığı ya da kimin yapması gerektiği; ikincisi ise sınırlamanın ölçüsünün ne olması gerektiğidir.

2.1.6.         Kamu özgürlüklerini kim sınırlayabilir?

Demokratik hukuk devletlerinde, özgürlüklerin sınırlanması, yasama organınca ve ancak kanun yoluyla yapılabilir. Bu ilke, bireyler için büyük bir güvencedir. Siyasal iktidarların kaynağı halkta olduğuna ve parlamento da halkı temsil ettiğine göre, kamu özgürlüklerinde düzenleme yetkisini kullanacak en uygun organ yasama organıdır.

Özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabilmesi ilkesinin bireylere sağladığı güvence iki noktadadır: Birincisi, kanunlar, parlamentolarda, açık görüşme ve tartışma yöntemleriyle hazırlandıklarından, özgürlüklerin düzenlenmesinde, kamuoyunun denetimi sağlanmış olur. İkincisi, kanunlar, herkes için geçerli genel kurallar koyduklarından, sınırlamaların nesnelliği sağlanmış, giderek belli kişi ve grupları hedef almaları olasılığı önlenmiş olur.

2.1.7.         Sınırlamanın ölçüsü

Özgürlükleri sınırlandırma yetkisini yasama organına bırakma bireyler için kuşkusuz büyük bir güvencedir. Ancak kanun koyucunun da uyacağı birtakım ölçüler, bazı kuralları kabul etmek gerekir. Bu konuda iki ilke önemlidir. Birincisi, özgürlük kural, sınırlama istisnadır. Özgür ve demokratik bir toplumda, açıkça yasaklanmayan her şeyin yapılması serbest olmalıdır. İkincisi, özgürlük, ancak toplum yaşamının bozulmamasını sağlamak ve kendisinden herkesin yararlanabilmesini mümkün kılmak amacıyla sınırlandırılmalıdır.

Anayasamızda kamu özgürlüklerinin sınırlandırılması 13. Madde ile düzenlenmiştir. Bu madde temel hak ve özgürlüklerin belli koşullarda sınırlandırılabileceğini öngörür. Bu maddede yer alan genel sınırlama sebepleri temel hak ve özgürlüklerin tümü için geçerlidir.  Bu koşullardan biri de genel sağlığın korunması amacıyla temel hak ve özgürlüklerin sınırlanabileceğidir.

HIV/AIDS’in yaygın bulaşma biçimi cinsel yoldur. Cinsel ilişki ise sadece bedensel birleşmeden ibaret değildir. Her cinsel ilişki bedensel ilişki biçiminden öte bir toplumsallık özelliğini de barındırır. Diğer toplumsal ilişkilerden cinsel ilişkinin önemli bir farkı bu toplumsal ilişkinin gerçekten özel bir ilişki biçimi olduğudur. Bu özel ilişki biçimi; içinde şiddet, sömürü, insanlık onurunun zedelenmesi gibi öğeleri içermiyorsa diğer insanlara kapalı bir alandır. Gerçekten de bu alanın tam olarak denetlenmesi ve düzenlenmesi şimdiye kadar en baskıcı toplumlarda bile gerçekleşememiştir. Üremeye yönelik olmayan cinsel ilişki biçimlerinin dışlandığı, tek eşliliğin egemen ilişki biçimi olarak ilan edildiği tarihteki topluluk örneklerinde bile çokeşlilik değişik biçimleriyle gizli olarak sürmüştür. Cinsellik alanında en fazla; bilgi, tutum ve davranışları değiştirmeye yönelik etkinlikler söz konusu edilebilir. Yasaklamalar ve kısıtlamalar ancak ortadan kaldırılmaya çalışılan tutumların daha gizli yapılması ve dolayısıyla eğer bu tutumlardan kaynaklanan bir tehlike söz konusuysa daha da artmasıyla sonuçlanır.

HIV/AIDS söz konusu olduğunda, bu hastalığın başlıca cinsel ilişki yoluyla yayıldığı göz önüne alınarak bu konuda bilgi, tutum ve davranışların değiştirilmesine yönelik etkinliklerden daha fazlasına gerek olmadığı akılda tutulmalıdır. Hastalığın kaynağı olarak düşünülen grupları ortaya çıkarma ve onların temel insan hakları ve kamu özgürlüklerini sınırlandırmaya çalışmanın şimdiye kadar bir yararı görülmemiştir. HIV/AIDS’in önlenmesinde belli gruplara yönelik kısıtlama ve sınırlamalar hiçbir yarar sağlamayacaktır. Tersine bu gruplara yönelik kısıtlayıcı ve sınırlayıcı önlemler onlara ulaşımda bir engel teşkil edecektir. Bu engeller hem onların tanı ve tedavi olanaklarından yararlanmalarını engelleyecek hem de hastalığın yayılmasını kolaylaştıracaktır.

Ülkemizde yürürlükte olan Anayasa bağlamında; HIV/AIDS ile yaşayan kişilerin temel hak ve özgürlüklerini kullanmaları kamu sağlığına yönelik hiçbir tehlike oluşturmamaktadır. Aksine, temel hak ve özgürlüklerinin korunduğu ortamlarda HIV/AIDS ile yaşayan kişilerin hastalığın yayılmasının önlenmesinde önemli görevler üstlenebildikleri ve savaşıma katkıda bulundukları çeşitli ülkelerdeki deneyimlerle gösterilmiştir.

2.1.8.         İnsan hakları ve kamu özgürlüklerinin uluslararası güvencesi

İnsan hakları ve özgürlüklerinin korunmasında diğer bir güvence uluslararası sözleşmelerdir. İnsan haklarının uluslararası düzeyde tanınması, belli bir yaptırıma bağlanmazsa, kağıt üstünde kalmaya mahkumdur. Nitekim çok iyi niyetler ve amaçlarla hazırlanmış, Birleşmiş Milletler aracılığıyla pek çok devlet tarafından imzalanmış sözleşmeler, yaptırımsızlık nedeniyle etkili olamamaktadır. Bu sakıncayı gidermek için Avrupa Konseyi’ni oluşturan devletlerin hazırlayıp onayladıkları “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde somut yaptırımlara yol açacak denetim mekanizmaları kurulmuştur. Türkiye Cumhuriyeti de kendi yurttaşlarının Avrupa Konseyi sistemi çerçevesindeki insan hakları güvencelerinden yararlanmasını, başka bir deyişle bu denetim mekanizmalarında yer alan yetkileri kabul etmiştir.

Avrupa Konseyi’nin insan haklarına ilişkin yükümlülüklerini yerine getirmeyi üstlenen her devlet bu haklardaki ihlallere karşı Konseyin yargı mercilerine gidilmesini kabul etmek durumundadır. Bunlar tam anlamıyla bağımsız, uluslararası mahkemelerdir. Kişi ve kuruluşların başvuruları Komisyona yapılır. Komisyonun ve yargı mercilerinin oluşma ve çalışma biçimleri başta sözleşme olmak üzere, ilgili metinlerle ayrıntılı bir biçimde düzenlenmiştir.

Avrupa İnsan Haklarına bireysel başvuru için Türkiye bazı çekinceler koymuş olmasına rağmen İnsan Hakları konusunda Türkiye’de alınmış en önemli mesafe bu uluslararası güvencedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi içindeki temel hak ve özgürlükler ile bu ana sözleşmeye ek olarak çıkarılan diğer sözleşmelerde yer alan hükümler iç hukukun üstüne çıkmaktadır. Böylece, bizim iç hukukla kamu özgürlükleri adıyla andığımız pek çok temel hak artık kesin olarak İnsan Hakları Statüsü kazanmaktadır.

2.2.     Türkiye’de AIDS Bağlamında İnsan Hakları ile İlgili Yasal Çerçeve: 1982 Anayasası

Ülkemizde insan hakları ve kamu özgürlükleri konusundaki temel hukuk ilkeleri 7 Kasım 1982 tarihinde halk oylaması ile kabul edilen Anayasamızın bu konudaki hükümlerinden kaynaklanmaktadır.

Anayasamızın Genel Esaslarının belirlendiği Birinci Kısımdaki önemli maddelerden biri “Kanun Önünde Eşitlik” maddesidir. Bu madde herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetmeksizin kanun önünde eşit olduğunu belirtir. Bu madde, Anayasanın daha sonraki “Temel Haklar ve Ödevler” Kısmındaki Bölümlerinde belirtilecek olan İnsan Hakları ve Kamu Özgürlüklerini düzenleyen maddeler bağlamında hiçbir kişiye, aileye, zümreye ya da sınıfa ayrıcalık tanınamayacağını, herkesin bu haklardan eşit biçimde yararlanacağını vurgular.

Buradaki önemli nokta HIV/AIDS ile yaşayan bireylerin toplumun diğer üyeleriyle aynı hakları paylaşıp paylaşmayacağı sorunudur. “Sakat ve malüller”in durumu Anayasa’nın 61. Maddesinde ele alınmıştır ve Devleti sakatların korunmaları ve toplum hayatına intibakları konusunda tedbirler almakla yükümlü kılmıştır. Sakatların durumu sosyal güvenlik hayatını sağlayan yasa, yönetmelik ve tüzüklerle de düzenlenmiştir. Sorun büyük ölçüde HIV/AIDS ile yaşamanın sakatlık kapsamına girip girmeyeceğidir. Sakatlık durumunda iş hayatını düzenleyen mevzuat kapsamında HIV/AIDS ile yaşayan bireylerin iş bulma ve işlerini devam ettirme koşulları olumsuz etkilenebilmektedir. Son yıllarda bedensel engellilerin haklarını savunanlar “Sakat” terimi yerine birçok durumda “Engelli” terimini kullanmayı yeğlemektedir. “Sakat” içinde yetersiz olmayı da barındıran bir terimdir. Birçok durumda engelliler için yetersizlik değil bir engelleme söz konusudur. Örneğin tekerlekli iskemle ile hareket etmek zorunda olan bir bilgisayar operatörü birçok büronun asansörü olmaması nedeniyle diğer meslektaşlarıyla eşit iş bulma ve çalışma hakkını kullanmakta zorlanır. Büroların yapılış biçimi engelli insanların çalışma koşulları göz önüne alınarak yapılmadığı için bu kişilerin çalışmaları bir şekilde engellenmiştir. Bu anlamda “Engelli” terimi bedensel özürlü insanların toplum içinde uğradıkları ayrımcılığı ifade etmek üzere kullanılmaktadır.

HIV/AIDS ile yaşayan bireylerin engelli insanlar kapsamında düşünülmesi daha doğrudur. HIV ile yaşamak insanlara hasta olma durumu yaşatmasa da insanların günlük yaşamını etkileyebilir. HIV ile yaşayan insanlar ya da HIV taşıdığı düşünülen insanlar genellikle diğer insanlarla birlikte yaşamak ve çalışmak bağlamında güçlüklerle karşılaşırlar. Bu insanlar korku ve önyargılar nedeniyle toplum tarafından oluşturulmuş bariyerlerle engellenmişlerdir.

2.2.1.         Temel insan hakları ve kamu özgürlüklerinin korunmasına yönelik güvenceler

HIV/AIDS savaşımı için büyük önem taşıyan temel insan hakları ve kamu özgürlüklerinin korunmasında başlıca yollardan biri Anayasal güvencelerdir. Anayasa, kendi hükümleri içinde, insan hakları ve kamu özgürlüklerinin korunması için genel güvenceler getirmiştir. Bu güvenceler Anayasanın “XIII. Hakların Korunması ile İlgili Hükümler” alt başlığında 3640. Maddeler olarak yer alırlar.

Güvencede esas şu ilkelerden oluşur:

-         Anayasa ile tanınmış hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir (Madde 40/1). Yetkili makam yönetim makamları olduğu gibi yargı mercileri de olabilir. Yargı mercileri önünde ihlal edilen bütün haklarının yerine getirilmesi ve tazmini istenebilir. İşte bu noktadan;
-         “Hak Arama Hürriyeti” (Madde 34) doğar.
-         Hak arama özgürlüğünü yargı mercileri önünde “davalı” veya “davacı” olarak kullanmak mümkündür. Hakkını arayan, yasal bütün yollardan yararlanarak iddialarını kanıtlayabilir, kendini savunabilir (Madde 36/1).
-         Hak aramada doğal yargıç güvencesi esastır. Olağanüstü mahkemeler doğal yargıç ilkesine ters düşerse kurulamaz (Madde 40). Ayrıca hiçbir mahkeme, görevi ve yetkisi içindeki bir davaya bakmaktan kaçınamaz.
-         Ceza sorumluluğu kişiseldir. Kimse, işlediği zaman yasalarda suç sayılmayan bir eylemden dolayı cezalandırılamaz. Cezalar ile ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri (suçlunun, ıslahı için cezasını çekerken, ek bazı önlemlere başvurulması bu önlemlerin de mutlaka ceza yasalarında bulunması gerekir) ancak kanunla konulur. Genel müsadere cezası yoktur. Hiç kimse kendisini ve yasalarda gösterilen yakınlarını suçlayıcı beyanda bulunmaya, kanıt getirmeye zorlanamaz (Madde 38).
-         Yönetim, kişi özgürlüğünü (elbette anayasal koşullar yoksa) sınırlayacak yaptırımlar uygulayamaz (Madde 38).
-         Kişinin resmi görevlilerce haksız işlemlerle uğradığı zarar Devletçe ödenir (Madde 40/2).









2.2.2.         Kamu özgürlüklerinin HIV/AIDS ile yaşayan bireyler için anlamı

Anayasamızın İkinci Kısmı, Temel Haklar ve Ödevler başlığını taşır ve burada temel insan hakları ve kamu özgürlükleri düzenlenmiştir. Aşağıdaki tabloda bu hak ve özgürlüklerin bazılarının HIV/AIDS ile yaşayan bireyler açısından ne anlama geldiği belirtilmiştir.

MADDE
HAK / ÖZGÜRLÜK
HIV/AIDS İLE YAŞAYANLAR İÇİN ANLAMI
17
KİŞİNİN MADDİ VE MANEVİ VARLIĞI
Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Hiç kimse ya da kurum (örneğin bir hastane ya da işyeri) kişinin onurunu zedeleyici etkinlikte bulunamaz.
17
KİŞİNİN DOKUNULMAZLIĞI
Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.
Kişi, kendi bedeni ile ilgili tıbbi kararları kendisi verir, yani HIV testi için kişiler zorlanamaz. Tedavi sırasında kişilere acımasızca ya da aşağılayıcı davranılamaz.
20
ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİ
Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir.

HIV/AIDS ile yaşayan kişilerin bu bilgiyi gizleme hakları vardır. Hiç kimse ya da kurum, kişileri bu durumu açıklamaya ya da kan testi ile saptanmasına zorlayamaz.
26
DÜŞÜNCEYİ AÇIKLAMA VE YAYMA HÜRRİYETİ
Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama veya yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.
Bu hak özellikle okullara ve cezaevlerine HIV/AIDS’in önlenmesi ile ilgili doğru bilgilerin ulaştırılmasında önemlidir.
33
DERNEK KURMA HÜRRİYETİ
Herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sahiptir.
Herkes dilediği kuruluşa üye olabilir. HIV/AIDS ile yaşayan insanlar dayanışmalarını güçlendirmek amacıyla dernekleşebilirler.
23
YERLEŞME VE SEYAHAT HÜRRİYETİ
Herkes, yerleşme ve seyahat hürriyetine sahiptir.
HIV/AIDS ile yaşayan insanların ülkede serbestçe dolaşma hakları vardır. Bu insanlar toplumdan ayrı yaşamaya zorlanamaz.
48
ÇALIŞMA VE SÖZLEŞME HÜRRİYETİ
Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir.
HIV/AIDS ile yaşayan insanlar diledikleri alanda çalışırlar. Yani insanlara doktor, öğretmen vb. meslekleri yapamayacakları söylenemez.
49
ÇALIŞMA HAKKI VE ÖDEVİ
Çalışma, herkesin hakkı ve ödevidir. Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları korumak, çalışmayı desteklemek ve işsizliği önlemeye elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için gerekli tedbirleri alır.
Kimseye işyerinde ayrımcılık uygulanamaz.
56
ÇEVRE
Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Bu hak cezaevi ve akıl hastanesi gibi yerlerde yaşayan HIV/AIDS ile yaşayan insanlar için önemlidir.
56
SAĞLIK
Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.
Hastaneler ya da doktorlar HIV/AIDS ile yaşayan insanların tedavisini reddedemezler.
60
SOSYAL GÜVENLİK HAKKI
Herkes, sosyal güvenlik hakkına sahiptir. Devlet, bu güvenliği sağlayacak gerekli tedbirleri alır ve teşkilatı kurar.
HIV/AIDS ile yaşayan insanların sosyal güvenlik kuruluşlarının sunduğu hizmetlerden yararlanma hakları vardır.
42
EĞİTİM VE ÖĞRENİM HAKKI VE ÖDEVİ
Kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz.
HIV/AIDS ile yaşayan kişiler toplumun diğer üyeleriyle eşit eğitim ve öğrenim hakkına sahiptir. HIV/AIDS ile yaşayan kişiler ya da onların yakınları eğitim kurumlarınca dışlanamaz.
40
TEMEL HAK VE HÜRRİYETLERİN KORUNMASI
Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir.
Ayrımcılığa uğradığını düşünen herkes yönetim makamlarına ya da yargı mercilerine başvurarak ihlal edilen bütün haklarının yerine getirilmesini ve tazminini isteyebilir.
74
DİLEKÇE HAKKI
Vatandaşlar, kendileriyle veya kamu ile ilgili dilek ve şikayetleri hakkında yetkili makamlara ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne yazı ile başvurma hakkına sahiptir. Kendileriyle ilgili başvurmaların sonucu, dilekçe sahiplerine yazılı olarak bildirilir.
Haksız yere yönetim tarafından herhangi bir sosyal hizmetin sağlanamaması durumunda yazılı olarak hizmet verilmemesinin nedeni sorulabilir ve hizmetin sunulması talep edilebilir.


2.3.     AIDS Konusunda İnsan Hakları ile İlgili Uluslar arası Çalışmalar

1996 yılının Eylül ayında UNAIDS ve BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği tarafından İkinci Uluslar arası HIV/AIDS ve İnsan Hakları Danışma Kurulu toplantıya çağrılmıştır. Danışma Kuruluna hükümetlerden, gönüllü kuruluşlardan, AIDS alanında hizmet sunan birimlerden, HIV ile yaşayan kişilerin oluşturduğu ağlardan, hakimlerden, akademisyenlerden ve bölgesel kuruluşlardan 35 temsilci katılmıştır. Danışma Kurulu “Uluslar arası HIV/AIDS ve İnsan Hakları Rehberi[3]” ni hazırlamış ve 1998 yılında BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği rehberi altı dilde yayınlamıştır.

Rehberde HIV salgınına insan haklarına saygılı bir biçimde yanıt verebilmenin ana hatları ve bu yanıtın hangi düzeyde etkin olduğunun ölçütleri belirtilmektedir. Rehberde ağırlıklı olarak sorumluluk hükümetlere verilmiştir. Hükümetlerin uluslar arası insan hakları sözleşmeleri ile insan hakları konusunda yükümlülük altında olmalarına karşın salgına etkin bir yanıt verilebilmesi için toplumun diğer kesimlerinin de insan haklarının korunması doğrultusunda çaba göstermeleri önemlidir. HIV/AIDS ve İnsan Hakları Rehberi insan hakları konusundaki temel metinlerdeki yükümlülükler ile uyum içindedir ve bu yükümlülükleri HIV/AIDS alanında açıklığa kavuşturur. Bu belgelerin en önemlileri şunlardır:

   Birleşmiş Milletler Şartı;
   İnsan Hakları Evrensel Bildirisi;
   Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşme;
   Medeni ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslar arası Sözleşme;
   Irk Ayrımcılığının Engellenmesi Sözleşmesi;
   Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Engellenmesi Sözleşmesi;
   Çocuk Hakları Sözleşmesi;
   İşkenceye ve Diğer Zalimane; Gayriinsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi ve
   Uluslar arası Çalışma Örgütü’nün çeşitli antlaşmaları ve tavsiye kararları.

HIV/AIDS bağlamında etkili olabilecek temel insan hakları örneklerle aşağıda sunulmuştur:

   Yasa karşısında eşitlik ve ayrımcılığa uğramama hakkı: HIV/AIDS ile yaşayan bireylerin sağlık, iş, eğitim, göç, seyahat, sosyal güvenlik alanlarında ayrımcılığa uğramasının engellenmesi;
   Sağlık hakkı: örneğin kadınlar ve çocukların önleme, tanı, tedavi olanaklarına eşit ve yeterli erişim hakkı;
   Özel yaşamın gizliliği hakkı: HIV test sonuçlarının gizli tutulması ve zorunlu testlerin engellenmesi;
   Eğitim ve bilgilendirme: örneğin incinebilir grupların eğitim ve bilgilendirme materyallerine eşit ve yeterli biçimde erişim sağlanması;
   İnsanlık dışı, alçaltıcı muamele ve cezalara tabi olmama hakkı: örneğin HIV pozitif hükümlülerin hücrelere kapatılmasının engellenmesi;
   Özerklik ve güvenlik hakkı: örneğin aydınlatılmış onam alınmadan HIV testi uygulanmaması, HIV durumu nedeniyle karantinaya alınmama;
   Bilimsel gelişmelerden yararlanma hakkı: örneğin güvenli kan naklinin sağlanması ve evrensel önleme kurarlarının hizmet sunumlarında yer alması;
   Çalışma hakkı: HIV nedeniyle işten çıkarmaların engellenmesi;
   İfade ve örgütlenme hakkı: örneğin seks işçilerinin ve eşcinsellerin kendilerini ifade etmelerinin ve örgütlenmelerinin engellenmemesi;
   Politik ve kültürel yaşama katılım hakkı: örneğin HIV/AIDS’le yaşayan bireylerin HIV/AIDS politikalarının oluşmasına ve değerlendirilmesine katılımları;
   Evlenme ve aile kurma hakkı: örneğin evlilik öncesi zorunlu testlerin engellenmesi, zorunlu düşüklerin ve kısırlaştırma uygulamalarının yasaklanması.

Uluslar arası HIV/AIDS ve İnsan Hakları Rehberi 12 maddeden oluşmaktadır. Bu 12 madde üç başlık altında toplanmıştır:

(A)  Kurumsal yapılanma ve sorumluluklar: Bu başlık altında HIV/AIDS’e verilecek insan hakları ile uyumlu yanıtın oluşturulmasında etkin olacak resmi ve sivil kurumlar tanımlanmakta, devletin ve sivil toplum kuruluşlarının önleme, hizmet sunumu ve destek programlarının oluşturulmasındaki, yürütülmesindeki ve değerlendirilmesindeki sorumlulukları belirtilmektedir.
(B)   Yasaların incelenmesi, değiştirilmesi ve destek hizmetlerinin sağlanması: Halk sağlığı ve ceza yasaları başta olmak üzere HIV/AIDS ile ilgili konularda yasalarda yer alan insan hakları ilkeleri ile uyumlu olmayan unsurların saptanması, değiştirilmesi ve bu düzenlemelerden etkilenen bireylerin konumlarının güçlendirilmesi konularında devletin görev ve sorumlulukları yer almaktadır.
(C)  Toplum desteğinin sağlanması: Özel sektör ve sivil toplum örgütlerinin kapasitelerinin geliştirilerek önleme ve destek çalışmalarına etkin biçimde katılmalarının sağlanmasında devletin, sivil ve özel kuruluşların sorumlulukları vurgulanmıştır.




3.           Uluslararası HIV/AIDS ve İnsan Hakları Rehberi

Aşağıda HIV çerçevesinde insan haklarını desteklemek ve korumak için Devletler tarafından uygulanmak üzere önerilen ilkeler sunulmaktadır. Bu Rehber mevcut uluslararası insan hakları normlarına dayanmakta ve HIV ve AIDS alanında başarıları kanıtlanmış stratejileri saptamaya yönelik uzun yılları kapsayan deneyimleri temel almaktadır. Gerek normatif ilkeler, gerekse uygulama stratejileri Devletlere HIV’le ilişkili haklara saygı gösterilmesini güvence altına almak ve salgına en etkili biçimde yaklaşmak üzere politikalarını ve programlarını gözden geçirmeleri ve yeniden tasarlamaları için dayanacakları kanıtları ve fikirleri sağlamaktadır. Devletler bu stratejilerin uygulanmasına olanak verecek siyasi liderliği göstermeli ve mali kaynakları sağlamalıdır.

Rehberde, uluslararası ve bölgesel insan hakları belgeleri temelinde üstlendikleri yükümlülükler göz önüne alınarak Devletlerin aktiviteleri üzerinde odaklanılmaktadır. Bununla birlikte bu vurgu, özel sektör, sağlık çalışanları ve diğer meslek grupları, medya ve dini topluluklar gibi belirleyici önem taşıyan diğer aktörlerin sorumluluklarının reddedilmesi anlamına gelmemektedir. Bu grupların da ayrımcılık yapmama ve etik kurallara uygun koruyucu politika ve uygulamaları yaşama geçirme yükümlülükleri vardır.

A)    KURUMSAL YAPILANMA VE SORUMLULUKLAR
Metin Kutusu: Devletlerin HIV’e verdiği yanıt, etkin bir ulusal çerçeve içinde; işbirliğini, katılımcılığı, saydam ve sorgulanabilir bir yaklaşımı olanaklı kılacak biçimde oluşturulmalı; HIV’e yönelik politikalar ve program sorumlulukları hükümetin tüm organları tarafından benimsenmelidir.   REHBER 1: Ulusal Yapı

Mevcut kurumlar, salgının düzeyi, kurumsal gelenekler ve sorumluluklar arasındaki örtüşmelerin önlenmesi gereksinimi göz önünde tutularak, şu gibi önlemler üzerinde durulmalıdır:

(a) Bakanlıkların her birinin ulusal eylem planları arasında yüksek düzeyde bir eşgüdüme ve bütünlüklü bir gelişmeye olanak vermek ve aşağıda belirtilen ek HIV stratejilerini izlemek ve uygulamak üzere bir bakanlıklar arası kurul oluşturulması. Federal sistemlerde, yerel hükümetler arası bir kurul da oluşturulmalı ve bu kurul bölge/eyalet düzlemini, ayrıca ulusal düzlemi temsil eden kişilerden oluşmalıdır. Her bir bakanlık, aşağıdaki alanlar da dahil olmak üzere ilgili bütün plan ve aktivitelerine HIV ve insan haklarının entegre edilmesini güvence altına almalıdır:
(i) Eğitim;
(ii) Hukuk ve adalet, polisiye ve cezai hizmetler;
(iii) Bilim ve araştırma;
(iv) İstihdam ve kamusal hizmetler;
(v) Refah, sosyal güvenlik ve konut;
(vi) Göçmenler, yerli topluluklar, dış işleri ve kalkınma işbirliği;
(vii) Sağlık;
(viii) Hazine ve maliye;
(ix) Savunma ve askeri hizmetler.
(b) Ulusal ve bölgesel düzeyde bütün siyasi bakış açılarının katılabildiği, salgına yaklaşım düzeyini derinleştirecek brifinglerin yapılacağı, politika ve hukuk reformu tartışmalarının yürütüleceği bir tartışma platformunun varlığını sürdürmesini güvence altına almak, bu amaçla örneğin büyük ve küçük siyasi partilerden temsilcilerle parlamenter ya da yasa koyucu bir kurul oluşturmak.
(c) Hükümetlere yasal ve etik konularda bilgi veren danışma kurullarının oluşturulması ya da güçlendirilmesi, örneğin bakanlıklar arası kurula bağlı yasal ve etik bir alt kurul oluşturulması. Bu kurulda meslek grupları (kamu, hukuk ve eğitim, bilim, biyomedikal ve sosyal), dinler ve cemaatler, işveren ve işçi örgütleri, sivil toplum kurumları (STK) ve AIDS destek örgütleri (ADÖ), atanmış kişiler/uzmanlar ve HIV’le yaşayan kişiler temsil edilmelidir.
(d) Yargı bağımsızlığıyla uyumlu olmak koşuluyla, hükümetin yargıyı HIV’le ilgili yasal ve etik konularda ve insan hakları konularında, yargı eğitimi ve yargı materyalleri geliştirme gibi yöntemlerle duyarlılaştırması.
(e) Hükümet birimlerinin Birleşmiş Milletler HIV/AIDS Tema Grupları ve ilgili diğer uluslararası ve bilateral aktörlerle etkileşimlerinin sürmesi sağlanarak, hükümetlerin HIV salgınına yanıt verirken uluslararası topluluğun yardımından en iyi yararlanmaya devam etmelerini güvence altına almak. Diğer katkıları yanında, bu etkileşim HIV ve insan hakları konularında işbirliğini ve desteği güçlendirmelidir.
Metin Kutusu: Devlet, politik ve mali destek sunarak HIV/AIDS’e yönelik politikaların saptanması, programların uygulanması ve değerlendirilmesi çalışmalarına toplum katılımını sağlamalı; toplum örgütlerinin hukuk, etik ve insan hakları alanları dahil olmak üzere etkinlikte bulunabilmelerine olanak sağlamalıdır. REHBER 2: Toplumsal Ortaklıkların Desteklenmesi

(a) Toplulukların temsilinde HIV’le yaşayan kişiler, topluluğa dayalı örgütler (TDÖ), AIDS destek örgütleri (ADÖ), insan haklarıyla ilgili sivil toplum kurumları (STK) ve duyarlı grupların temsilcileri kapsanmalıdır.14 Bu gibi topluluk temsilcileriyle diyaloğu sürdürmek ve HIV’le ilişkili hükümet politikalarına ve programlarına katkılarını sağlamak üzere formel ve düzenli mekanizmalar oluşturulmalıdır. Bu iletişim, topluluk temsilcilerinin Kılavuz 1’de tanımlanan çeşitli hükümet, parlamento ve hukuk birimlerine düzenli rapor vermesi, topluluk temsilcileriyle birlikte Devletin yanıtlarıyla ilgili politikaları ele alan, planlayan ve değerlendiren çalıştaylar düzenlenmesi ve topluluktan düzenli yazılı talep alma mekanizmaları aracılığıyla gerçekleştirilebilir.
(b) Topluluk örgütlerini çekirdek destek, kapasite geliştirme ve HIV’le ilişkili etik, insan hakları ve hukuk gibi çeşitli aktivitelerin gerçekleştirilmesi alanlarında desteklemek, varlıklarını sürdürmelerini sağlamak ve güçlendirmek üzere, yeterli Hükümet fonları sağlanmalıdır. Bu gibi aktiviteler arasında eğitim seminerleri, çalıştaylar, ağ örgütlenmeleri, promosyon ve eğitim materyallerinin geliştirilmesi, danışanları insan hakları ve yasal haklar konusunda bilgilendirmek, ilgili şikayet mercilerine sevk etmek, insan hakları konularında veri toplamak ve insan haklarını savunmak bulunmaktadır.
B)    YASALARIN İNCELENMESİ, YENİLENMESİ VE DESTEK HİZMETLERİ
REHBER 3: Halk Sağlığı Mevzuatı
Halk sağlığı mevzuatı gözden geçirilmeli ve HIV salgını nedeniyle ortaya çıkan halk sağlığı sorunlarına yanıt verecek biçimde yeniden oluşturulmalıdır. Halk sağlığı mevzuatında diğer salgın hastalıklar için zorunlu olan önlemlerin, uygun olmayan biçimlerde HIV vakalarında uygulanması önlenmeli ve mevzuat insan hakları ilkeleriyle uyumlu olmalıdır.
Halk sağlığı mevzuatında şu bileşenler bulunmalıdır:
(a) Halk sağlığı yasası halk sağlığı yetkililerine HIV ve AIDS’in önlenmesi ve tedavisine yönelik, konuyla ilgili bilgi ve eğitim, gönüllü test­ ve danışmanlık hizmetlerine erişim olanağı, CYBH ve kadınlara ve erkeklere yönelik cinsel sağlık ve üreme sağlığı hizmetleri, kondom ve ilaç tedavisi, temiz enjeksiyon materyalleri ve ilgili hizmetler, ayrıca ağrı profilaksisi de dahil olmak üzere HIV ve AIDS’le ilişkili hastalıklar için yeterli tedavi gibi bir dizi kapsamlı hizmeti sunabilmesi için gerekli fonları sağlamalı ve onları güçlendirmelidir.
(b) Halk sağlığı mevzuatı, gözetim amaçlı testler ve epidemiyolojik amaçlı, kişilerle bağlantılandırılmayan diğer testler dışında, kişilere uygulanan HIV testlerinin yalnızca söz konusu kişinin bu konuyla ilgili bilgilendirilmesi temelinde yapılmasını güvence altına almalıdır. Gönüllü testin istisnaları, özel hayatın gizliliğini ve özgürlüklerle ilgili önemli endişeleri göz önünde tutan değerlendirmeler sonrasında verilecek özgül yasal yetkiye dayanmalıdır.
(c) HIV testinin ciddiliği göz önüne alınarak ve önleme ve bakımın maksimum düzeye çıkarılması hedeflenerek, toplum sağlığı mevzuatı bütün olgularda mümkün olan her durumda test öncesi ve sonrası danışmanlık hizmeti verilmesini güvence altına almalıdır. Evde yapılan testlerin kullanıma sunulmasıyla birlikte, Devletler tarafından kalite kontrolü güvence altına alınmalı, bu gibi testleri kullanan kişilere yönelik danışmanlık ve sevk hizmetleri maksimum düzeye yükseltilmeli ve bu testlerin başka kişiler tarafından kötüye kullanılmasına maruz kalan mağdurlara yönelik yasal hizmetler ve destek hizmetleri geliştirilmelidir.
(d) Toplum sağlığı mevzuatı kişilerin HIV statüleri nedeniyle tecrit, gözaltı ya da karantina gibi zorlayıcı önlemlere maruz bırakılmamalarını güvence altına almalıdır. HIV’le yaşayan kişilerin özgürlükleri kısıtlandığında, hukuki usullere uyulmasının (örn. yasal tebligat, kararın yeniden incelenmesi/bir üst merciye başvuru hakkı, karar süresinin belirsiz değil sabit olması ve temsil hakları) güvence altına almalıdır.
(e) Toplum sağlığı mevzuatı HIV ve AIDS olgularının epidemiyolojik amaçlarla toplum sağlığı yetkililerine bildirimi sürecinde veri koruma ve gizlilik ilkeleri katı kurallarla güvence altına alınmalıdır.
(f) Toplum sağlığı mevzuatı sağlık kurumlarında ya da diğer ortamlarda HIV statüsüne ilişkin bilgilerin yetkisiz kişiler tarafından elde edilmesi, kullanılması ya da açıklanmasına karşı kişiyi korumalı ve HIV’le ilişkili bilgilerin yalnızca bilgilendirmeye dayalı onamla kullanılabilmesini güvence altına almalıdır.
(g) Toplum sağlığı mevzuatı sağlık profesyonellerine, her bir olguyu ayrı ayrı alarak ve etik kaygıları gözeterek hastalarının HIV statüsü konusunda cinsel partnerlerini bilgilendirip bilgilendirmeme konusunda karar verme yetkisi tanımalı, ancak onları buna zorlamamalıdır. Bu gibi kararlar yalnızca aşağıdaki ölçütler temelinde alınmalıdır:
(i) Söz konusu HIV pozitif kişiye ayrıntılı danışmanlık hizmeti verilmiş olmalıdır;
(ii) HIV pozitif kişiye yapılan danışmanlıkla uygun davranış değişiklikleri sağlanamamış olmalıdır;
(iii) HIV pozitif kişi partnerini (partnerlerini) bilgilendirmeyi reddetmiş ya da partnerinin (partnerlerinin) bilgilendirilmesine onay vermemiş olmalıdır
(iv) Partnere (partnerlere) HIV bulaşması açısından gerçek bir risk söz konusu olmalıdır;
(v) HIV pozitif kişiye makul bir süre tanınmış olmalıdır;
(vi) Uygulamada bu mümkünse, HIV pozitif kişinin kimliği partnerden (partnerlerden) gizlenmelidir ve
(vii) İzleme görüşmeleri yapılarak ilgili kişilere gerekli desteğin sağlanması güvence altına alınmalıdır.
(h) Toplum sağlığı mevzuatı nakledilen kan/doku/organlarda HIV ya da diğer kanla bulaşan hastalıklar bulunmamasını güvence altına almalıdır.
(i) Toplum sağlığı yasası sağlık kuruluşlarında ve kanla ve diğer vücut sıvılarıyla temas söz konusu olan diğer ortamlarda evrensel enfeksiyon kontrolü önlemlerinin uygulanmasını öngörmelidir. Bu ortamlarda çalışan kişilere bu gibi önlemleri uygulamaları için gerekli araç ve gereçler ve eğitim sağlanmalıdır.
(j) Kamu sağlığı hakkındaki mevzuat, sağlık personellerinin, çalışma izni edinebilmek için, etik ve/veya insan haklarıyla ilgili asgari ölçüde eğitim almış olmalarını gerektirmeli ve sağlık çalışanlarının oluşturdukları mesleki toplulukları, gizlilik ve tedavinin sağlanması görevi gibi HIV ile alakalı konuları da içerecek şekilde, insan hakları ve etik konularını kapsayan tüzükler hazırlamaya ve uygulamaya teşvik etmelidir.
REHBER: 4 Ceza Yasaları ve Ceza Sistemi
Devletler, ceza yasalarının uluslar arası insan hakları yükümlülüklerine uyumluluğunu ve yasaların HIV bağlamında kötüye kullanılmadığını ya da risk altındaki grupları hedef haline getirmediğini garanti altına almak için ceza yasalarını gözden geçirmeli ve reform yapmalıdır.
(a) Cezai ve/veya kamu sağlığı hakkındaki mevzuat, kasten HIV bulaştırmaya karşı özel olarak hazırlanmış suç tanımlamaları içermekten ziyade, bu tür istisnai vakalar için de yine en genel anlamdaki cezai işlemlere başvurmalıdır. Bu tür bir uygulama, suçluluk ve/veya daha ağır bir ceza hükmünün doğruluğunun, öngörülebilirlik, niyet, nedensellik ve rıza gösterme, hususları bakımından kanunlar önünde açıkça ortaya koyulabildiğini garanti etmelidir.
(b) Ceza hukukunun, erişkin bireylerin kendi rızalarıyla, umuma açık olmayan mekanlarda gerçekleştirdikleri cinsel davranışları (zina, aldatma, anal ilişki ve ticari amaçlı cinsel birleşmeleri içeren) yasaklayan kısımları, yürürlükten kaldırılmaları amacıyla tekrar gözden geçirilmelidir. Vakaların hiçbirinde, kişilerin, HIV’in önlenmesi ve yardım hizmetlerinin teminini engellemelerine izin verilmemelidir.
(c) Ceza hukuku, seks işçiliğinin yetişkin bireylerde herhangi bir mağduriyete sebebiyet vermediği de göz önünde bulundurularak, bu konunun yasallaştırılması amacıyla tekrar gözden geçirilmeli, sonrasında seks işçileri ve müşterilerinin korunması amacıyla, mesleki sağlık ve güvenlik koşulları, cinsel ilişki esnasında korunmayı da destekleyecek biçimde, yasalar vasıtasıyla denetlenmelidir. Ceza hukuku, seks işçilerine ve müşterilerine yönelik olarak gerçekleştirilen, HIV’in önlenmesi ve yardım hizmetlerinin teminine engel olmamalıdır. Ceza hukuku, ticari amaçla pazarlanan veya bir şekilde bu işi yapmaya zorlanmış olan çocukların ve erişkin seks işçilerinin, katılımcı olarak seks endüstrisine dahil edilmekten korunacaklarını ve bu yönde herhangi bir cezai takibat uygulanmasından ziyade, seks işçiliğinden uzaklaştırılacaklarını ve bu kişilere HIV ile alakalı durumları da kapsayacak şekilde tıbbi ve psikososyal destek hizmetleri verileceğini garanti etmelidir.
(d) Ceza hukuku, ilaçlarını enjektörler vasıtasıyla alan insanlar arasında HIV’in yayılımını azaltıcı yönde alınmış olan önlemlere karşı ve bu kişilere yönelik olarak HIV ile alakalı yardım ve tedavi hizmetlerinin uygulanmasında engelleyici bir rol üstlenmemelidir. Ceza hukuku şu hususlar da göz önünde bulundurularak tekrar gözden geçirilmelidir:
   Ruhsatlandırma veya kanunlaştırma ve iğne ve enjektör değişim programlarının teşvik edilmesi
   İğne ve enjektörler üzerinde gerçekleştirilen iyelik, dağıtım ve paylaştırma eylemlerini bir suç olarak kabul eden kanun maddelerinin yürürlükten kaldırılması.
(e) Cezaevi yetkilileri, mahkumları tecavüz, cinsel şiddet ve zorlamadan koruyabilmek amacıyla, yeterli personelin çalıştırılması, etkili gözetim ve uygun disiplin tedbirlerini de kapsayan tüm gerekli önlemleri almalıdır. Ayrıca cezaevi yetkilileri, gizliliğin garanti edilmesinin yanısıra, mahkumlara (ve uygun görüldüğü oranda, cezaevi personeline), HIV’in önlenmesi hakkında bilgiye erişim, eğitim, gönüllü test yaptırma ve danışmanlık, önlenme yolları (kondomlar, temizlik maddeleri ve hijyenik enjeksiyon teçhizatı), tedavi ve bakım ve HIV ile alakalı klinik deneylere gönüllü katılım hakkı da sunabilmelidirler ve zorunlu olarak test yaptırılması, ayrım gözetilmesi ve cezaevindeki olanaklara erişimin reddedilmesi, HIV-pozitif mahkumlara yönelik uygulanan ayrıcalıklar ve af programları da yasaklamalıdır. AIDS ile yaşayan mahkumların, iyi halden ötürü vaktinden evvel salınması üzerinde düşünülebilir.







REHBER: 5 Ayrımcılık Karşıtı ve Koruyucu Yasalar
Devletler incinebilir grupları, HIV/AIDS’le yaşayan ve engelli bireyleri özel ve kamu sektöründe ayrımcılıktan koruyacak yasaları yürürlüğe koymalı, varolan ayrımcılık karşıtı ve koruyucu yasaları güçlendirmelidir. Bilimsel araştırmalarda özerklik, gizlilik ve diğer etik ilkelerin uygulanması sağlanmalıdır. Ayrımcılığa uğrayan gruplara eğitim olanakları sunulmalı, uzlaşma yolları araştırılmalı, sorunlarına idari çözümler bulunmalıdır.   

(a) Ayrımcılığa karşı hazırlanmış olan genel yasalar, HIV enfeksiyonuyla ilgili herhangi bir belirti göstermeden yaşayan, AIDS ile hayatını sürdüren ve bir de HIV veya AIDS konularında kendilerinden yalnızca şüphelenilen kişilerin korunabilmeleri yönünde tasarlanmalı veya yeniden düzenlenmelidirler. Ayrıca bu gibi yasalar, maruz kaldıkları ayrımcılık davranışlarından ötürü HIV/AIDS konusunda daha da hassaslaşan grupları da korumalıdır. Maluliyet yasaları, HIV ve AIDS için tanımlanan iş görememezlik durumlarını da kapsayacak şekilde tasarlanmalı veya yeniden düzenlenmelidirler. Bu gibi bir kanun tasarısı, şu hususları içermelidir:
(i) Güvence altına alınan sahalar, bakım, sosyal güvence, ihtiyaç sahiplerine yardım, istihdam, eğitim, sportif faaliyetler, konaklama, dernekler, sendikalar, elemanların kalifiye hale getirilmesi, ulaştırma ve diğer hizmetlere erişimi de içeren bir biçimde, mümkün olduğunca geniş tutulmalıdırlar;
(ii) HIV’in ayrımcılık davranışının çeşitli sebeplerinden yalnızca bir tanesi olduğu vakalar da, tıpkı doğrudan veya dolaylı yoldan maruz kalınan ayrımcılık vakalarında olduğu güvence altına alınmalıdır ve ayrıca HIV’in kötülenmesini yasaklamak seçeneği de gözönünde bulundurulmalıdır;
(iii) Davacının ölümcül derecede hasta olması durumunda davanın hızlı bir takibe alınmasını içeren, tazminat arayışındaki bağımsız, hızlı ve etkin pozisyondaki yasal ve/veya idari prosedürler, poliçe ve prosedürlerdeki sistemik ayrımcılık vakalarının tespitine yönelik araştırma yetkisi, davaların kamu yararına çalışan kurumların HIV ile yaşayan insanlar adına davalar açabilmesini de mümkün kılacak şekilde, takma ad kullanılarak yürütülmesine ve temsili şikayetlere imkan tanınması olanağı;
(iv) Emeklilik hakkı ve hayat sigortasından muaf tutulma durumları yalnızca kabul edilebilir hakikatlere dayandırılmalıdır, bu sayede HIV’e, diğer benzer tıbbi durumlardan farklı şekilde muamele edilmemiş olur.
(b) Toplumdaki çeşitli grupların sahip oldukları pozisyonlara ve maruz kaldıkları muamelelere etki eden geleneksel ve alışılagelmiş kanunlar, ayrımcılık karşıtı yasaların ışığında tekrar gözden geçirilmelidirler. Bu gibi kanunların suiistimali söz konusu olduğunda, eğer gerekliyse, bazı kanunların yürürlükten kaldırılmasına imkan tanınmalıdır ve bilgilendirme, eğitim ve toplumsal örgütlenme kampanyaları da, bu kanunları ve onlara bağlı olarak gelişen davranış biçimlerini değiştirme konusuna yönlendirilmelidirler.
(c) Genel anlamda mahremiyet ve kişisel gizlilik yasaları tasarlanmalıdır. Bireylere ait HIV ile alakalı bilgiler, korunması mecburi olan kişisel/tıbbi veri konusunun tanımına dahil edilmelidir ve bireylerin HIV ile bağlantısı bulunan bilgilerinin izinsiz bir biçimde kullanılması ve/veya duyurulması yasaklanmalıdır. Kişisel gizlilik hakkında tasarlanan yasalar, bir bireyin kendi kayıtlarını inceleyebilmesine ve bu bilgilerin doğru, anlamlı, eksiksiz ve güncel olduklarının garantilenebilmesi amacıyla istendiğinde düzeltme talebinde bulunabilmesine olanak tanımalıdır. Mahremiyet ile ilgili hak ihlallerinin telafisi için bağımsız bir kurum görevlendirilmelidir. Meslek gruplarından insanların mahremiyet konusunda gerçekleştirebilecekleri hak ihlalleri konusunda görülecek olan cezalandırma davalarının hükümleri, aşağıda belirtildiği gibi, idari yasalar çerçevesinde mesleki yetkinin kötüye kullanılması başlığı altında hazırlanmalıdır. Basın aracılığıyla kişisel gizlilik haklarına sebepsiz yere saldırılması durumunda, gazetecilik de yasaların meslek gruplarını ilgilendiren bileşenlerine dahil edilmelidir. HIV ile yaşayan insanlara, bu konuyla ilgili bilgilerinin ortaya sürülmesi durumunda, kimliklerinin ve gizliliklerinin yasal işlemlere dayalı olarak korunması talebinde bulunabilme izni verilmiş olmalıdır.
(d) Yasalar, mevzuatlar ve toplu sözleşmeler, çalışanların işyerlerindeki aşağıda sıralanmış olan haklarını güvence altına alacak şekilde tasarlanmış veya o seviyeye çekilmiş olmalıdır:
(i) HIV hakkında uygulanan ulusal bir politika ve üç taraflı (işçi-işveren-devlet) anlaşmalara mutabık kalabilen bir işyeri;
(ii) Çalışanların HIV taramasından geçirilmesi konusunda bağımsızlık, teşvik, eğitim ve avantajlar sunulması;
(iii) HIV hakkındaki pozisyonlarını da içermek suretiyle, çalışanlara ait olan tüm tıbbi bilgilerin gizli kabul edilmesi;
(iv) HIV ile yaşayan çalışanlara, artık daha fazla çalışamayacak duruma gelinceye dek, makul pozisyon değişikliklerini de kapsayacak biçimde istihdam güvencesi sağlanması;
(v) Uygun biçimde donatılmış ilk yardım çantaları ve ilk yardım konusunda tanımlanmış deneme uygulamaları
(vi) HIV ile yaşayan çalışanların, sosyal güvence ve diğer menfaatlerinin, hayat sigortası, emekli maaşı, sağlık sigortası, işine son verilmesi ve ölüm durumlarında elde edecekleri hakları da içerecek şekilde korunması;
(vii) İşyerinden veya yakınlarından erişilebilir vaziyetteki uygun sağlık bakım hizmeti;
(viii) İşyeri çalışanlarına ücretsiz olarak sunulan uygun kondom temini;
(ix) İşyerinde HIV ve AIDS konularında verilecek olan kararlar hakkında çalışanlara da söz hakkı verilmesi;
(x) HIV hakkındaki bilgi ve eğitim programlarının yanısıra, ilgili danışmanlık ve uygun yönlendirme hizmetlerine erişim;
(xi) İş arkadaşları, sendikalar, işverenler ve müşteriler tarafından sergilenebilecek damgalama ve ayrımcılık eylemlerine karşı korunma;
(xii) Çalışanlara mesleki yollarla HIV bulaşması (örneğin, iğne batması sonucu meydana gelen yaralanmalar), bu tür olayların yaşanmasından hemen sonraki zaman diliminin hastalığın henüz kendini belli edemediği bir evre olarak kabul edilmesine dayanılarak, test yaptırılması, danışmanlık ve gizlilik haklarının korunması konularıyla ilgili olan tazminatlar hakkında, kanun tasarılarına yapılacak uygun eklemeler
(e) İnsanların, HIV ile alakası bulunanları da kapsayan bir takım araştırmalara katılımlarını, yasal ve etik açıdan müdafaa edecek olan koruyucu yasalar, şu hususlarla ilişkili olarak tasarlanmalı veya sağlamlaştırılmalıdır:
(i) Katılımcıların ayrımcılık gözetilmeyerek seçilmesi, örneğin, kadınlar, çocuklar, azınlıklar;
(ii) Katılımcıların, araştırmaya katılmayı kabul ederken, çalışmalar esnasında karşılaşabilecekleri riskler hakkında önceden bilgilendirilmiş olmaları;
(iii) Kişisel bilgilerin gizliliğinin sağlanması;
(iv) Çalışmalardan elde edilen bilgi ve kazanımlara eşit ölçüde erişim hakkı;
(v) Katılım esnasında ve sonrasında sağlanacak olan danışmanlık, ayrımcılıktan korunma, sağlık ve destek hizmetleri;
(vi) Bağımsız ve etik olarak sürdürülen bir denetimin garantisi için, araştırma projesinden etkilenen toplumsal kesimlerin diğer üyelerinin de katılımı sağlanarak, yerel ve/veya ulusal teftiş komiteleriyle bağlantıya geçilmesi;
(vii) Güvenli ve etkili ilaçların, aşıların ve tıbbi gereçlerin kullanımına dair onay;
(f) Ayrımcılık karşıtı ve koruyucu yasalar, kadınların HIV enfeksiyonu ve HIV ile AIDS’in yıkıcı etkileri karşısındaki savunmasızlıklarının şiddetini azaltabilmek için, HIV bağlamında maruz bırakıldıkları insan hakları ihlallerinin miktarını en aza indirgeyecek biçimde tasarlanmalıdır. Daha da önemlisi, yasalar, mülk edinebilme ve miras bırakabilme, sözleşme imzalayabilme ve evlilik gerçekleştirebilme, kredi ve finansman edinebilme, ayrılık veya boşanma gibi eylemlerde ilk adımı atabilme, ayrılık veya boşanma durumunda mal varlıklarının eşit olarak paylaştırılması ve çocukların velayetini elinde bulundurabilme haklarıyla ilgili ayrımcılık çerçevesinde gelişen kısıtlamaların ortadan kaldırılabilmesi için, kadınlara mülkiyet ve evlilikle ilgili münasebetleri ve istihdama erişim ile ekonomik olanaklar bakımından eşit davranıldığının garantilenebilmesi amacıyla yeniden incelenmeli ve geliştirilmelidirler. Ayrıca yasalar, kadınların üreme ve cinsel haklarının güvenceye alınması konusunda, üreme sağlığı ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar hakkındaki bilgi ve hizmetler ile güvenli ve yasalara uygun olarak kürtaj yaptırabilmeyi de içeren doğum kontrol yöntemlerine bağımsız erişim hakkının yanısıra, doğacak çocuk sayısı ile doğumlar arasında geçecek olan süreye, cinsel ilişkinin korunarak gerçekleştirilmesini talep edebilme, evlilik sırasında meydana gelebilecek tecavüz vakalarına yönelik yasal hükümleri de içerecek biçimde, evlilik içinde veya dışında gelişen cinsel şiddete karşı korunma talebinde bulunma gibi konularda karar alabilme haklarını da kapsayacak şekilde de tasarlanmalıdırlar. Erkeklere ve kadınlara evlenebilmeleri için belirlenmiş olan yaş sınırları birbirleriyle tutarlılık göstermelidir, ve kadınlar ve kızların evlenmeyi ve cinsel ilişkiye girmeyi reddetme hakları, yasalar tarafından korunuyor olmalıdır. Velayet, bakımını üstlenme ve evlat edinme işlemleriyle ilgili kararlar alınırken, çocuğun veya ebeveynlerin HIV konusundaki pozisyonları, diğer tıbbi özelliklerden hiçbir farklılık gözetilmeden ele alınmalıdır. 
(g) Ayrımcılık karşıtı ve koruyucu yasalar, çocukların HIV enfeksiyonu, ve HIV ile AIDS’in yıkıcı etkileri karşısındaki savunmasızlıklarının şiddetini azaltabilmek için, HIV bağlamında maruz bırakıldıkları insan hakları ihlallerinin miktarını en aza indirgeyecek biçimde tasarlanmalıdır. Bu gibi yasalar, çocukların HIV ile ilgili bilgilere, eğitime, ve okul içi ve okul dışındaki önlem alma yöntemlerine erişimini sağlamalı, bu sayılan sırayla; öncelikle zeka gelişimine bağlı olarak çocuğun kendisinin, veya ebeveynlerinin ya da tayin edilen velisinin izniyle gönüllü olarak test yaptırması işlemlerini yönetmeli, özellikle çocukların AIDS tarafından öksüz bırakılmış olması durumlarında onları kendi istekleri dışında test yaptırmaya zorlanmaktan korumalı, ve miras edinebilme ve/veya yardımda bulunma konularını da kapsayacak şekilde, öksüz olmak bağlamındaki diğer koruma hizmetlerini de sağlamalıdır. Ayrıca hazırlanacak olan bu yasalar cinsel anlamda suistimale uğrayan çocukları da koruma altına almalı, eğer tacize uğranmışsa, rehabilitasyonunu sağlamalı ve onların, cezalandırılması gereken bir eylemi gerçekleştiren kişiler olarak değil de, yanlış davranışlar yüzünden mağduriyete uğramış bireyler olarak değerlendirileceğini de garanti edebilmelidir. Ayrıca çocukların, maluliyet bağlamındaki yasalar tarafından korunacaklarının da güvencesi verilmelidir.
(h) Ayrımcılık karşıtı ve koruyucu yasalar, erkeklerle cinsel ilişki kuran erkeklerin HIV enfeksiyonu, ve HIV ile AIDS’in yıkıcı etkileri karşısındaki savunmasızlıklarının şiddetini azaltabilmek için, HIV bağlamında maruz bırakıldıkları insan hakları ihlallerinin miktarını en aza indirgeyecek biçimde tasarlanmalıdır. Bu önlemler hemcinsleriyle cinsel ilişkiye girenlerin kötülenmesi karşısında uygulanacak olan cezai işlemleri, eşcinsel evliliklerinin ve/veya birlikteliklerinin yasalar önünde tanınmasını ve bu tür birlikteliklerin uygun mülkiyet, boşanma ve veraset hükümleriyle yürütülmesini de içermelidir. Cinsel eğilimleri karşı cinse yönelik olan bireylerle, hemcinslerine yönelik olan bireylerin, cinsel ilişkiye girebilmeleri ve evlenebilmeleri için belirlenmiş olan yaş sınırları birbirleriyle tutarlılık göstermelidir. Erkeklerle cinsel ilişki kuran erkeklere saldırı mahiyetindeki yasalar ve polis uygulamaları, bu gibi durumlarda uygun yasal korumanın sağlandığını garanti edebilmek amacıyla yeniden incelenmelidir.
(i) Hassas gruplara HIV bağlamında getirilen hareket ve örgütlenme kısıtlamaları için konan yasalar ve düzenlemeler, hem kanunen (meşrulaştırılmış olanlar) hem de kanuni yaptırımlar bakımından ortadan kaldırılmalıdırlar.
(j) Kamu sağlığı, ceza ve ayrımcılık karşıtlığı hakkında tasarlanacak olan yasalar, hassas grupları da içerecek biçimde, hedef gruplara yönelik uygulanan mecburi HIV testlerini yasaklamalıdırlar.
REHBER: 6 Önleme, Tedavi, Bakım Ve Desteğe Ulaşım
Devletler, HIV’le ilgili malların/metaların, hizmetlerin ve bilgilerin düzenlenmesi için yasal düzenleme yaparak, nitelikli önleme araçlarının ve hizmetlerinin yaygın olarak ulaşılabilir olmasını, HIV önleme ve bakımına ilişkin yeterli düzeyde bilginin olmasını ve güvenli ve etkili tedavinin herkesin alım gücüne uygun olmasını sağlamalıdır.  
Devletler, devamlılığı ve eşitliği temel alarak, HIV/AIDS önleme, tedavi, bakım ve destek için herkesin nitelikli metalara, hizmetlere ve bilgilere ulaşmasını sağlamaya yönelik önlemler almalıdır.

Devletler, risk altındaki bireylere ve gruplara özel bir ihtimam göstererek hem yerel hem de uluslararası düzeyde önlemler almalıdır. 

Önleme, tedavi, bakım ve destek, AIDS’e verilen etkili mücadelenin sürekliliğini ve güçlendirici öğelerini oluşturur. Bunların kapsamlı bir yaklaşımla bütünleşmesi ve çok yönlü bir mücadele sergilemesi gerekmektedir. Kapsamlı tedavi, bakım ve destek,  aile, toplum ve evde bakımın yanı sıra antiretroviral ilaçları ve diğer ilaçları, tanı yöntemlerini, HIV, AIDS ve bunlara bağlı fırsatçı enfeksiyonların ve diğer durumların bakımıyla ilgili teknolojilerin kullanılmasını, iyi beslenme, sosyal, dini ve psikolojik desteği içerir. Kondomlar, kaydırıcılar, steril enjeksiyon donanımları, antiretroviral ilaçlar (örneğin, anneden çocuğa geçme, hastalıkla temastan sonraki korunmalar) ve geliştirildiği zaman güvenli ve etkili olacak mikrop öldürücüler ve aşılar, HIV önleyici teknolojiler arasında yer alır. İnsan hakları ilkeleri uyarınca genel erişim bu malzemelerin, hizmetlerin ve bilgilerin, yalnızca mevcut, kabul edilebilir ve iyi kalitede olmakla kalmayıp, ayrıca herkes tarafından fiziksel olarak rahatça erişebilir ve herkesin alım gücünün bunlara yeterli olmasını da gerektirir.

Devletler, HIV önleyici malzeme, hizmet ve bilgilere genel erişimin yanı sıra, HIV’li olarak yaşayan tüm insanların kapsamlı tedavi, bakım ve desteğe genel erişimini, artan bir düzeyle gerçekleştirmeye yönelik ulusal projeler geliştirmeli ve uygulamalıdır. Ulusal projeler, HIV’la birlikte yaşayan insanların ve risk altındaki gurupların etkin katılımını sağlamak için, sivil toplum kuruluşlarının danışmanlığında geliştirilmelidir.

Mümkün olan en yüksek kalitedeki sağlık hizmetinden yararlanma hakkının yanı sıra, sağlıkla ilgili insan haklarına saygı duymak ve bunları korumak adına HIV’ın önlenmesi, tedavi edilmesi, bu konuda bakım ve destek sağlanması şarttır. Genel erişim, gittikçe artan bir oranda zamanla sağlanacaktır. Ancak Devletler, yerel ve küresel düzeyde herkesin HIV’ın önlenmesine, tedavi edilmesine, bu konuda bakım ve destek almasına yönelik erişimi sağlamak üzere acilen ve mümkün olan en etkili biçimde harekete geçme zorunluluğundadır. Bu da, ilerlemenin ölçülebilmesi için, diğer unsurlarla beraber standartları ve hedefleri belirlemeyi gerektirir.19

HIV konusunda bilgilere, malzemelere ve hizmetlere erişim, sosyal ekonomik kültürel politik ve yasal faktörlerin etkisi altındadır. Devletler, bu faktörleri göz önüne alarak ilaçlara, tanılama sistemlerine ve ilgili teknolojilere genel erişimi sağlamak amacıyla, gerekli olduğu yerlerde yasalar, politikalar, programlar ve projeler oluşturmalı veya bunları tekrar gözden geçirerek, üzerlerinde değişiklikler yapmalıdır. Buna bir örnek olarak vergiler, gümrük yasaları ve katma değer vergileri bu ilaç, tanı ve ilgili teknolojilere karşılanabilir bedellerle erişim sağlanabilmesini engelleyebilir. Bu tip yasalar, erişimi arttıracak yönde tekrar gözden geçirilmelidir. Devletler, HIV’le ilgili malzeme, hizmet veya bilgilere erişimi etkileyen ulusal yasaların, politikaların, programların ve projelerin uluslararası insan hakları normları, prensipleri ve standartlarıyla uyumlu olmasını sağlamalıdır. Devletler, diğer devletlerin uzmanlık ve deneyimlerinden yararlanmalı, HIV’lı insanlara, sivil toplum kuruluşlarına, uzmanlık sahibi yerel ve uluslararası sağlık kuruluşlarına danışmalıdır.

Devletler, yasalarının, politikalarının, proje ve uygulamalarının, sağlık malzemelerine, hizmetlerine ve bilgilerine erişimleriyle ilgili olarak uluslararası ve yerel insan hakları normlarına aykırılık teşkil edecek şekilde, hem HIV konusunda hem de diğer konularda HIV’le birlikte yaşayan insanları ve onların ailelerini dışlamamasını, lekelememesini veya ayrımcılığa yol açmamasını sağlamalıdır.

Devletlerin, mevzuatları, politikaları, programları, proje ve uygulamaları, risk altındaki bireylerin ve toplumların önlem, tedavi, bakım ve desteğe erişimlerini engelleyen, yoksulluk, göç, kırsal yerleşim veya çeşitli ayrımcılık21 gibi faktörlere karşı olumlu önlemler içermelidir. Bu faktörler birikimli bir etki oluşturabilir. Örneğin, çocuklar (özellikle de kız çocuklar) ve kadınlar, tedavi toplumlarında mevcut olsa bile, erişimi en son elde edebilecek bireyler olabilir.

Devletler, sağlıkla ilgili insan haklarına saygı gösterme, koruma ve yerine getirme konusunda kamu kesiminde gerekli girişimlerde bulunma yükümlülüklerini yerine getirmeyi sürdürürken,  toplulukların müdahalesini, kapsamlı bir HIV önleminin, tedavisinin, bakımının ve desteğinin parçası olarak tanımalı, onaylamalı ve desteklemelidir. AIDS yüzünden gelir kaybına uğramış ailelere yardımcı olmak için, etkilenmiş toplulukların kaynaklara erişimine olanak sağlayacak mekanizmalar geliştirilmelidir. Bakıma erişimde ve bakımın toplumsal düzeyde sağlanmasında, kadınlar ve kızların maruz kaldıkları, cinsiyete bağlı eşitsizliğin neden olduğu zorluklara özellikle dikkat edilmelidir.

Devletler, tıbbi görevlilere, konuyla ilgili çalışanlara ve sigortacılara yardımcı olmak için, HIV’le birlikte yaşayanlara yönelik mevcut sağlık malzemeleri, hizmet ve bilgi alanında sağlam ve bilimsel açıdan güncel yönergelerin mevcudiyetini, uygulanmasını ve kullanılmasını sağlamalıdır. Devletler, bu yol gösterici yönergelerin mevcudiyetini, kullanımını ve uygulanmasını gereği gibi izleyecek, daha iyi bir hale getirecek mekanizmalar geliştirmelidir.

Mevzuatlar, politikalar ve programlar, HIV’le birlikte yaşayan insanların tekrarlayan, gittikçe ilerleyen, daha ileri tedaviyi gerektiren ve hem kamu hem de özel sektör yararına uygun olarak ele alınması gereken sağlık sorunları yaşamakta olduklarını dikkate almalıdır. Devletler, HIV’la birlikte yaşayan işçilerin yararına olacak şekilde genel ve eşit erişim sağlamak amacıyla, gerektiğinde işverenler, işveren ve işçi kuruluşlarıyla birlikte yarar sağlama programları üzerinde çalışmalıdır. İşle ilgili olarak sağlık olanaklarından yararlanamayan, resmi olarak istihdam edilmemiş kişilerin sağlık olanaklarına erişimini sağlamaya ayrıca özen gösterilmelidir.22

Devletler, HIV’la birlikte yaşayan insanların tedavi, bakım ve destek almalarının reddedildiği veya bunlara erişimlerinin sağlanmadığı durumlar için çabuk ve etkili çareler sağlayacak yerel mevzuatlar oluşturmalıdır. Devletler, bu gibi şikayetlerin bağımsız ve tarafsız olarak değerlendirilebileceği hukuksal süreçleri de ayrıca sağlamalıdır. Uluslararası düzeyde, Devletler, var olan mekanizmaları güçlendirmeli ve fiili olarak yer almadıkları yerlerde yeni mekanizmalar geliştirerek, Devletlerin sağlıkla ilgili hakları tanımaya, korumaya ve yerine getirmeye yönelik uluslararası yasal yükümlülüklerini ihmal etmeleri halinde, HIV/AIDS ile birlikte yaşayan insanların, çabuk ve etkili bir şekilde, bunu tazminini ettirebilmelerini sağlamalıdır.

Devletler, HIV’la ilgili ürünleri kontrol etmeli ve kalite güvencesi sağlamalıdır. Devletler, mevzuatlarla ve diğer önlemlerle (örneğin, pazarlama öncesi onay ve pazarlama sonrası gözetim için işlevsel sistemlerle), ilaçların, tanı yöntemlerinin ve ilgili teknolojilerin güvenli ve etkili olmalarını sağlamalıdır.

Devletler, mevzuatlarla ve diğer önlemlerle, kullanımlarına ilişkin doğru, geçerli ve erişilebilir bilgilerle, ilaçların yeterli miktarlarda ve zamanında tedarik edilmesini, sağlamalıdır. Örneğin, HIV’la ilgili olanlar da dahil, ilaçların, aşıların ve tıbbi cihazların güvenilirliği ve etkililiğiyle ilgili şikayetlerin oluşmaması için, tüketiciyi koruma yasaları veya diğer ilgili mevzuatlar yürürlüğe konmalı veya güçlendirilmelidir.

HIV danışmanlığının ve testlerinin kalitesini ve mevcudiyetini sağlamaya yönelik yasalar ve/veya yönetmelikler yürürlüğe konulmalıdır. Evde kullanılan ve/veya hızlı sonuç veren HIV test kitlerinin piyasaya sürülmesine izin verilmiş ise, bunlar kalite ve doğruluğun sağlanması açısından sıkı bir düzenlemeye tabi tutulmalıdır. Epidemiyolojik bilgi kaybı, eşlik eden danışmanlığın olmaması ve yetkisiz kullanım risklerinin sonuçları, işe alma veya göçmenlik gibi durumlarda ayrıca belirtilmelidir. Bireyleri, HIV testlerinin suiistimal edilmesinden kaynaklanan sonuçlardan koruyacak yasal ve sosyal destek hizmetleri oluşturulmalıdır. Devletler, gönüllü olarak sunulan danışmanlık ve test hizmetleri (VCT) üzerinde de kalite gözetimi sağlamalıdır.

Kondomlar için kalite kontrolü yasal olarak zorunlu hale getirilmeli ve uygulama kapsamında Uluslararası Kondom Standardı izlenmelidir. Kondom, çamaşır suyu, temiz iğneler ve enjektörlerin mevcudiyeti gibi önleyici tedbirlerin üzerindeki kısıtlamalar kaldırılmalıdır. Bu önleyici tedbirlerin hükümlerinin, uygun yerlerde bulunan satış makinelerini de kapsayan çeşitli kanallarla yaygınlaştırılması, bu dağıtım yönteminin gerçekleştirdiği erişim ve gizliliğin sağladığı daha büyük etkililiğin ışığında dikkate alınmalıdır. En iyi etkiyi sağlamak için, kondom promosyonları HIV bilgilendirme kampanyalarıyla birleştirilmelidir.

HIV hakkındaki bilgilerin içerdiği hükümlerin kitle iletişim araçlarıyla yaygınlaştırılmasına yönelik yasalar ve/veya düzenlemeler yürürlüğe konmalıdır. Bu bilgiler, toplum geneline ve bilgilere erişmekte zorluk yaşayan risk altındaki topluluklara ulaştırılmalıdır. HIV’la ilgili bilgiler, sunum yapıldıkları kitleler üzerinde etkili olmalı ve yaşama, sağlığa ve insan haysiyeti için elzem olan bilgi erişimine zarar vereceğinden, uygunsuz bir şekilde sansüre veya diğer yayıncılık standartlarına tabi tutulmamalıdır.

Devletler, HIV’la ilgili tedavi seçeneklerini iyileştirmek için, HIV, AIDS ve bunlarla ilgili enfeksiyonların ve durumların önlenmesi, tedavisi, bunlarla ilgili bakım ve destek sağlanmasına yönelik terapi ve teknolojiler konusunda araştırma, geliştirme ve teşvik sağlaması amacıyla, özel sektöre tahsis edilen fonları arttırmalıdır. Özel sektör, bu tip araştırma ve geliştirmeleri üstlenmesi ve bunların sonucunda ortaya çıkan seçenekleri ihtiyaç sahiplerinin satın alınabilir fiyatlarla, yaygın ve çabuk bir şekilde elde edilebilmelerini sağlaması için teşvik edilmelidir.

Devletler ve özel sektör, gelişmekte olan ülkelerdeki sağlık gereksinimlerine yönelik araştırma ve geliştirmeleri desteklemeye özen göstermelidir. Devletler, insan haklarının tanınması kapsamında bilimsel ilerlemelerin ve bunların yararlarının paylaşımı adına, araştırma ve geliştirmelerin ulusal ve küresel yarar sağlaması için, gelişmekte olan ülkelerde yaşayan ve fakir veya kenara itilmiş insanların gereksinimlerine özen göstererek, yerel ve uluslararası düzeylerde yasalar ve politikalar oluşturmalıdır.

Devletler, yoksulluğun giderilmesi stratejileri, ulusal bütçe tahsisleri ve sektörel gelişim projeleri de dahil tüm projelerini HIV’ı önleme, tedavi etme, HIV’la ilgili bakım ve destek sağlama konularıyla bütünleştirmelidir. Devletler, bunu yaparken HIV’a yönelik uluslararası kabul görmüş hedeflere karşı en azından özel bir yaklaşım içinde olmalıdır.23

Devletler, hem yerel hem de uluslararası düzeylerde, HIV’a yönelik önleme, tedavi, bakım ve destek unsurlarına karşılanabilir bedelle, güvenli ve sürekli erişimi teşvik edecek tedbirler almak amacıyla ulusal bütçe tahsisatlarını arttırmalıdır. Devletler, diğer tedbirlerin yanı sıra, kaynakları oranında Küresel AIDS, Verem ve Sıtmayla Savaş Fonu gibi mekanizmalara katkıda bulunmalıdır. Gelişmiş ülkeler, sağlık malzemelerine, hizmetlerine ve bilgilerine erişimi gerçekleştirmeye özen göstererek, kendilerini kabul etmiş oldukları uluslararası hedeflere geciktirmeden götürecek, kalkınmanın ilerlemesine yardımcı olmaya yönelik sağlam girişimlerde bulunmalıdır.24

Devletler, HIV/AIDS’e karşı mücadeleyi finanse etmeye yönelik uluslararası ve iki taraflı mekanizmaların, antiretroviral ve diğer ilaçların, tanılama teknolojileri ve diğer teknolojilerin satın alınması da dahil, önleme, tedavi, bakım ve destek için gereken fonları temin etmesini sağlamalıdır. Devletler, bağış yapan kişilerin sağladığı yardımının faydalarını en üst düzeye çıkaracak politikaları, bu tip kaynakları jenerik ilaçların, tanı sistemlerinin ve ilgili teknolojilerin daha ekonomik oldukları yerlerden satın alınmasında kullanmayı sağlayacak politikalar da dahil, desteklemeli ve uygulamalıdır.

Devletlerin uluslararası ve iki taraflı finansman mekanizmaları, sağlık hizmetlerini güçlendirmek için, sağlık görevlilerinin kapasitelerini ve çalışma koşullarını ve tedarik sistemlerinin etkililiğini iyileştirmek için, önleme, tedavi bakım ve destek unsurlarına erişim sağlamak amacına yönelik finansman planları ve sevkıyat mekanizmaları için ve aile, topluluk ve ev odaklı bakım için, ayrıca fon da sağlamalıdır.

Devletler, HIV, AIDS ve bunlarla ilgili fırsatçı enfeksiyonların ve durumların önlenmesi, tedavisi ve semptomlarını hafifletici bakıma yönelik ilaçların, tanılama sistemlerinin ve ilgili teknolojilerin kaynakları, nitelikleri ve dünya çapındaki fiyatları ile ilgili bilgi kaynaklarını oluşturmak, sürdürmek ve uluslararası kapsamda toplumun erişimine açık hale getirmek için sivil toplum kuruluşlarıyla, hükümetlerarası kuruluşlarla, Birleşmiş Milletler organları, birimleri ve programlarıyla birlikte çalışmalıdır.25

Kredi veren ülkeler ve uluslararası finans kuruluşları, gelişmekte olan ülkelerin borçlarını daha hızlı ve kapsamlı bir biçimde hafifletmeli ve bu amaçla sağlanan kaynakların, resmi geliştirme desteğinde azalmaya neden olmasını önlemelidirler. Gelişmekte olan ülkeler ise borç yüklerinin hafiflemesi ile oluşan kaynakları, sağlık konuları ile ilgili hakların gerekli saygıyı görmesi, korunması ve verilmesine yönelik yükümlülüklerini tümüyle yerine getirecek şekilde kullanmalıdırlar. Ülkeler, diğer gerekliliklerin yanında, bu kaynakların uygun ölçekte bir bölümünü, yerel koşulları, öncelikleri ve uluslararası boyutta verilmiş taahhütleri de gözeterek, HIV’in önlenmesi, tedavisi, hasta bakımı ve desteklenmesi gibi konulara ayırmalıdırlar.
 
Ülkeler, uluslararası mekanizmaları, antiretrovial ve diğer ilaçlar, teşhis ve ilgili teknolojileri de içeren, HIV’in önlenmesi, tedavisi, hastaların bakımı ve desteklenmesi ile ilgili konularda alınan önlemlerdeki gelişmeleri izleme ve raporlama alanlarında desteklemeli ve işbirliğine gitmelidirler. Ülkeler, ilerlemelerini gözlemleyen kuruluşlar için hazırladıkları raporlarda, uluslararası yasal yükümlülüklere uyabilmeleri açısından, uygun bilgileri bulundurmalıdırlar. Bu raporlarda yer alan veriler, önleme, tedavi, bakım ve desteklemeye ulaşılabilirlik açısından varolan farklılıkları ortaya çıkartacak ve düzeltebilecek şekilde ufak parçalara bölünmeli ve varolan göstergeler veya önlemlerin uygulanabilirliğini ölçen denetimler gibi, değerlendirme araçlarını kullanmalı veya yenilerini geliştirmelidir. Ülkeler, ayrıca, HIV/AIDS’li insanları ve korunmasız grupları temsil edenleri de kapsayan sivil toplum kuruluşlarından, bu raporların hazırlanması konusunda destek almalı ve süreci izleyen bu kuruluşların gözlemleri ve önerileri doğrultusunda davranmalıdır.
 
Devletler, gelişmekte olan ülkelere, HIV’in önlenmesi, tedavisi, hastaların bakımı ve desteklenmesi konularında teknoloji ve uzmanlık transferi için uluslararası ve bölgesel işbirliği aramalı ve gerçekleştirmelidirler. Devletler, bu amaçla gelişmekte olan ülkeler arasındaki işbirliğini desteklemeli ve HIV’in önlenmesi, tedavisi, hastaların bakımı ve desteklenmesi konularında ulaşılabilirliği hedefleyen uluslararası organizasyonlara katılarak, teknik yardım sağlamalıdırlar.

Devletler, uluslararası forum ve görüşmelerde, insan hakları ile ilgili uluslararası norm, prensip ve standartları dikkate almalıdırlar. Özellikle dikkat gerektiren olgular, sağlıkla ilgili konularda haklara saygı gösterilmesi, korunması ve verilmesi olup, uluslararası destek ve işbirliği alanındaki yükümlülüklere de özen gösterilmelidir. Devletler, bunun yanında, gerek yurtiçi gerek yurtdışında olsun, antiretrovial ve diğer ilaçlar, teşhis ve ilgili teknolojileri de içeren, HIV’in önlenmesi, tedavisi, hastaların bakımı ve desteklenmesi ile ilgili konularda ulaşılabilirliği kısıtlayan önlemler almaktan kaçınmalı ve ilacın asla politik baskı unsuru olarak kullanılmamasını sağlamalıdır. Tüm devletler tarafından, özellikle gelişmekte olan ülkelerin gereksinimlerine ve içerisinde bulundukları durumlara, özen gösterilmelidir.
 
Devletler, insan hakları yükümlülüklerinin ışığında, fikri mülkiyet hakları gibi çift taraflı, bölgesel ve uluslararası anlaşmaların, antiretrovial ve diğer ilaçlar, teşhis ve ilgili teknolojileri de içeren, HIV’in önlenmesi, tedavisi, hastaların bakımı ve desteklenmesi gibi hizmetlere ulaşılabilirlik konusunda bir engel oluşturmamasını sağlamalıdır.
 
Devletler uluslararası anlaşmaları yorumlar ve uygulamaya alırken, ilaçlar, teşhis ve ilgili teknolojilere ulaşımı da içeren, HIV’in önlenmesi, tedavisi, hastaların bakımı ve desteklenmesi hususlarının garanti altına alındığı, bu yönde her türlü korumaya yönelik önlemin ve esnekliğin yerel yasalara entegre edildiğini, sağlama almalıdırlar. Devletler, alınan bu koruyucu önlemleri, insan haklarına dair, kendi yerel ve uluslararası yükümlülüklerini tümüyle yerine getirebilecekleri ölçüde devreye sokmalıdırlar. Devletler, yapmış oldukları uluslararası anlaşmaları (ticaret ve yatırımla ilgili olanlar da dahil), insan haklarını geliştirme ve koruma amaçlı hazırlanan anlaşmalar, yasalar ve politikalarla uyumlu olup olmadığı yönünde gözden geçirmeli ve bu anlaşmaların önleme, tedavi, bakım ve desteklemeye ulaşılabilirliği kısıtladıkları durumlarda, gerektiği şekilde değiştirmelidirler.

Metin Kutusu: Devletler, HIV’den etkilenen kişilerin hakları konusunda eğitilmeleri için hukuki hizmet desteğini desteklemeli, kişilerin bu haklarını kullanabilmeleri için ücretsiz hukuk hizmeti verilmesini sağlamalı, HIV’le ilişkili hukuki konularda uzmanlığın gelişmesini desteklemeli ve koruma için mahkemeler dışında Adalet Bakanlığı ofisleri, ombudsmanlık, sağlıkla ilgili şikayet birimleri ve insan hakları komisyonları gibi diğer mekanizmaları devreye sokmalıdır.   REHBER 7: Hukuki Destek Hizmetleri

Devlet, HIV vakalarında uzmanlaşmış ve toplum hukuki yardım merkezlerini ve/ya AIDS hizmeti organizasyonlarını  (ASO) da dahil eden hukuki yardım sistemlerinin kurulmasını desteklemelidir;

Yasalar, Devletle birey arasındaki ve bireyler arasındaki ilişkileri düzenlediği için, HIV’le ilişkili olan insan hakları da dahil olmak üzere tüm insan haklarını gözlemleyebilmek için temel bir çerçeve sunmaktadır. Bu çerçevenin insan haklarını korumak için etkili olup olmadığı, o toplumdaki yasal sistemin gücüne ve yurttaşların sisteme ulaşabilirliğine bağlıdır. Buna karşın, ne dünya üzerindeki birçok yasal sistem yeterince güçlüdür ne de marjinalize edilmiş toplulukların sisteme ulaşabilirlikleri vardır. 

Bununla beraber, HIV’e karşı verilen tepkide hukukun rolü aşırı vurgulanıyor ve zorlayıcı ve ihlal edici politikalar için bir araç olarak da kullanılıyor olabilir. Hukukun eğitici ve kural koyucu bir rolü olmasına ve insan haklarını ve HIV programlarını korumak için önemli bir çerçeve sunuyor olmasına karşın, eğitmek, tutumları değiştirmek, davranış değişikliklerini sağlamak ya da insanların haklarını korumak için güvenilecek tek araç olmayabilir. Bu nedenle, yukarıda bahsi geçen 3. İlkeden 7. ilkeye kadar anlamlı ve olumlu bir yasal mevzuatın hayata geçirilmesinin teşvik edilmesinin amacı, HIV’le ilişkili insan haklarının korunmasına, etkili HIV önleme ve bakım programlarının hazırlanmasına destek olması için gerekli olan temel yasal unsurları tarif etmektir.   

3. ilkeden 6. ilkeye kadar, HIV’le ilişkili ulusal yasaların, uluslararası ve bölgesel insan hakları standartlarına uyumlu hale getirilmesi için yasa değişiklikleri ve yasal reformlar teşvik edilmiştir. Sözü edilen stratejiler her ne kadar formal yasaları işaret ediyor olsa da, yasa reformları, örfi kanunları ve teamül hukukunu da ihtiva etmelidir. HIV yasalarının gözden geçirilmesi ve yapılacak reformlar Devlet’in, insan hakları normlarının izlenmesiyle ilişkili genel aktivitelerine dahil edilmeli ve AIDS’e karşı ulusal yanıtın bir parçası olmalıdır ve varolan yasalar (risk altındaki gruplar kadar genel popülasyon için) HIV önleme ve bakım programları önünde bir engel olmamalı ve kişileri hem resmi kurumların hem de özel kurum ve kişilerin ayrımcı tutumlarına karşı korumalıdır. Yasalar ve yasa reformları ile ilgili önerilerin bir kısmı, özellikle de kadınların, uyuşturucu kullananların, seks çalışanlarının ve erkeklerle seks yapan erkeklerin statülerine ilişkin öneriler, belirli bir ulusal, kültürel ve dinsel bağlamda ihtilaflara neden olabileceği düşünülmüştür. Buna karşın, bu ilkeler Devletlere yönelik önerilerdir: söz konusu ilkelerin dayanağı varolan uluslar arası insan hakları standartlarıdır ve HIV’le ilişkili halk sağlığı hedeflerine ulaşmak için pragmatik bir yaklaşımı gerçekleştirmek için tasarlanmışlardır.  Devletlerin yükümlülüğü, uluslar arası insan hakları yükümlülüklerini en iyi şekilde karşılayacak ve kendi politik, kültürel ve dini bağlamları içinde halk sağlığını koruyacak bir yapıyı kurmalarıdır. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, UNAIDS, diğer ilişkili ortak sponsorlar ve diğer Birleşmiş Milletler kuruluşları ve temsilcilikleri, örneğin Uluslar arası İş Örgütü, yasa incelemelerinde ve reformlarında Hükümetlere teknik destek verebilir.

İlke 7, Devletleri (ve özel sektörü) uzmanlaşmış ve genel hukuki hizmetlerini, HIV’le yaşayan kişileri ve HIV’den etkilenen toplulukların insan haklarını ve hukuki haklarını bu hizmetler aracılığıyla uygulanabilir hale getirmek için, teşvik etmeli ve desteklemelidir. Hukuki haklar ve insan haklarıyla ilgili bilgiler ve araştırma kaynakları da ulaşılabilir halde olmalıdır. Aynı zamanda bu tür hizmetler, risk altındaki grupların HIV enfeksiyonu karşısındaki hassasiyetlerini azaltmak sorunuyla da ilgilenmelidir. Bu hizmetler aracılığıyla sağlanacak olan bilgilerin yeri ve formatı (düz ve anlaşılabilir bir dil), söz konusu risk altındaki gruplar için ulaşılabilir hale getirilmelidir. Buna ilişkin modeller birçok ülkede bulunmaktadır.




C)    DESTEKLEYİCİ VE KOLAYLAŞTIRICI (ENABLING) ÇEVRENİN TEŞVİK EDİLMESİ

REHBER 8: Kadınlar, Çocuklar ve Diğer İncinebilir Gruplar
Devlet, toplumla işbirliği içinde; kadınlara, çocuklara ve diğer incinebilir gruplara özel sağlık ve sosyal hizmet desteği sunarak eşitsizlikleri ortadan kaldırmalı; toplumsal iletişim mekanizmalarını harekete geçirerek önyargıların oluşmasını engelleyecek, destekleyici ve kolaylaştırıcı bir çevre oluşturmalıdır.

(a) Devletler, akran eğitimi, güçlendirme, olumlu davranış değişimi ve sosyal destek için farklı risk gruplarının üyelerinden oluşan derneklerin/toplulukların kurulmasını ve sürdürülebilirliğini desteklemelidir.

(b) Devletler, risk altındaki gruplar için HIV’e ilişkin olarak yeterli, ulaşılabilir ve etkili önleme, bakım, eğitim ve hizmet programlarının geliştirilmesine destek olmalı ve söz konusu risk altındaki grupların bu programların hazırlanmasında ve uygulanmasında etkin bir biçimde yer almasını sağlamalıdır.

(c) Devletler, HIV salgınının kadınlar üzerindeki etkilerini araştırmak/incelemek için ulusal ve yerel düzeylerde forumlar kurulmasını desteklemelidir. Bu forumlar çok sektörlü olmalı, Hükümeti, uzmanları, din temsilcilerini, toplum temsilcilerini ve liderlerini foruma dahil etmeli ve aşağıda sıralanan konular üzerinde inceleme yapmalıdır:
(i) Kadının evdeki ve kamusal hayattaki rolü;
(ii) Kadınların güvenli seksi tercih edebilmesi ve üreme konusunda kendi seçimlerini yapabilmesi konularını da kapsayacak şekilde kadınların ve erkeklerin cinsellik ve üreme hakları;
(iii) Kadınların eğitim ve ekonomik fırsatlarını arttırmaya yönelik stratejiler;
(iv) Hizmet sağlayıcıların duyarlılaştırılması ve kadınlara sağlanan sağlık hizmeti ile sosyal desteğin iyileştirilmesi ve
(v) Dini ve kültürel geleneklerin kadınların üzerindeki etkisi.

(d) Devletler, Kahire Dünya Nüfus ve Gelişim Konferansı’nın Eylem Programını ve Dördüncü Dünya Kadın Konferansı’nın Pekin Deklarasyonunu ve Eylem Planını uygulamaya koymalıdırlar. Temel sağlık hizmetlerinde, programlarında ve özel olarak da bilgilendirme kampanyalarında cinsiyet perspektifi dikkate alınmalıdır. Kadınlara yönelik şiddet, cinsel taciz ve sömürü, zarar verici geleneksel uygulamalar, erken evlilik, kadın sünneti ortadan kaldırılmalıdır. Resmi ve gayri resmi eğitim programlarının da dahil olduğu olumlu tedbirler alınmalı ve böylelikle kadınların iş olanakları ve sosyal destekleri arttırılmalıdır.

(e) Devletler, HIV ve insan hakları ile ilgili konuları programlarına dahil etmeleri için kadın örgütlerini desteklemelidir.

(f) Devletler, tüm kadınların ve doğum yapma yaşındaki tüm kız çocuklarının HIV bulaşının önlenmesine yönelik ve HIV’in dikey (vertical) bulaş risklerine dair doğru ve kapsamlı bilgiye ve danışmanlığa ve bu risklerin azaltılmasına yönelik mevcut kaynaklara ulaşabilmelerini sağlamalı ve eğer doğum yapmayı tercih ederlerse söz konusu hizmetlerin doğum sürecinde de verilmesini sağlamalıdır.

(g) Devletler, çocukların ve gençlerin sağlık ile ilgili yeterli bilgiye ve eğitime ulaşmasını sağlamalıdır. Bu bilgi ve eğitim programlarında, okul içinde ve dışında HIV’in engellenmesine ve bakımına yönelik bilgiler de olmalı ve programlar hazırlanırken çocukların ve ergenlerin yaş düzeyleri ve kapasiteleri göz önünde tutularak kendi cinsellikleriyle sorumlu ve olumlu bir biçimde ilgilenmeleri sağlanmalıdır. Bu bilgiler, çocuğun bilgiye ulaşım hakkını, mahremiyetini, bilgilerin gizliliğini, onanmış bilgilendirmeyi ve önleme yolları kadar ebeveynlerin sorumluluklarını, görevlerini ve haklarını da hesaba katarak hazırlanmalıdır. Çocukları kendi hakları ile ilgili olarak eğitme girişimleri, kişilerin –çocuklar da dahil- HIV’le yaşama haklarının olduğunu da kapsamalıdır.

(h) Devletler, çocukların ve ergenlerin gizli/güvenilir cinsel ve üreme sağlığı hizmetlerine yeterli düzeyde ulaşmalarını ve bu hizmetler kapsamında HIV’le ilgili bilgilendirmenin, danışmanlık hizmetlerinin, testlerin ve kondom gibi önleyici araçların olmasını ve eğer HIV’den etkilenmişlerse çocuklara ve ergenlere sosyal desteğin verilmesini sağlamalıdır. Çocuklara ve ergenlere bu hizmetler sunulurken, çocukların/ergenlerin, gelişim halinde olan kapasitelerine göre, karar alma süreçlerine dahil edilmeleri ile ebeveynlerin/koruyucuların çocukların sağlığı ve refahı ile ilgili görevleri ve sorumlulukları arasında uygun bir dengenin kurulmasını sağlanmalıdır.

(i) Devletler, çocuk bakımı kurumlarında (çocuk esirgeme veya evlat edinme kurumları) istihdam edilen kişilerin HIV’le ilişkili çocukların sorunlarına dair özel eğitim almalarını ve böylelikle HIV’den etkilenmiş olan çocukların özel ihtiyaçları ile etkili bir şekilde ilgilenilmesini, çocukların zorunlu test uygulamasından, ayrımcılıktan ve terk edilmeden korunmasını sağlamalıdır.

(j) Devletler, dil, yoksulluk, sosyal, yasal ya da fiziksel sebeplerden dolayı dışlandıkları için (örn. azınlıklar, göçmenler, yerli halk, mülteciler ve ülke içinde göçe zorlanmış gruplar, engelli kişiler, mahkûmlar, seks işçileri, erkeklerle seks yapan erkekler ve damar içi madde kullananlar) ana akım programlara ulaşımları kısıtlı olan gruplar için özel olarak tasarlanmış ve hedef kitlesi belirlenmiş HIV önleme ve bakım programlarının yürütülmesi için destek vermelidir.

REHBER 9: Ayrımcı Tutumları Eğitim ve Medya Yolu ile Değiştirmek
Devlet HIV/AIDS’le bağlantılı ayrımcılık ve damgalayıcı tutumları değiştirmek için yaratıcı eğitim, öğretim ve medya programlarının oluşturulmasını ve yaygınlaştırılmasını desteklemelidir.

(a) Devletler, HIV’le yaşayan kişilerin ve risk altındaki grupların onurlarına ve haklarına saygı duyulmasını teşvik etmek için programları tasarlarken ve uygularken medya gruplarını, STK’ları ve HIV’le yaşayan kişilerin oluşturdukları ağları desteklemeli ve çeşitli medya araçlarını kullanmalıdır (film, tiyatro, televizyon, radyo, basılı materyaller, drama içeren sunumlar, kişisel tanıklıklar, Internet, resimler, otobüs posterleri). Bu programlarda, söz konusu gruplarla ilgili önyargılar tekrarlanmamalı aksine bu grupların üyeleri gündelik hayattaki arkadaşlar, akrabalar, iş arkadaşları, komşular olarak yansıtılmalı ve mitler ile varsayımlar yıkılmalıdır. Ayrıca bu programlarda virüsün bulaş yolları hakkındaki şüpheler giderilmeli ve sosyal ilişkinin güvenli olduğu mesajı pekiştirilmelidir.

(b) Devletler, eğitim kurumlarını (ilk ve orta öğretim kurumları, üniversiteler ve teknik liseler, yetişkin eğitimleri ve sürekli eğitim merkezleri) sendikaları ve iş yerlerini, HIV ve insan hakları/ayrımcılık yapmama konularını (örn. insan ilişkileri, yurttaşlık/sosyal konular, yasal konular, sağlık bakımı, yasaların uygulanması, aile yaşamı ve/ya cinsel eğitim ve refah/danışmanlık) ilgili müfredata eklemeleri için cesaretlendirmelidir.

(c) Devletler, devlet memurları, polisler, hapishane çalışanları, politikacılar ve köy, cemaat ve dini liderlerle uzmanlar için HIV’le ilişkili insan hakları/etiği eğitimleri/çalışma atölyelerini desteklemelidir

(d) Devletler, HIV ve insan hakları konularına duyarlı olmaları ve konu ile ilgili sansasyonel haberleri ve özellikle dezavantajlı gruplar ile risk altındaki gruplarla ilgili stereotiplerin kullanılmasını azaltmaları için medyayı ve reklam şirketlerini cesaretlendirmelidir. Bununla ilgili yapılacak eğitimler, damgalayıcı dilin kullanılmasını engellemek amacına hizmet etmesi için uygun terminolojiyi içeren el kitapları gibi yararlı olacak kaynakları ve gizliliğe ve mahremiyete saygıyı sağlamak için profesyonel davranış kurallarını kapsamalıdır.

(e) Devletler, insan hakları ile ilgili farkındalığı arttırmak ve bu hakların hayata geçirilmesini sağlamak için HIV’le yaşayan kişilere, CBO ve ASO gönüllülerine ve risk altındaki grupların liderlerine yönelik eğitimleri, akran eğitimlerini ve bilgi değişimi programlarını desteklemelidir.

(f) Devletler, kırsal alanda yaşayanların, okuryazar olmayanların, evsizlerin ya da marjinalize edilmiş kişilerin ve televizyona, filmlere ve videolara ulaşımı olmayan ve spesifik etnik azınlık dillerini konuşan kişilerin bilgiye ulaşım sorununu çözmek için radyo programları ya da grup tartışmaları gibi alternatif yöntemlerin kullanılmasını desteklemelidir.

REHBER 10 – Kamu ve Özel Sektör Standartlarının ve Bu Standartların Uygulanması için Mekanizmaların Geliştirilmesi
REHBER 11 – İnsan Hakları ile Uyumun Devletçe İzlenmesi ve Güçlendirilmesi
REHBER 12 – Uluslar arası İşbirliği



4.           Türkiye’de HIV/AIDS Alanında Yaşanan İnsan Hakları İhlalleri
Aşağıdaki bilgiler 01.01.1985 ile 01.06.2007 tarihleri arasındaki çalışmalar sonucu elde edilmiştir. Maddelendirilen ihlâl örnekleri bugüne kadar medyada çıkan haberlerden,  medya yoluyla PYD’yle kurulan iletişimlerden,  AIDS Savaşım Derneği’ne iletilen şikâyetlerden,  HIV’le yaşayanların hayatlarını ele aldıkları kitaplardan,  HIV Pozitif gruba 4 yıl içersinde yazılan e-postalardan,  Pozitif Yaşam Derneği çalışanları ve danışmanlarına aktarılan bilgilerden derlenmiştir.

103 kişiden alınan bilgilere göre,  en fazla görülen ihlâl örnekleri çokluk ve sıklık sayılarına göre aşağıdaki gibi açıklanmıştır:


Ayrımcılık yasağı ihlâli 
76
Tıbbi gereklilik dışında, kişisel bilgilerin gizli tutulmasının ihlâli
53
Tıbbi özen hakkı, tıbbi bakım (Modern tıbbi bilgi ve teknolojinin gereklerine uygun)  hakkı ihlâli
45
Özel hayatın, aile yaşantısının gizliliği (mahremiyet) hakkı ihlâli
44
Sağlık hizmetlerine ulaşma, adalet ve hakkaniyete uygun olarak yararlanma hakkı ihlâli 
29
Kişinin vücut bütünlüğüne ve diğer kişilik haklarına saygı ihlâli
13
Sağlık durumu ile ilgili bilgi alma hakkı ihlâli
10
Çalışma Hakkı ihlâli
10
İnsan haysiyetine yakışır şekilde herkesin hasta haklarından faydalanabilme hakkı ihlâli
9
Yaşam hakkının ihlâli 
8
Sağlık hizmetlerinin sunulmasında bedeni ruhi ve sosyal yönden tam bir iyilik hali içinde yaşama hakkı ihlâli
7
Serbest Dolaşım Hakkı ihlâli
4
Herkesin yaşama,  maddi manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ihlâli
4
Eğitim ve öğrenim hakkı ihlâli
4
Güvenlik hakkı ihlâli
3
İşkence yasağı ihlâli
3
Doktorunu kurumunu seçme ve nakil hakkı ihlâli
2
Hizmetin sağlık kurum ve kuruluşu dışında verilmesi hakkı ihlâli
2
Etkili İç Hukuk yoluna başvurma hakkı ihlâli
2
Eşitlik hakkı ihlâli
2
Tıbbi müdahalede hastanın rızası hakkı (aydınlatılmış onam)  ihlâli
2
Meslek sırrını açıklama yasağı ihlâli
1
Aile Kurma hakkı ihlâli
1
Seyahat hakkı ihlâli
1
Usulüne uygun biçimde tıbbi bilgi verme yükümlülüğünün ihlâli
1
Keyfi yakalanma, tutuklanma yasağı ihlâli
1
TOPLAM raporlanan hak ihlâlleri
    337

Çıkan rapor sonucunda en fazla ihlâl Sağlık Kuruluşu’nda tespit edilmiştir, toplam sayı: 80

Sağlık Kuruluşunu takiben sosyal çevre ve aileleri tarafından destek görmek yerine,  dışlanan ve hak ihlâllerine uğrayan HIV’le yaşayanların toplam sayısı: 14

Bilgilerin gizliliği,  mahremiyet haklarının korunmaması ve kişiyi deşifre eden,  yanlış mesajlar içeren haberlerle Medya 3.  sırayı takip etmiştir.  Toplam sayı: 13

HIV/AIDS’le yaşayanlar,  tanı konulmasından itibaren çalıştıkları iş yerlerinde yüksek tehdit ve taciz altında kalmışlar ve hattan işten çıkarıldıkları gözlenmiştir.  Toplam sayı: 11

Kamu birimlerinde çalışan ya da hizmet alan hak ihlâllerine maruz kalan HIV’le yaşayanların toplam sayısı: 8

Sağlık alanında yaşanan başlıca hak ihlâlleri:

İncelenen ihlâllerde hak ihlâllerinin ve etik dışı davranışların HIV’le yaşayan ve refakatçisi için tanı alındıktan hemen sonra başladığı tespit edilmiştir. Örneğin HIV tanısını yeni almış HIV’le yaşayana teşhisi açıklayan sağlık personeli, bu konu hakkında yetersiz bilgiye sahip olduğundan ve ön travma eğitimine tabi tutulmadığından “eksik bilgilendirme” ya da “yanlış bilgilendirme” gibi problemlerle karşılaşılmaktadır. Ve tanı her zaman HIV’le yaşayana değil de bazen kişinin bilgisi olmaksızın kendisine refakat eden ya da aile bireylerinden birine iletilmiştir.

Ayrıca edinilen izlenim ve bilgilere göre, kişi HIV taramasının pozitif olduğu bilgisini zaman zaman telefonda öğrenmiştir.

Bunun yanı sıra, en sık görülen hak ihlâllerinden biri de “gizlilik kurallarına riayet edilmeyişi”; HIV’le yaşayanların sevk, tahlil, tetkik ve istirahat raporlarına (üstelik çoğunlukla gerekmediği halde) kendilerini deşifre eden  “HIV pozitif” “AIDS” ya da “Edinsel İmmun Yetmezlik Sendromu” gibi tâbi oldukları hastalık bilgileri yazılmaktadır.
 
Sağlık çalışanları tarafından invaziv müdahaleler, diş ve diş eti problemleri, cerrahi operasyon hatta pansuman, enjeksiyon gibi küçük işlemler ya reddedilmekte ya da güçlükle yapılmaktadır. Çok zaman da HIV’le yaşayanların kendilerine tanınmış olan tedavi hakkından ayrımcı davranışlara tabi tutuldukları için faydalanamadıkları gözlenmiştir. Güçlükle ikna edilen sağlık personeline HIV Pozitif kişiler, güvensizlik duygusuna kapılmakta ve bu durum sağlığının seyrini de olumsuz yönde etkilemektedir. Öte yandan en temel sorun çok zaman HIV+’ lerin ameliyat edilmemesi gerçeğidir. Hekimlerini operasyon için ikna etmek HIV’le yaşayanın tıbbi durumu acil olduğunda bu süreç daima HIV’le yaşayanın aleyhine işlemektedir.
 
HIV+ annelerin doğumunu üstlenecek hekim bulmak zor olmakla birlikte,  yeni doğan HIV’le yaşayan daha dünyaya gözünü açar açmaz HIV Pozitif yaftası birçok evrağına işlenmektedir. Bu kötü uygulama en çok aileyi müşküle sokmakta olup anne-bebeği ziyarete gelen ve aynı zamanda anne-bebeğin HIV Pozitifliğini bilmeyen kişiler açısından söz konusu olan ayrımcı tutum bir ya da birkaç soruna neden olmaktadır.

HIV’le yaşayan kişilerin yattıkları oda temizlenmemekte, ateşleri düzenli ölçülmemekte,  tansiyonlarına düzenli bakılmamakta,  ilaç düzenlerine dikkat edilmemekte ve özensiz bakıma tabi tutulmaktadır. 

Hastaneye yatmaları gerektiği hallerde yanlarına refakatçi ya da ziyaretçi alınmamaktadır.

Ayrıca taşıdıkları virüs ve beraberinde gelen rahatsızlıkları aileleriyle paylaşamayan HIV’le yaşayanlar, hastaneye yatma durumunda ve iş yerlerinden izin alma durumunda, istirahat etmeleri gerektiğinde ve sosyal hayatlarında bazı özel ayrıcalıklar ya da haklı inisiyatifler tanınmaması nedeniyle oldukça problem yaşamaktadırlar.


5.           Türkiye’de Yasalar ve AIDS: Mevcut Durum ve Öneriler
5.1.     (A) KURUMSAL YAPILANMA VE SORUMLULUKLAR
5.1.1.         Metin Kutusu: Devletin HIV’e verdiği yanıt, etkin bir ulusal çerçeve içinde; işbirliğini, katılımcılığı, saydam ve sorgulanabilir bir yaklaşımı olanaklı kılacak biçimde oluşturulmalı; HIV’e yönelik politikalar ve program sorumlulukları hükümetin tüm organları tarafından benimsenmelidir.   REHBER 1: Ulusal Yapı

HIV’e verilen yanıtın etkili olabilmesi için kilit noktalardaki tüm resmi kuruluşların seferber edilmesi önemlidir ve bu seferberlik tüm politik alanları kapsamalıdır. HIV salgınının neden olduğu karmaşık sorunlar ancak eşgüdümlü ve bütüncül yaklaşımlar ile çözülebilir. Tüm sektörler arası ilişkilerde liderlik girişimleri desteklenmeli ve bu ilişkilerde HIV ile ilgili insan hakları ilkelerinin egemen olması sağlanmalıdır. Kaynak israfı ve halk arasında bölünmelere neden olacak biçimde HIV ile ilgili konuların gereksiz siyasallaştırılmasından kaçınılmalı, salgın ile savaşım, dayanışma ve fikir birliği ortamında yürütülmelidir. Salgına gerekli yanıtın verilmesi için kaynakların seferber edilmesinde devletin politik kararlılığı çok önemlidir. Bu kaynakların üretken ve işbirliğine yönelik stratejiler ile kullanılması da aynı derecede önem arz etmektedir. Resmi kurumların insan hakları konuları dahil olmak üzere bu süreçteki rolleri ve sorumlulukları açıkça belirtilmelidir.
Ülkelerin çoğunda ulusal AIDS komiteleri bulunmaktadır. Bazı ülkelerde ise bu ulusal komitelere bağlı alt komiteler çalışmaktadır. Bununla birlikte hükümet programlarının uygulanmasındaki eşgüdüm eksikliği ve HIV salgını ile ilgili insan hakları sorunlarına karşı kayıtsızlık bu kurumların yasal ve etik konulara duyarlı olacak biçimde yeniden yapılandırılmasını veya bu kurumları destekleyecek ek kuruluşların oluşturulmasını gerekli kılmaktadır. Benzer bir eşgüdüm, alt düzey devlet kurumları arasında da gereklidir. Bu eşgüdümün sadece HIV ile savaşımda görevli kuruluşlar arasında oluşturulması da yeterli değildir ve halihazırda işlev gören eşgüdüm platformlarına (örneğin bakanlıklar arası komisyonlar) HIV ile ilgili insan hakları konuları eklemlenmelidir. Hükümete yasal ve etik konularda danışmanlık verecek uzmanlardan ve toplum temsilcilerinden oluşmuş multidisipliner bir yapının oluşturulması önemlidir. Bu yapılar aynı zamanda HIV ve insan hakları ile ilgili alanlarda işbirliği ve desteğin sağlanması amacıyla UNAIDS ve diğer uluslar arası kuruluşlar ile eşgüdümü de sağlamalıdır.
Farklı salgın düzeyleri, halihazırdaki kurumlar ve kurumsal gelenekler göz önünde tutularak ve sorumluluk çakışmalarının da önlenmesi gözetilerek aşağıdaki kurumsal yapılanmalar söz konusu olabilir:
1)      İlgili bakanlıkların birlikte hareket etmelerini sağlayan, her bakanlığın eylem planını üst düzeyde denetleyen ve ulusal planlardaki stratejilerin uygulanmasını temin eden ve izleyen bakanlıklar arası komitelerin oluşturulması. Federal sistemlerde bu komitelere ek olarak eyaletlerin temsili sağlanarak hükümetler arası komitelerin de oluşturulması gerekebilir. Her bakanlık HIV ve insan hakları konusunun planlarında ve etkinliklerinde yer almasını sağlamaktan sorumludur.
2)      Salgına daha güçlü bir yanıt verebilmek, politik tartışmalara olanak sağlamak ve yasa değişikliklerini gerçekleştirmek amacıyla parlamentoda temsil edilen partilerin katılımıyla parlamento bünyesinde komisyonlar veya yasa çalışma gruplarının oluşturulması ve tüm farklı görüşlerin temsili sağlanarak, sürekliliği olan bir tartışma ortamının oluşturulması.
3)      Yasal ve etik konularda hükümetlere danışmanlık veren organların güçlendirilmesi. Bu güçlendirme bakanlıklar arası komitenin yasal ve etik alt komitelerce desteklenmesi biçiminde olabilir. Alt komitelerde meslek örgütlerinin, üniversitelerin, dini kuruluşların, işçi ve işveren örgütlerinin, STK’ların, uzmanların ve HIV ile yaşayan kişilerin temsiliyeti sağlanmalıdır.
4)      Yargı bağımsızlığına saygı gösterilme koşuluyla hükümetin yasal kanadının HIV ile ilgili yasal, etik ve insan hakları konularında, eğitimler ve yasal dokümanlar hazırlanarak duyarlık kazanmasının sağlanması.
5)      Hükümet organlarının Birleşmiş Milletler Tema Grubu ile olan ilişkilerinin güçlendirilerek uluslar arası desteğin sürekliliğinin ve verimliliğinin sağlanması.

5.1.1.1.            Türkiye’deki Durum
Türkiye’de HIV’e verilen ilk kurumsal yanıt Sağlık Bakanlığı bünyesinde olmuştur. 1985 yılında ilk AIDS vakasının saptanması sonrasında Bakanlık bünyesinde “AIDS Danışma Kurulu” adı verilen bir yapı oluşturmuş ve yürütmeye yönelik kararların alınmasında bu kurulun görüşleri alınmıştır. AIDS’in ihbarı mecburi salgın ve bulaşıcı hastalıklar arasına alınması, tek kullanımlık enjektörlerin kullanımı, sünnetçi ve berberlik gibi meslekler aracılığıyla hastalığın yayılımının engellenmesi ve sağlık kuruluşlarına başvuran kişilere HIV testi yapılması gibi uygulamalarla ilgili genelgeler bu kurula danışılarak yürürlüğe konulmuştur. 1987 yılında “AIDS Danışma Kurulu”nda yapısal değişikliklere gidilmiş ve bu kurul yerine “AIDS Yüksek Kurulu” görevlendirilmiştir. Her iki kurul da ağırlıklı olarak sağlık hizmetlerinin sunumu konularında oluşan sorunlara çözümler üretmek üzere görev yapmıştır. Doksanlı yılların başından itibaren HIV ile yaşayan kişilerin sayılarının artmaya başlaması ve sağlık hizmeti sunumu dışında insan hakları ile ilgili sorunların gündeme gelmesi sorunların çok sektörlü olarak ele alınmasını gerekli kılmıştır.
Ülkemizde HIV’e verilen yanıtta geniş kapsamlı katılımı olanaklı kılan ilk ulusal yapı olan “Ulusal AIDS Komisyonu” (UAK) 1996 yılında Başbakanlığın koordinasyonu ve Sağlık Bakanlığı’nın başkanlığında kurulmuştur. UAK otuzdan fazla resmi ve sivil toplum kuruluşunu bir araya getiren bir yapıdır ve komisyonun sekreteryası Türkiye Aile Planlaması Derneği tarafından yürütülmektedir. 2007 yılında HIV ile yaşayan kişilerin katılımıyla kurulan Pozitif Yaşam Derneği ve Pozitifler Derneği UAK’ya üye kabul edilmişlerdir. UAK’nın görev tanımları arasında Türkiye’nin AIDS’e verdiği yanıtı izlemek, değerlendirmek ve planlamak; salgınla savaşım için gerekli politika ve stratejileri belirlemek, ulusal planlamayı gerçekleştirmek ve uygulanmasını desteklemek bulunmaktadır. UAK’nın yılda en az iki kez toplanması ve acil durumlarda gerekli hızlı yanıtı vermesi de beklenmektedir. Gerektiğinde UAK üyeleri dışındaki kuruluşları da toplantılarına çağırabilmektedir.
UAK kuruluşundan bu yana üç kez ulusal strateji ve çalışma planı hazırlamış, çalışmalarını gerektiğinde alt komiteler oluşturarak sürdürmüştür. Daimi Temsilciler Komitesi, UAK’nın işlevsel bir alt birimi olarak oluşturulmuştur ve Komisyon adına plan taslaklarının hazırlanması, ulusal planın izlenmesi ve değerlendirilmesi, acil sorunlarda Komisyon adına sorunun çözümüne yönelik girişimlerde bulunma yetkisine sahiptir. UAK’nın tüzel bir kimliği bulunmamaktadır. UAK çalışmaları gönüllü katılımlarla oluşturulan alt komitelerde görev alan kurum temsilcileri tarafından yürütülmekte ve üyeler sadece toplantılar aracılığıyla bir araya gelmektedir. UAK toplantılarına katılan kurum temsilcilerinin çoğunluğu için sürekli bir katılım söz konusu değildir. Bu nedenle UAK’nın temel görevlerinden biri olarak tanımlanan kurumlar arası işbirliğinin gerçekleşmesi yeterli düzeyde olmamaktadır.
HIV’e verilen yanıtın izlenmesi ve değerlendirilmesi, izlenen politikaların uygunluğunun değerlendirilmesi ve yeni stratejilerin oluşturulması için gereklidir. UAK, geliştirdiği ulusal planlarda her ne kadar izleme ve değerlendirme siteminin gerekliliğini vurgulamış olsa da kurumsal kapasitesinin istenen düzeyde olmamasından dolayı aktif olarak izleme ve değerlendirme işlevi görememektedir. İzleme ve değerlendirme süreci aynı zamanda ulusal planların hangi düzeyde uygulanmakta olduğunu ve planların uygulanmasında sorumluluk yüklenen kurumların hangi derecede taahhütlerini yerine getirdiklerinin de belirlenmesi sürecidir. Bu konuda UAK bünyesinde 1999 yılında bir “Eylem Grubu” oluşturulmuş ancak bu grubun çalışmaları sürekli olmamıştır.
Türkiye’de UAK’nın konumu geniş katılımlı bir danışma meclisi niteliğindedir. Bünyesinde sivil toplum kuruluşlarını da barındırması olumlu bir özellik olmasına karşın HIV konusunda insan haklarını koruyucu bir mevzuatın oluşturulması konusunda yetersiz kaldığı ileri sürülebilir. UAK çalışmalarına başladığı ilk yıllardan itibaren HIV’e verilen yanıtın insan hakları ilkeleri ile uyum içinde olması gerektiğinin bilincindedir ve bu amaçla ulusal planların her birinde mevzuat konusunda değerlendirmeler yapılmıştır. Bu değerlendirmelerin bir sonucu olarak 1999 yılında UAK, Türkiye’de HIV ile savaşımda etkin olması gereken insan hakları ilkelerini belirleyen “AIDS’in Önlenmesinde İnsan Hakları ve Kamu Özgürlüklerinin Korunması” rehberini yayınlamıştır. Bununla birlikte UAK’nın parlamento ve yasama ile doğrudan bir ilişki ve etkileşimi bulunmamaktadır. UAK toplantılarına katılan resmi kurum temsilcileri bürokratlardan oluşmakta ve yasama konusunda etkili olmaları beklenmemektedir.
Diğer yönden UAK’nın geliştirdiği ulusal strateji ve çalışma planlarının uygulanması da istenen düzeyde değildir. Komisyonca hazırlanan Ulusal Planlar ülkemizin gereksinimleri ve öncelikleri doğrultusunda olmalarına karşın Komisyona katılan çoğu resmi kurum tarafından uygulamaya koyulmadığı gözlenmektedir.    
UAK Türkiye’de resmi ve sivil toplum kuruluşlarının HIV’i önleme doğrultusunda seferber edilmesi doğrultusunda önemli bir adımdır ancak tüzel bir kimliğinin olmaması nedeniyle  yaptırım gücü oldukça sınırlı kalmış, amaçlanan eşgüdümlü ve bütüncül yaklaşım yeterince oluşturulamamıştır.
Benzer biçimde HIV’e ulusal düzeyde kurumsal bir yanıt oluşturma çalışmalarına katkı amacıyla 1996 yılında Türkiye Aile Planlaması Derneği’nin yürüttüğü bir çalışma çerçevesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi bünyesinde parlamenterlerden oluşan bir grup oluşturulmuş ancak bu grubun da etkisi sınırlı olmuştur.
Türkiye’de HIV ve AIDS’e verilen resmi yanıtın ya da bir başka bir biçimde ifade etmek gerekirse devletin yanıtının sadece Sağlık Bakanlığı ile sınırlı olduğunu ileri sürmek mümkündür. Devlet organlarının geri kalanları tarafından HIV ve AIDS için bugüne dek kapsamlı bir değerlendirme yapılmamış, kurumların geleceğe ilişkin politikalarında ve planlarında HIV ve AIDS’le ilgili bir öncelik yer almamıştır. HIV ile ilgili insan hakları, etik ve yasal konular ise neredeyse hiç gündeme gelmemiş bulunmaktadır. Sağlık Bakanlığı yapılanması içinde HIV ve AIDS ile ilgili sorumluluk Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü ve Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Genel Müdürlüğü arasında paylaşılmış olup bu iki birim arasındaki eşgüdüm henüz istenen düzeyde değildir.

Ulusal yapılanma konusunda Türkiye Ulusal AIDS Komisyonu tarafından belirlenen AIDS’in önlenmesinde insan hakları ve kamu özgürlüklerinin korunmasına yönelik temel ilkeler aşağıda belirtilmiştir (ilkelerin numaralandırılması kitaptaki sıraya göredir):

UAK İlke 4 -Her birey, topluluk, resmi ya da özel kurum HIV/AIDS'den korunma ve insan haklarına saygınlık yönünde sorumluluklarına sahip çıkmalı ve mücadele vermelidir. AIDS, ancak herkesin aynı hak ve sorumlulukları paylaştığı bir ortamda önlenebilir. Bireyler bu mücadeleye kendi istekleri, ilgileri ve geleceğe olan inançları doğrultusunda katılırlar.
UAK İlke 12 - HIV/AIDS konusunda saptanacak politikalar ve eğitim programları HIV/AIDS ile yaşayan bireylerin katılımı ile oluşturulur.
UAK İlke 22 - Resmi kurumlar, yasa, politika ve uygulamaları ile HIV virüsü taşıyanlara yönelik ayrımcılığı özendirmemeli ve HIV virüsü taşıyanları güvence altına almalıdır.
UAK İlke 23 - Resmi kurumlar, HIV/AIDS'i önleme, tedavi ve sosyal destek konusunda ulusal politikaların oluşturulması konusunda uluslararası kuruluşlardan teknik tavsiye, yardım ve destek almalıdır.
UAK İlke 25 -Kamu sağlığını koruma sorumluluğu resmi kurumlarındır. Bu kurumlar HIV/AIDS'den korunma konusunda politikalar oluşturmak ve istisnasız her vatandaşın sağlık hizmetlerinden yararlanabilmesini sağlamakla yükümlüdürler.


5.1.2.         Metin Kutusu: Devlet, politik ve mali destek sunarak HIV/AIDS’e yönelik politikaların saptanması, programların uygulanması ve değerlendirilmesi çalışmalarına toplum katılımını sağlamalı; toplum örgütlerinin hukuk, etik ve insan hakları alanları dahil olmak üzere etkinlikte bulunabilmelerine olanak sağlamalıdır. REHBER 2: Toplumsal Ortaklıkların Desteklenmesi
Devletin HIV ve AIDS’e etkin bir yanıt verebilmesi için toplum örgütlerinin[4]deneyim ve bilgisine gereksinimi vardır. İnsan hakları söz konusu olduğunda bu konu daha da önem kazanır çünkü toplum örgütlerinde çalışanlar ya doğrudan insan hakları sorunlarıyla karşı karşıyadır ya da insan hakları ihlallerine uğrayan gruplara yönelik etkinlikte bulunurlar. Bu nedenle devlet, toplum örgütlerinin deneyim ve bilgisinin HIV’e yönelik politika, program ve değerlendirme çalışmalarına yapabileceği katkının öneminin hem farkında olmalı ve hem de bu katılımı sağlayacak tedbirleri almalıdır. 
Diğer yönden risk altındaki ve salgından etkilenen grupların HIV’le savaşıma dahil edilmesi çok önemlidir ancak bu grupların resmi kurumlara karşı güven sorunları olabilir. Toplum örgütleri resmi kurumlara bakışla risk altındaki gruplara daha kolay ulaşma olanaklarına sahiptir ve HIV/AIDS’e yönelik politikaların üretilmesi, programların geliştirilmesi ve değerlendirme aşamalarının her basamağında yer almalarının sağlanması gereklidir. Toplum örgütlerinin Rehber:1 de bahsi geçen parlamento bünyesinde oluşturulabilecek bakanlıklar arası yapılarda resmi olarak temsil edilmesi ya da en azından toplantılara katılımları da sağlanabilir.
Risk altındaki grupların toplum örgütleri aracılığıyla ulusal yapılarda temsil edilmesinde insan hakları ihlallerinin yaşanmamasına dikkat edilmesi gereklidir. Grup üyelerinin ayrımcılığa uğrama korkuları ve kimliklerinin açıklanması konusunda duyabilecekleri endişeler bu grupların çalışmalara sağlayabileceği katkıları engelleyebilir. HIV/AIDS’den doğrudan etkilenen grupların deneyim ve bilgisinden yararlanmak isteniyorsa söz konusu gruplarla çalışan toplum örgütleri mali açıdan desteklenmeli ve kapasitelerinin artırılması sağlanmalıdır. 
(a) Toplumsal ortaklıklarda HIV ile yaşayan kişilerin, sivil toplum kuruluşlarının, AIDS’in önlenmesi amacıyla çalışan kuruluşların, insan hakları örgütlerinin ve incinebilir grupların üyelerinin temsili sağlanmalıdır. HIV ile ilgili ulusal politika ve programlara bu kuruluşlardan katkı sağlamak ve varolan diyalogu sürdürebilmek amacıyla resmi ve kalıcı mekanizmalar oluşturulmalıdır. Toplum temsilcileri tarafından hazırlanan düzenli raporların Rehber:1’de tanımlanan organlara, parlamenter yapılara ve yasal organlara iletilmesi; toplum temsilcileri ile birlikte uygulanan politikaların, planların ve yapılan değerlendirmelerin görüşüldüğü çalıştayların yapılması; toplum temsilcilerinden raporların talep edilmesi bu mekanizmalara örnek olarak verilebilir.
(b) HIV ile ilgili etik, insan hakları ve hukuk alanlarında toplum örgütlerini destekleyecek, sürdürülebilirliklerini sağlayacak, kapasitelerini artıracak ve etkinliklerini destekleyecek mali kaynaklar devlet tarafından sağlanmalıdır. Bu etkinlikler eğitim toplantılarının düzenlenmesini, bilgi ve eğitim materyallerinin hazırlanmasını, hedef gruplara yasal konularda danışmanlık verilmesini ve yasal sorunlarda yönlendirme yapılmasını, insan hakları konularında bilgi toplanmasını ve savunuculuk çalışmalarını kapsamalıdır.
5.1.2.1.            Türkiye’deki Durum
Türkiye’de HIV/AIDS alanında etkinlik gösteren toplumsal örgütler incelendiğinde dört farklı yapı göze çarpmaktadır. Bu yapılardan birincisi öncelikle AIDS’in önlenmesine yönelik olarak etkinlik gösteren sivil toplum kuruluşlarıdır. Bunlar arasında doksanlı yılların başında kurulan AIDS savaşım dernekleri, AIDS ile mücadele dernekleri ve daha sonraki yıllarda kurulmuş olan HATAM (Hacettepe Üniversitesi AIDS Tedavi ve Araştırma Merkezi) sayılabilir. 1991 yılında İzmir’de kurulan AIDS ile Mücadele Derneği ve 1992 yılında İstanbul’da kurulan AIDS Savaşım Derneği bu alandaki ilk sivil örgütlenmelerdir. Her iki derneğin de temel amacı ve çalışmaları AIDS’in önlenmesine yöneliktir. Kuruluşlarından bir süre sonra başka illerde de aynı adı taşıyan dernekler açılmış olması nedeniyle ülkemizde pek çok ilde halihazırda o ilin adı ile başlayan AIDS ile mücadele veya AIDS savaşım dernekleri bulunmaktadır. Ancak her iki dernek de bir federasyon biçiminde tüzel bir yapılanma içinde olmamıştır. Üniversite öğretim üyelerinden güçlü lider kadroları barındıran bu dernekler uzun yıllar Sağlık Bakanlığı’nın HIV ve AIDS’e yönelik danışmanlık birimlerinde etkili olmuşlardır. Her iki kuruluş da Ulusal AIDS Komisyonu’nun üyesidir.
Türkiye’de üreme sağlığı alanında etkinlik gösteren sivil toplum kuruluşları ikinci yapıyı oluşturmaktadır. Bu kuruluşlardan Türkiye Aile Planlaması Derneği, Türkiye Aile Planlaması Vakfı ve İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı gibi sivil toplum kuruluşları, özellikle 1994 Kahire Konferansı sonrası dönemde aile planlaması alanı yanında AIDS’in önlenmesi, gençlerin cinsel sağlıklarının desteklenmesi ve risk altındaki gruplara hizmet sunumu gibi konularda çalışmalar yapmaya başlamışlardır. Kadın sağlığı alanında çalışan sivil toplum kuruluşları zaman içinde KASAKOM (Kadın Sağlığı Komisyonu) ve KİDOG (Kadın için Destek Oluşturma Girişimi) benzeri işbirliği platformları oluşturmuş olsalar bile bu işbirliği girişimleri HIV ve AIDS alanında insan hakları savunuculuğu benzeri girişimleri desteklemek amacını ön plana çıkarmamıştır. Bu konuda yapılan bir diğer girişim Sağlık Bakanlığı tarafından Avrupa Birliği Desteği ile uygulanan Türkiye Üreme Sağlığı Programı sonrasında gerçekleşmiştir ancak bu işbirliği platformunun çalışmaları daha başlangıç aşamasındadır.
Türkiye’de özellikle köklü üniversitelerin mevcut olduğu kentlerde cinsel yolla bulaşan hastalıkların önlenmesine yönelik öğretim üyeleri öncülüğünde kurulmuş sivil toplum kuruluşları bulunmaktadır. Bu STK’lar da AIDS’in önlenmesine yönelik çalışmalara destek vermektedirler. 
AIDS’in önlenmesi amacı dışında HIV ve AIDS’le yaşayan kişilere destek sunmak ve onlar adına savunuculuk yapmak amacıyla kurulan sivil örgütler Türkiye’nin gündemine 2005 yılından itibaren katılmıştır. Daha önceki dönemlerde genellikle AIDS ile Savaşım Derneği bünyesinde etkinlik gösteren bu grup üyeleri ilk olarak 2005 yılında Pozitif Yaşam Derneğini kurmuş, 2006 yılında ise Pozitifler Derneği (PODER) ikinci dernek olarak tüzel kimlik kazanmıştır. Her iki dernek de kısa süre içinde kurumsal kapasitelerini olumlu yönde geliştirerek Ulusal AIDS Komisyonu’na üye olarak kabul edilmiş ve ülkemizdeki önemli bir eksikliği giderecek konuma gelmişlerdir.
Ülkemizdeki HI/AIDS alanındaki sivil örgütlenmenin en önemli sorunlarından bir tanesi kaynak sorunudur. Her ne kadar Yerel Yönetimler Yasası ile sivil toplum kuruluşlarına yerel yönetimlerden kaynak aktarımı yasal olarak olanaklı hale getirilmiş olsa da HIV/AIDS alanında etkinlik gösteren STK’ların çoğunluğu uluslar arası programlardan sağlanan kaynaklar ile etkinliklerini sürdürmektedirler. Bu kaynaklar ise sınırlıdır ve istikrarlı değildir.
Sivil toplum kuruluşları arasında düzenli ve gelişmiş bir işbirliğini sağlayacak mekanizma bulunmamaktadır. Genellikle STK’lar birbirlerinden bağımsız hareket etme eğilimindedir ve karar alma odakları ile aralarındaki bağ sınırlıdır. Bu duruma bir istisna olarak 2007 yılı ortasında İstanbul’da HIV/AIDS alanında etkinlik gösteren STK’lar bir araya gelerek bir işbirliği platformu oluşturma girişimini başlatmıştır. Türkiye’deki HIV’e verilen yanıtı izleme ve değerlendirmeye odaklı bu platformun ikisi İstanbul dışından olmak üzere 11 üyesi bulunmaktadır.
Ulusal AIDS Komisyonu ülkemizde sivil toplum kuruluşlarının HIV’e yönelik politikaların oluşturulması, planların geliştirilmesi ve etkinliklerin değerlendirilmesinde toplumsal katılımı sağlayan tek platform olma özelliğini korumaktadır.
Toplumsal Ortaklıkların Desteklenmesi konusunda Türkiye Ulusal AIDS Komisyonu tarafından belirlenen AIDS’in önlenmesinde insan hakları ve kamu özgürlüklerinin korunmasına yönelik temel ilkeler aşağıda belirtilmiştir (ilkelerin numaralandırılması kitaptaki sıraya göredir):

UAK İlke 5 - Bireyler, çiftler, aileler ve topluluklar, AIDS hastalığıyla savaş konusunda ortak bir bakış açısı oluşturup işbirliği yapabilirler. Bu işbirliği içinde dayanışma, destek, bütünleşme, katılım ve uyum vurgulanır ve özendirilir.
UAK İlke 13 - Her birey kendini ve başkalarını hastalıktan korumakla; aile ve topluluklar ise hastalıktan korunma konusunda üyelerini eğitmekle yükümlüdür. Aile ve topluluklar içinde HIV virüsü taşıyan üyeler dışlanmamalı, aksine ilgi ve destekle kucaklanmalıdır. HIV/AIDS ile yaşayan bireylere destek olabilecek aileler ve içinde yaşadıkları topluluklar elden geldiğince desteklenmelidir. HIV virüsü taşıyan fertleri olan aileler ayrımcılığa maruz bırakılmamalı, bulundukları toplulukta damgalanmamalıdır.
UAK İlke 17 -Kültür, eğitim ve din kurumları; HIV/AIDS'le ilgili konularda resmi ve sivil toplum kuruluşları ile diyalog içinde olmalı, bu kurumları doğru ve sorumluluk taşıyacakları biçimde bilgilendirmelidir.
UAK İlke 18 - Toplulukların HIV/AIDS'in önlenmesi konusundaki hizmetleri devletin varolan kaynaklarından desteklenmelidir. Topluluklara bakım yardımlarının sağlanması ve HIV virüsü taşıyan insanların ayrımcılığa maruz bırakılmaması resmi kurumlarca sağlanmalıdır.
UAK İlke 20 - Toplumsal, ulusal ve uluslararası düzeylerde önemli roller üstlenen Sivil Toplum Kuruluşları HIV/AIDS ile ilgili politikaların oluşturulmasında yer almalıdır.
UAK İlke 21 -Sivil Toplum Kuruluşları; HIV/AIDS ile yaşayanlara yönelik korunma, bakım ve destek programlarını yürütmeli, özendirmeli ve bu etkinlikleri koordine etmelidir.
UAK İlke 31 -HIV pozitif insanları destekleyen, dayanışma grupları ya da eşcinsel örgütlenmeler gibi kulüp ya da örgütlenmelerin faaliyetleri askıya alınamaz ya da durdurulamaz.

5.2.     (B) YASALARIN İNCELENMESİ, YENİLENMESİ VE DESTEK HİZMETLERİ
Yasalar Devlet ile birey arasındaki ilişkiyi düzenlediği gibi bireyler arasındaki ilişkileri de düzenler ve HIV ile ilgili olanlar dahil olmak üzere insan haklarının hayata geçirilmesinin zeminini oluştururlar. Bir toplumda insan haklarının korunması o toplumun yasal sisteminin gücü ve bireylerin bu sisteme erişim düzeyi ile yakından ilişkilidir. Ne var ki pek çok ülkenin yasal sistemi zayıftır ve incinebilir toplulukların insan haklarından yararlanmalarına olanak sağlayamaz durumdadır.
Diğer yönden HIV’e verilen yanıt çerçevesinde bazen yasaların rolü çok fazla abartılmakta ve baskılayıcı ve istismar edici politikaların aracı haline gelebilmektedir. Yasaların eğitsel ve normatif özelliklerinden dolayı HIV programlarının uygulanmasında insan haklarının korunması doğrultusunda önemli işlevleri olabilmesine karşılık; eğitim, tutum ve davranış değişikliğinin sağlanması veya insan haklarının korunmasında tek başlarına etkili değildirler. Bu bölümde yer alan 3-7 arası rehberler HIV ile ilgili insan haklarının korunması ve etkili önleme ve destek hizmeti sunumu için gerekli olan temel yasaları tanımlayan, anlamlı ve olumlu mevzuatın geliştirilmesi ile ilgilidir.
5.3.     REHBER 3: Halk Sağlığı Mevzuatı
Halk sağlığı mevzuatı gözden geçirilmeli ve HIV salgını nedeniyle ortaya çıkan halk sağlığı sorunlarına yanıt verecek biçimde yeniden oluşturulmalıdır. Halk sağlığı mevzutında diğer salgın hastalıklar için zorunlu olan önlemlerin, uygun olmayan biçimlerde HIV vakalarında uygulanması önlenmeli ve mevzuat insan hakları ilkeleriyle uyumlu olmalıdır.

Halk sağlığı mevzuatı aşağıdaki bileşenleri içermelidir:
(a) Halk sağlığı mevzuatı HIV ve AIDS önleme ve tedavi hizmetlerine mali kaynak sağlamalı ve güçlendirmelidir. Önleme ve tedavi hizmetleri, bilgi ve eğitim sağlama, gönüllü test ve danışmanlığa ulaşım, kadın ve erkekler için CYBE, cinsel ve üreme sağlığı hizmetleri sunumu, kondom temini, madde bağımlıları için tedavi ve steril enjektör dağıtımını ve ağrı profilaksisi dahil HIV ve AIDS’le bağlantılı hastalıklarda gerekli tedaviyi içerir.
(b) Sürveyans amacıyla yapılan testler ve epidemiyolojik amaçlı bağlantısız testler (unlinked testing) hariç HIV testleri bireylerin aydınlatılmış onamı alınarak yapılmalıdır. Zorunlu test uygulamalarında mahkeme kararı aranmalı, test uygulanacak kişinin özel yaşamının gizliliği korunmalı ve diğer özgürlükleri kısıtlanmamalıdır.
(c) Test sonuçlarının ciddi trajedilere yol açabileceği göz önüne alınarak tüm vakalarda HIV testleri mümkün olduğunca test-öncesi ve test-sonrası danışmanlıkla birlikte uygulanmalıdır. Evde yapılan testler için kalite kontrolü sağlanmalı, testleri kullananlar için danışmanlık ve yönlendirme hizmetleri oluşturulmalı ve evde yapılan testlerin kötü amaçlı kullanımı engellenmelidir. Test yapılmaya zorlanan kişilere yasal koruma ve destek hizmeti sunulmalıdır.
(d) Halk sağlığı mevzuatı HIV durumlarından dolayı bireylere izolasyon, gözaltı veya karantina tedbirlerinin uygulanmasını yasaklamalıdır. HIV ile yaşayan bir bireyin özgürlüğünün kısıtlanması gerekiyorsa bu kısıtlama bireyin diğer haklarının da kısıtlanması olarak uygulanmamalıdır.
(e) Halk sağlığı mevzuatında HIV ve AIDS vakalarının epidemiyolojik amaçlarla sağlık makamlarına bildirimi için kesin gizlilik ve veri koruma kuralları tanımlanmalıdır.
(f) Halk sağlığı mevzuatında bireylerin HIV durumları ile ilgili bilginin yetkili olmayan kişilere verilmesi engellenmeli, bu bilginin sağlık kuruluşlarında veya diğer bir ortamda kullanılması veya açıklanması HIV ile yaşayan bireyin aydınlatılmış onamı ile yapılmalıdır.
(g) Halk sağlığı mevzuatı HIV ile yaşayan bireylerin cinsel partnerlerinin bilgilendirilmesi için sağlık personeline yetki vermeli ancak zorunlu tutmamalıdır. Sağlık personeli her vakayı kendi durumu çerçevesinde değerlendirerek ve etik ilkeleri göz önüne alarak hastasının cinsel eşini bilgilendirmek konusunda karar verebilmelidir. Karar alırken aşağıdaki kriterlerin gözetilmesi uygundur:
(i) HIV pozitif bireye her hususta danışmanlık verilmiş olmalıdır;
(ii) Danışmanlık verilmiş olan HIV pozitif birey uygun davranış değişikliğini göstermemiş olmalıdır;
(iii) HIV pozitif birey eşini bilgilendirmeyi reddetmiş veya eşinin bilgilendirilmesi için onam vermeyi reddetmiş olmalıdır;
(iv) Cinsel eş için gerçek bir HIV bulaşma riski söz konusu olmalıdır;
(v) HIV pozitif bireye karar vermesi için yeterli süre tanınmış olmalıdır;
(vi) Eğer mümkünse HIV pozitif eşin kimliği cinsel eşten saklanmış olmalıdır; ve
(vii) Taraflara gereken desteğin sağlanabilmesi için izleme sağlanmış olmalıdır.
(h) Halk sağlığı mevzuatında kan/organ/doku/ bağışı esnasında HIV ve diğer kan nakli ile geçen hastalıkların önlenmesi yer almalıdır.
(i) Halk sağlığı mevzuatı ile sağlık kuruluşlarında ve diğer kan ve vücut sıvıları ile temas edilen ortamlarda evrensel enfeksiyon kontrol önlemlerinin uygulanması sağlanmalıdır. Bu tür yerlerde çalışan kişilerin önlemleri uygulayabilmelerini sağlamak için gerekli ekipman sağlanmalı ve eğitim verilmelidir.
(j) Halk sağlığı mevzuatı ile sağlık çalışanlarının hizmet öncesinde gizlilik ve tedavi yükümlülüğü gibi HIV’i ilgilendiren konularda asgari düzeyde bir insan hakları veya etik eğitimi almaları sağlanmalıdır. Sağlıkla ilgili meslek kuruluşlarının HIV ile ilgili insan hakları ve meslek etiği konularını, meslek uygulama ilkelerinin belirlendiği belgelere dahil etmeleri desteklenmelidir.

Halk sağlığı ondokuzuncu yüzyıldan itibaren devletin bir işlevi olarak görülmeye başlanmıştır. Halk sağlığı kapsamında salgın hastalıkların tedavisi ve önlenmesinin yanı sıra, sağlık hizmetlerine erişim, fiziksel ve sosyal çevre gibi konulara da (örneğin çevre kirliliğinin önlenmesi, gıda standartları, ilaç güvenliği, su hijyeni) ilgi duyulmuştur. Toplumun sağlıklı olabilmesi için bireylerin sorumluluklarından ziyade toplumsal sorumluluklara önem verilmiş ve gerekli koşulların toplumca oluşturulmasının zorunluluğu vurgulanmıştır. Yararcı ilkeler doğrultusunda vatandaşların refahını korumak için pozitif girişimler (örneğin tedavi) gerekli görülmüş ve başkalarının zarar görmemesi için de önleyici tedbirlere (örneğin aşılama) başvurulmuştur. Veba, cüzam, kolera, çocuk felci, çiçek gibi salgınların veya zührevi hastalıklar ve tüberküloz gibi hastalıkların ortadan kaldırılmasında bilimsel bilgi yol gösterici olmuştur. Ne yazık ki tarih boyunca marjinal gruplarla salgın hastalıklar arasında damgalayıcı bir ilişki varolagelmiş, zamana ve mekana göre değişmekle birlikte yoksullar, göçmenler, bazı etnik ve toplumsal gruplar günah keçisi olarak kabul edilmişlerdir.

HIV dünyada ciddi bir salgın olarak algılanmasının hemen ardından geçen yüzyılda cüzam ve kolera gibi hastalıklar nedeniyle geliştirilen mevzuat, uygun olmayan bir biçimde HIV ve AIDS için kullanılmaya başlanmıştır. Ne var ki gündelik ilişkiler aracılığıyla bulaşmadığı için bu tür mevzuat HIV/AIDS için uygun değildir. Gündelik ilişkiler aracılığıyla bulaşan enfeksiyonlara örnek olarak damlacık enfeksiyonları verilebilir. Bu tür enfeksiyonlarda bulaşma hapşırma, öksürme veya gündelik eşyaların paylaşılması (bardak, tabak, havlu) aracılığıyla gerçekleşir. HIV ile yaşayan bireylerin bazı iş kollarında çalışmalarının yasaklanması (örneğin gıda sektöründe) veya toplu taşıma araçlarını kullanmalarının engellenmesi salgının önlenmesinde etkili olmadığı gibi gerekli de değildir.

HIV salgınından etkilenen bireylerin sağlık haklarından yeterli derecede yararlanmaları ve bu amaçla uygun halk sağlığı mevzuatı geliştirmek yönetimlerin sorumluluğundadır. Halk sağlığı mevzuatı aşağıdaki geniş kapsamlı önleme ve tedavi hizmetlerinin yerine getirilmesi için sorumlu birimleri harekete geçirebilmeli ve yeterli kaynağı sağlamalıdır: 

·      Toplumun geneline ve hedef gruplara yönelik bilgilendirme ve eğitim;
·      Gönüllü test ve danışmanlık;
·      Herkesin ulaşabildiği CYBE, cinsel ve üreme sağlığı hizmetleri;
·      Kondom ve çamaşır suyu, temiz enjektör benzeri korunma araçlarının temini;
·      Madde bağımlılığı tedavisi;
·      Ağrı tedavisi dahil AIDS ile ilişkili hastalıklarda bakım ve tedavi ve
·      Epidemiyolojik sürveyans.

5.3.1.     Gönüllü Test ve Aydınlatılmış Onam

Yasalarda test öncesinde aydınlatılmış onam alınması zorunlu olmalıdır. Onam alınmaması bireyin özerkliği ve özel yaşamının gizliliğine bir tehdit oluşturmaktadır. Ayrımcılığa uğrama olasılığı dahil olmak üzere pozitif bir tanının bireyler üzerindeki ekonomik ve toplumsal sonuçları test için karar vermeden önce kapsamlı bir biçimde bilgilendirilmeyi gerekli kılmaktadır. Tedaviye ulaşımın kolay olduğu ülkelerde risk altındaki bireylerin test olmaya yönlendirilmeleri ve hastalıklarının erken bir döneminde ilaç kullanmalarının sağlanması mümkündür. Test öncesi ve test sonrası danışmanlık sadece psikolojik nedenlerden dolayı değil önleme amaçlı mesajların iletilmesi ve hizmetlerin tanıtımı için de gereklidir. Bazı ülkelerde test sonuçlarının karşılıklı görüşme yoluyla iletilmesi ve test sonuçlarının açıklanmasında gizliliğin sağlanması ve destek sunulması zorunlu tutulmuş, telefon ve diğer dolaylı yollardan test sonuçlarının iletilmesi önlenmiştir.

Ülkelerinde çoğunda bireylerin kimliklerini açıklamadan başvuru yaptıkları anonim test merkezleri bulunmaktadır. Bazı ülkelerde sadece negatif test sonuçların kimliklerinin gizlenmesi şartına yasalarda yer verilerek gizliliğin sağlanması konusundaki koruma zayıflatılmıştır. Evde yapılan testlerin yasalarca izin verildiği ülkelerde testlerin kalitesi güvence altına alınmalı ve kullanıcılar için danışmanlık ve yönlendirme hizmetleri sağlanmalıdır. Evde kullanılan testlerin işverenler ve sigorta şirketleri tarafından kötüye kullanımı engellenmelidir.

Bazı ülkelerde sağlık hizmeti sunan personelin paternalist (buyurgan) yaklaşımından dolayı sağlık hizmeti sunumundan önce zorunlu HIV testi yaptırılması yaygın hale getirilmiştir. Diğer yönden Avrupa Adalet Divanı (The European Court of Justice) işbaşvurularında başvuranın aydınlatılmış onamı olmadan HIV testi yapılmasını yasaklamıştır.

Hukuki süreçlerin gerekli kıldığı durumlarda onam alınmadan HIV testi yapılmasının sınırları ve koşulları yasalarda açıkça belirtilmelidir. Aydınlatılmış onam alınmasının yasa gereği olduğu bazı ülkelerde laboratuar istek formlarında hastanın aydınlatılmış onamının alındığının bir kanıtı olarak onam bölümleri bulunmaktadır. Hekimleri yasal yaptırımlardan korumakta olan bu formlar hastanın özel yaşamının gizliliğini koruyacak biçimde tasarlanmalıdır. Bu formlar iki bölüm halinde, hastanın kimlik bilgilerinin olduğu bölüm hekimin kendisinde kalacak ve diğer bölümü laboratuara gönderilecek biçimde hazırlanabilir. Laboratuara gönderilen bölümde başvuranın sadece alfanümerik kodlar içeren (örneğin doğum tarihi, cinsiyet veya adının baş harfleri) bilgiler bulunur.

Bazı ülkelerde aşağıdaki gruplar için aydınlatılmış onam alınmadan zorunlu test yapılması öngörülmüştür:
·      Göçmenler, mülteciler ve sınır girişi yapanlar;
·      Askeri personel;
·      Gebe kadınlar;
·      Evlatlık verilen veya vasi tayin edilen çocuklar;
·      Evlenecek çiftler;
·      Sigorta yaptırmak için başvuran kişiler;
·      Yatılı okullara başvuranlar;
·      Boks benzeri sporları yapmak için müracaat edenler;
·      Operasyon öncesi hastalar;
·      Hükümlüler ve bakımevleri, düşkünlerevi, akıl hastanesi benzeri yerlerde kalmakta olanlar;
·      Sağlık çalışanları, pilotlar, eğlence sektörü çalışanları, uzun yol sürücüleri, balıkçılık benzeri meslek sahipleri ve
·      Seks işçileri, damariçi madde bağımlıları ve erkeklerle cinsel ilişki kuran erkekler gibi çoğunlukla ceza yasası kapsamında tanımlanan gruplar.

Sayılan bu grup üyelerine zorunlu test uygulanması uluslar arası insan hakları yasalarının ayrımcılık karşıtı ilkeleri ile çelişki halindedir. Sadece kan, doku ve organ nakillerinde alıcının nakil için aydınlatılmış onamının sağlanmasında hizmet sunucular için vericinin HIV durumunun bilinmesi bir zorunluluktur ve zorunlu test için bu durum tek istisnayı oluşturmaktadır. Diğer yönden zorunlu testlerin yasaklanması gönüllü testlerin teşvik edilmemesi anlamına gelmemelidir. Bazı gruplar ise özellikle gönüllü test uygulamaları için teşvik edilmelidirler. Örneğin hamile kadınlara uygulanan gönüllü test ile HIV pozitif anne adaylarının tedavi olanaklarından yararlanmaları sağlanabilir.

Zorunlu test uygulamalarının sınırlanması için halk sağlığı gerekçeleri:

·      Zorunlu test uygulamaları maliyetleri oranında bir etkinlik sağlayamadıklarından önleme ve destek programlarında kullanılabilecek kaynakları sınırlamaktadır;
·      Test uygulanan kişi pencere döneminde olabileceğinden sonuç negatif olabilir ve ileriki bir tarihte test tekrarı gerekebileceğinden edinilen bilgi güvenilir değildir;
·      Zorunlu testler insanların davranışlarını gizlemelerine ve HIV enfeksiyonu için risk almalarına neden olabilir, önleme ve destek programlarına ulaşmalarını sınırlayabilir;
·      Evlilik öncesi zorunlu testlerde olduğu gibi bazı durumlarda insanlar bu uygulamadan kaçmanın yollarını kolayca bulabilirler. Çiftler resmi nikah yapmadan birlikte yaşamayı seçebilir, testlerin zorunlu olmadığı veya yapılamadığı bir bölgede evlenebilirler veya sahte sağlık raporları elde edebilirler (seks işçileri ve seyahat için de bu durum geçerlidir);
·      Zorunlu test işbaşvurusunun reddedilmesi, HIV pozitif mahkumların tecrit edilmesi ve göçmenlik başvurusunun kabul edilmemesi gibi ayrımcılıkla sonuçlanan kullanımlara neden olabilir. Bu durumda uzun bir verimli iş yaşamı göz ardı edilmiş olur. Sağlık sistemi için eşit düzeyde veya daha da fazla sorun oluşturan diğer hastalıklar için tarama testleri öngörülmezken HIV için zorunlu test uygulanması kaynakların kötü kullanımı anlamına gelmektedir;
·      Bazı kişiler zorunlu test uygulamaları dışındaki kişilerin HIV negatif olduklarını kabul ederek bireysel sorumluluklarını yerine getirmek için çaba göstermeyebilirler;
·      Sağlık uygulamalarından önce zorunlu HIV testi yapılması sağlık çalışanlarının evrensel enfeksiyon önleme kurallarına uyumunu olumsuz yönde etkileyebilir. Sağlık çalışanları uygulamalarda daha az dikkatli bir çalışma biçimini benimseyebilir ve
·      Topluma HIV/AIDS’in sadece “risk gruplarının” bir hastalığı olduğu yönünde yanlış bir mesaj verilmiş, “biz ve diğerleri” mentalitesi desteklenmiş ve korku, inkar ve damgalama için ortam oluşturulmuş olmaktadır.

Belli gruplara yönelik (örneğin yenidoğanlar) başka amaçlarla verilen kan örneklerinde bağlantısız HIV testlerinin yapılması etik sorunların ortaya çıkmasına neden olabilir. Bu durumda kan örneği alınan bireyin özel yaşamının gizliliği hakkı ile toplanacak verinin toplum için yararlılığı arasında bir denge oluşturulmalıdır.

5.3.2.     Kodlu Bildirim

Veri toplamanın halk sağlığı açısından çeşitli yararları bulunmaktadır. Veri toplama ile;

·      Bireysel vakalarda bulaşma zincirinin kırılması için önlemlerin alınması ve bulaş izlemi olanaklı hale gelebilir;
·      Risk faktörlerinin izlenmesi benzeri çalışmalar ile salgının gidişatı konusunda bilgi edinilebilir ve hastalıkla ilgili sürveyans çalışmaları gerçekleştirilebilir;
·      Önleme programlarının planlanması ve değerlendirilmesi için insidans ve prevelans bilgileri elde edilebilir;
·      Güvenilir epidemiyolojik verinin varlığı etkin planlamayı mümkün kılar ve salgının kontrol altına alınabilmesi için kaynakların maliyet etkin kullanımını sağlar.

Birinci durum hariç (bir sonraki bölümde bahsedilecektir) verilerin kodlu aktarımı yukarıdaki amaçların tümüne hizmet edecektir. HIV enfeksiyonu tanısı genellikle laboratuarlar, AIDS tanısı ise klinik olarak hekimler, hemşireler veya diğer eğitimli personel tarafından konur. Doğrulanmış HIV vakalarının sağlık otoritelerine, kodlanmış veriler halinde iletilmesi sağlık, yaşam ve bilgiye ulaşım haklarını desteklediği için insan hakları bağlamında koruma sağlamaktadır.

5.3.3.     Eşin Bilgilendirilmesi

HIV/AIDS’le yaşayan bireylerin eşlerinin bilgilendirilmesi konusu birçok yasal sistem için tartışma konusu olmuştur. Birçok ülkede ciddi enfeksiyon vakalarında hastalığa yakalanmış kişilerden diğer insanlara hastalık bulaşmasını engellemek sağlık çalışanlarının etik ve yasal yükümlülükleri arasındadır. Diğer yönden sır saklama hasta-hekim ilişkisinin yasalarca da tanınmış önemli bir öğesidir. Sır saklama hemşireler, sosyal çalışmacılar ve danışmanlar için de geçerlidir. Enfeksiyon riski altında olanların danışmanlık, test, tedavi ve destek hizmetlerine ulaşımını engellediği gerekçesi ile bu konudaki zorlayıcı önlemlerin etkisiz olduğu kabul edilmektedir. Henüz HIV için bir tedavi olamamasına rağmen CYBE’ler ve tüberküloz için önerilen zorunlu bildirim modellerinin HIV için etkin olmadığı öne sürülmektedir. HIV vakaları için geniş kapsamlı bir bulaş izleme sistemi geniş kapsamlı ve pahalıya mal olabilecek bir sürveyans tekniğini gerektirir ve kamu özgürlüklerini sınırlamaksızın bu izlemi gerçekleştirmek mümkün değildir.

“Uluslar arası HIV/AIDS ve İnsan Hakları Rehberi” istisna durumlar hariç eşin gönüllü olarak bilgilendirilmesini desteklemektedir. Rehbere göre halk sağlı mevzuatı HIV ile yaşayan bireylerin cinsel partnerlerinin bilgilendirilmesi için sağlık personeline yetki vermeli ancak zorunlu tutmamalıdır. Sağlık personeli her vakayı kendi durumu çerçevesinde değerlendirerek ve etik ilkeleri göz önüne alarak hastasının cinsel eşini bilgilendirmek konusunda karar verir. Bazı yasal sistemlerde halk sağlığı mevzuatı eşin bilgilendirilmesinde konsültasyon sürecinin işletilmesini öngörmüştür. Bu sistemlerde eşin bilgilendirilmesi konusunda sağlık personeli ya bir başka meslektaşının görüşüne başvurur ya da uzmanlardan oluşan bir kurul eşin bilgilendirilmesi konusunda etik ve yasal danışmanlık sağlar.

Dünya Sağlık Örgütü ve UNAIDS tarafından 2000 yılında yayınlanan bir rehberde, sağlık personelinin ısrarlı tutumuna karşın başvuran kişi eşini bilgilendirmeyi reddediyorsa ve eğer bilgilendirilmeme durumu eş için bir tehlike oluşturuyor ve kimliği sağlık personeli tarafından biliniyorsa, sağlık personelinin onam almadan kaynak kişinin eşini bilgilendirmeye yetkili olduğu belirtilmektedir. Sağlık personelinin bu kararı almadan önce aşağıdaki koşulların yerine getirildiğinden emin olması gerekmektedir:

·      HIV-pozitif kişiye (başvuran kaynak kişi) eşini bilgilendirme doğrultusunda yeterli biçimde danışmanlık verilmiş olmalı.
·      Danışmanlık sonucunda güvenli cinsel davranış dahil olmak üzere uygun davranış değişikliğinin sağlanmamış olması.
·      HIV-pozitif kişi eş(ler)ini bilgilendirmeyi reddetmiş ya da eş(ler)inin bilgilendirilmesine onam vermemiş olmalı.
·      Saptanabilen eş(ler) için gerçek bir bulaşma riski bulunmalı.
·      HIV-pozitif kişiye sağlık personeli tarafından yeterli süre tanınmış olmalı.
·      Eğer pratik olarak mümkünse HIV-pozitif kişinin kimliği eşinden gizlenmeli.
·      Her iki taraf için gerekli destek sağlanmalı ve şiddet ve aile sorunlarının ortaya çıkmasını önlemek için izleme sistemi oluşturulmuş olmalıdır.

Özellikle HIV-pozitif kadınların eşlerinin bilgilendirilmeleri sonucunda cinsiyet eşitsizliğine bağlı nedenlerden dolayı kadınlar sık olarak şiddete maruz kalabilmektedir. Her vaka ayrı olarak ele alınmalı ve bilgilendirme durumundaki yararlar ile bilgilendirmeme durumundaki olumsuz sonuçlar değerlendirilerek karar verilmelidir. Ayrıca sağlık personelinin güvenliği de göz önüne alınmalıdır.

5.3.4.     Gözaltına alma veya izolasyon/karantina

Bireysel davranışlar haricinde sadece HIV durumundan dolayı bir kimsenin gözaltına alınmasına veya tutuklanmasına halk sağlığı açısından gerek yoktur. Bazı ülkelerde yasalar HIV yayılmasına neden oldukları saptanan sauna veya masaj salonu gibi yerlerin kapatılmasına izin vermektedir. Oysa bu yerler güvenli cinsel ilişki eğitimi amaçlı olarak kullanılabilecek mekanlardır. Bazı ülkelerde ise gündelik yaşamdaki ilişkilerle bulaşan ve genellikle tedavisi olan hastalıklarda uygulanan karantina tedbirleri uygun olmayan bir biçimde HIV vakalarında uygulanmaktadır. HIV ile yaşayan kişilerin özgürlükleri ancak istisnai yasadışı durumlarda sınırlandırılmalı ve bu sınırlamanın ölçütleri yasa tarafından tanımlanmalıdır.

Halk sağlığı mevzuatında başkalarını kasıtlı olarak enfeksiyon riskine maruz bırakan HIV pozitif bireylerin özgürlüklerinin kısıtlanması için öngörülen yaptırımlar, vakanın istisnai durumu göz önüne alınarak ve dereceli olarak uygulanmalıdır. İzolasyona en son çare olarak ve sınırlı bir süre için başvurulmalıdır. Yaptırımların mahkeme kararı ile uygulanması, en azından mahkemenin verdiği yetki ile uygulanması ve kısa süreli olması tercih edilmelidir. Cezaların sağlık otoritelerinin basit güç gösterisi haline dönüşmesi önlenmelidir. Cezaların dereceli olarak uygulanması mümkündür. Örneğin ilk aşamada sağlık görevlileri tarafından bireye sorumsuzca davranışını terk etmesi yolunda bir uyarı yapılabilir ve davranışından vazgeçmediği taktirde ceza uygulamasına gidileceği anlatılır. Kişiye zorlayıcı tedbirlerin hangi koşullarda uygulanacağı açıkça anlatılmalıdır:
·      Kişi geçmişte isteyerek ve bilerek başkalarını enfeksiyon riskine maruz bırakacak biçimde davranmıştır;
·      Gelecekte de bu davranışını sürdürmek eğiliminde olduğu anlaşılmaktadır;
·      Uygun ve sorumlu davranış göstermesi doğrultusunda verilen danışmanlık işe yaramamıştır ve
·      Başkaları için tehlike arz etmektedir.

İlk uyarı etkili olmadığı taktirde belli bir yerde ikamet etmeye zorlamak (örneğin bir STK’nın gözetiminde ikamet etmek), bir sağlık personelinin gözetimi altına girmek, belirli etkinliklerin yasaklanması, belirli işlerde çalışmasının yasaklanması (örneğin seks işçiliği) gibi önlemler uygulanabilir. Özgürlüklerin kısıtlanması HIV ile yaşayan bireyin tüm yasal haklarının kısıtlanması (bir üst mahkemeye başvurma, yasal temsilci bulundurma) anlamına gelmemelidir.

Bazı ülkelerde tercüman sağlanması, yasal yardım, mahkeme masraflarından muaf olma gibi konular yasal haklar kapsamındadır. HIV/AIDS’in neden olabileceği damgalanma tehlikesi ve HIV durumunun açığa çıkmasının ortaya çıkarabileceği toplumsal ve ekonomik sorunlar nedeniyle halk sağlığı yasası kapsamında görülen davalar kapalı olarak görülmelidir. Eğer davanın açık olarak görülmesinde davalı açısından bir yarar söz konusu ise veya davalı HIV durumunu açıklamak yönünde bir karar almışsa mahkemeler açık olarak görülebilir. Çocukların veya kısıtlıların taraf olduğu davalar hariç, mahkemelerde oturumlar genellikle adaletin yerine gelmiş olmasının bir kanıtı olarak açık biçimde uygulanır. Gücün kötüye kullanımını engelleyen bu uygulamada yayın yasağı konularak veya sanıkların adlarının açıklanması yasaklanarak gizlilik ilkesi korunabilir.

5.3.5.     Kan güvenliği

Kontamine olmuş kan transfüzyonu ile bulaş riskinin %90’ın üzerinde olduğu bilinmektedir. Sağlık hakkının tam olarak korunması için halk sağlığı mevzuatında kan/organ/doku temininde HIV ve diğer kan kaynaklı patojenlere yönelik önlemlerin alınması zorunludur. UNAIDS verilerine göre dünyada her yıl 4 milyon civarında kan transfüzyonu HIV veya diğer enfeksiyon kontrolü yapılmadan gerçekleşmektedir. Kanların uygun biçimde test edilmesi ve donörlerin riskli davranışlarının sorgulanması kan güvenliğini bir ölçüde sağlayabilir. Donörlerin riskli davranışları bir soru formu kullanılarak sorgulanabilir. Formlardaki sorular davranışlarla ilgili olmalı ve donörlerin belli bir gruba mensup olup olmadıklarını sorgulanmamalıdır. İnsan hakları ile ilgili pek çok nedenden dolayı alıcıdan aydınlatılmış onam alınması önemlidir ancak sınırlı kaynakların israf edilmesi de önlenmelidir.

Pek çok ülkede yasalar, usulüne uygun davranıldığında, yani tarama testleri uygulandığında ve donör bildirimleri alındığında (en fazla 12 saat önce) hastaneleri, kan bankalarını, organ/doku vericilerini, sağlık çalışanlarını koruyan özelliğe sahiptir. Tazminat ancak ihmal, kasıt veya yanlış beyan için yeterli kanıt olduğunda söz konusu olmaktadır. Ülkeler arasında kan, kan ürünleri, organ değişimi söz konusu ise ülkelerin ilgili mevzuatının birbirleriyle çelişmemesi önemlidir. Kan/organ/doku nakillerinde bulaş sorumluluğunu sınırlayan nedenler arasında kan naklinin hayat kurtarıcı özelliğinin olması, taramanın genellikle güvenilir olmasına karşın pencere dönemindeki vakaların ayırt edilememesi, kan yerine her zaman daha güvenli sentetik maddelerin kullanılamaması ve çoğu ülkede kan nakillerinin bağış karşılığı yapılabilmesi sıralanabilir.

Birçok ülkede kan bağışlarını, tarama ve nakilleri düzenleyen yasalar olmasına karşın kuralların yeterince uygulandığı söylenemez. Güvenli kan temini için UNAIDS’in belirlediği üç temel unsur aşağıda sıralanmıştır:

·      Ulusal sağlık sistemi bünyesinde oluşturulmuş, hükümete karşı sorumlu, kar amacı gütmeyen bir kan nakil sisteminin oluşturulması;
·      Para karşılığında kan satışı yapan profesyonel donörler yerine düşük enfeksiyon riski taşıyan gönüllülerden kan bağışı alınması;
·      Bağışlanan kanların HIV ve diğer hastalıklar yönünden tarama testlerine tabi tutulması (hepatit B/C ve firengi).

Para karşılığında kan bağışının önlenmesinin nedeni genellikle kanlarını satan kişilerin toplumun incinebilir kesimine dahil olmaları, sağlık durumlarının kötü olması ve enfeksiyonlar açısından riskli davranışta bulunan kesimlerden olmasıdır. Oysa gönüllü donörler uygun aralıklarla kan bağışı yapan ve sağlık açısından risk almayan toplum kesimlerinden seçilirler. Çoğu ülkede toplanan kanlara gerekli testlerin yapılamamasının nedeni ekonomik ve/veya lojistiktir. Genellikle testler belli başlı kentlerde yapılır, kırsal kesimde test olanağı yoktur. Kanların depolanmasında sorunlar yaşanmaktadır, eğitimli personel sıkıntısı mevcuttur veya test yapmak için gerekli materyalin merkezlere ulaşmasında sorunlar yaşanmaktadır. Bu durumu değiştirmek için gereken mali ve idari kaynağı sağlamak, hizmet sunan kuruluşları denetleyecek bağımsız izleme sistemini kurabilmek için politik kararlılık gerekir.

5.3.6.     Enfeksiyon kontrolü

Kan veya beden sıvılarıyla temas olasılığı olan sağlık birimlerinde ve gerekli diğer mekanlarda evrensel enfeksiyon kontrol önlemleri alınmalıdır. Halk sağlığı mevzuatında personel eğitimi ve gerekli ekipmanın (eldiven, tek kullanımlık eldiven ve enjektör, otoklav ve diğer dezenfeksiyon malzemeleri) nasıl sağlanacağı belirtilmelidir. Enfeksiyon kontrolü kurallarının yaygınlaştırılması için özellikle sağlık sisteminin dışında enjeksiyon yapılmasının yaygın olduğu yerlerde eğitim kampanyalarının düzenlenmesi gerekebilir.

5.3.7.     Türkiye’de Durum

Türkiye’de bulaşıcı hastalıklar konusunda halk sağlığı ile ilgili temel yasa Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’dur. Salgın hastalıkların önlenmesi ve denetim altına alınması sürecindeki ihbar, zorunlu tedavi, tecrit, bilgilendirme benzeri uygulamalar 1930 yılında yürürlüğe girmiş olan bu yasa ile tanımlanmıştır. Yasanın 3. maddesinde Sağlık Bakanlığı’nın halk sağlığı konusundaki görevleri sıralanmaktadır ve bu görevlerden bir tanesi “Memlekete sari ve salgın hastalıkların hulülüne mümanaat” olarak belirtilmiştir. Cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlarla (CYBE) veya yasadaki tanımı ile “zührevi hastalıklarla mücadele” konusu, yasanın “sari ve salgın hastalıklarla mücadele” bölümünün beşinci kısmını oluşturmaktadır. Bu kısımdaki ilk madde kapsamında tedavi zorunluluğu getirilen CYBE’ler frengi, belsoğukluğu ve yumuşak şank olarak sıralanmış olmasına karşın diğer maddelerde sıralanan önlemler için daha geniş kapsamlı olarak zührevi hastalıklar terimi kullanılmıştır. Yasanın önlem ve denetim gerektiren CYBE’ler için sadece ilk maddede sıralanan üç hastalığı mı yoksa genel olarak bütün CYBE’leri mi kabul ettiği açık değildir. Diğer yönden yasanın 57. maddesinde ihbarı zorunlu “sari ve salgın” hastalıkların bir listesi verilmiş ve bu hastalıklarla mücadelede alınacak genel ve hastalığa özel önlemler sonraki maddelerde sıralanmıştır. Yasanın 64. maddesi listede varolmayan bir hastalığın tehdit haline geldiğinde Sağlık Bakanlığı’nın bu hastalığa karşı yasada genel olarak bahsedilen önlemlerden hangilerinin uygulanması gerektiğine karar vereceği ile ilgilidir:

Madde 64 - 57 nci maddede zikredilenlerden başka her hangi bir hastalık istilai şekil aldığı veya böyle bir tehlike baş gösterdiği takdirde o hastalığın veya her hangi bir hastalık şeklinin memleketin her tarafında veya bir kısmında ihbarı mecburi olduğunu neşir ve ilana ve o hastalığa karşı bu kanunda mezkür tedabirin kaffesini veya bir kısmını tatbika Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti salahiyettardır.
 
Fuhuş, CYBE’lerin yayılımı için önemli görüldüğünden Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda fuhşun düzenlemesi gereği belirtilmiş ve bu amaçla1933 tarihinde “Fuhuş Yüzünden Bulaşan Hastalıklarla Mücadele Nizamnamesi” yayınlanmıştır. Bu nizamname 1961 yılında yapılan değişikliklerle “Genel Kadınlar ve Genelevlerin Tabi Olacakları Hükümler ve Fuhuş Yüzünden Bulaşan Hastalıklarla Mücadele” Tüzüğü adını almıştır.

Salgın hastalıklarda vaka bildirimleri Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan genelgeler doğrultusunda yapılmaktadır. Bu genelgeler “Bulaşıcı Hastalıkların İhbarı ve Bildirim Sistemi Genelgesi” ve “Bulaşıcı Hastalıklarla Mücadele Genelgesi” dir. Ayrıca “Bulaşıcı Hastalıklar Sürveyans ve Kontrol Esasları Yönetmeliği” bulaşıcı hastalıkların izlenmesi, değerlendirilmesi ve alınacak önlemleri düzenler. Sağlık Bakanlığı’nın halk sağlığı alanındaki sorumluluklarını ve kurumsal yapılanmasını “Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname” ve “Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu” düzenler.

Sağlık hizmeti alımı, sunumu ve araştırma konularında özel yaşamın gizliliği, sır saklama, üçüncü şahısların bilgilendirilmesi ve aydınlatılmış onam gibi konular için geçerli mevzuatın en önemlileri arasında “Hasta Hakları Yönetmeliği”, “Tıbbi Deontoloji Nizamnamesi” ve “Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi: İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesinin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun” sayılabilir. Ülkemizde özel sigorta sistemleri hariç HIV/AIDS tanı ve tedavi giderleri sosyal güvelik sistemi kapsamında ödenmektedir ve ödeme güçlüğü içinde olanların masraflarının karşılanması Yeşil Kart sistemi tarafından ücretsiz olarak sağlanmaktadır.

Ülkemizde halk sağlığı mevzuatında Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan yakın tarihli genelgeler hariç HIV ve AIDS konusu doğrudan yer almamaktadır. Dolayısıyla salgın için bildirim sistemi ve genelgeler hariç kanun, tüzük ve yönetmelik düzeyinde özel bir düzenleme yapılmamıştır. Özellikle Umumi Hıfzıssıhha Kanunu oldukça eski tarihli bir yasadır ve HIV salgınının özellikli durumuna yanıt verecek nitelikleri ve yaptırımları barındırmamaktadır. Ne var ki geçen yüzyılın başında etkili olmuş frengi, belsoğukluğu ve yumuşak şankr gibi cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar veya tüberküloz benzeri solunum yolu ile bulaşabilen hastalıklar için geliştirilmiş özel ve genel önlemler HIV salgını için de uygulanmaya çalışılmakta ve gereksiz biçimde insan hakları ihlallerine yol açıldığı gibi, salgınla mücadele için hiç gerekli olmayan uygulamalar için zaten yetersiz olan kaynaklar harcanmaktadır.

5.3.7.1.       Bilgilendirme ve Eğitim

Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda HIV ve AIDS için özel bir düzenleme bulunmamasına karşın salgın hastalıklardan korunmak amacıyla eğitim ve bilgilendirme konusunda Sağlık Bakanlığı’nın sorumlu olduğu bildirilmektedir.

Umumi Hıfzıssıhha Kanunu Madde 280 - Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti sari ve salgın hastalıklardan korunma, çocuk büyütme ve sıhhi şartlar dairesinde yaşama gibi sıhhi meseleler halkı tenvir için kitap, levha, risale neşreder, sıhhi propaganda müessesatı yapar ve konferanslar verdirir ve her nevi sinema filimleri gösterir. Bu gibi hizmetler meccanidir. İcabı takdirinde lazım gelen vasıtaları haiz seyyar sıhhi propoganda kolları teşkil olunur.

Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun “Zührevi Hastalıklarla Mücadele” kısmında CYBE’lere (zührevi hastalıklar tanımı altında) yakalanmış kimselerin hekimler tarafından bilgilendirilmesi istenmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi bu zorunluluğun bütün CYBE’ler için mi geçerli olduğu belirgin değildir.

Umumi Hıfzıssıhha Kanunu Madde 109 - Her tabip tedavi altında bulunan zührevi hastalıklar musaplarının ellerine bu hastalığın tehlikesini ve sirayet yollarını bildirecek, nümunesi Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletince tesbit edilmiş bir (Vesayayi sıhhiye varakası) vermeğe mecburdur. Hasta çocuk olduğu takdirde bu izahat ve vesaya varakası hastanın ana ve babasına ve olmazsa sair yakınına verilir.

Salgın hastalıklarda eğitim ve bilgilendirme konusunda bir diğer sorumluluk yine Umumi Hıfzıssıhha Kanunu dayanak alınarak çıkartılan “Bulaşıcı Hastalıklar Sürveyans ve Kontrol Esasları Yönetmeliği” ile düzenlenmiştir (Resmi Gazete: 30.5.2007 – 26537). Bu genelgede HIV ve AIDS doğrudan genelgenin kapsamındadır. Genelge ile salgın hastalıkların önlenmesi ve denetimi amaçlanmaktadır. Genelge ile Sağlık Bakanlığı bünyesinde salgın hastalıklar listesinin belirlenmesi, olay ve vaka tanımlarının yapılması, iletişim ağı yapısı ile ihbar ve bildirim sisteminin oluşturulması, hastalıklara özgü genel veya özel sürveyans ve kontrol mekanizmalarının veya programlarının geliştirilmesi ve salgınların saptanması ve kontrolü için gerekli olan müdahale yöntemlerinin belirlenmesi için birimlerin oluşturulması istenmektedir. Bu birimlerden biri olan Koordinasyon Komitesi’nin salgın hastalıklara özgü eğitim ve bilgilendirme materyalleri hazırlaması öngörülmüştür.

Bulaşıcı Hastalıklar Sürveyans ve Kontrol Esasları Yönetmeliği Madde 5 - (1) Bakanlık bulaşıcı hastalıkların sürveyansı ve kontrolü çalışmalarının koordinasyonu, epidemiyolojik sürveyansta bildirim sisteminin etkin işlemesi ve bu çerçevede bilginin tek tip ve standart olmasını sağlamak amacıyla, Bakanlığın ilgili birimlerinin temsilcilerinden oluşan bir komite kurar.
(2) Koordinasyon komitesinin görevleri aşağıda belirtildiği gibidir.
e) Bulaşıcı hastalıklarla ilgili halka yönelik bilgi ve rehber dokümanları hazırlamak veya
hazırlatmak.

Genelgenin yayınlanması üzerinden henüz kısa bir süre geçmiş olduğu için henüz bu düzenlemenin sonuçlarını değerlendirmek mümkün olmamıştır.

Bilgilendirme ve eğitim konusunda Türkiye Ulusal AIDS Komisyonu tarafından belirlenen AIDS’in önlenmesinde insan hakları ve kamu özgürlüklerinin korunmasına yönelik temel ilkeler aşağıda belirtilmiştir (ilkelerin numaralandırılması kitaptaki sıraya göredir):

UAK İlke 8 –Ç ocuklar, HIV/AIDS ile savaş konusunda bilgilendirilme ve eğitilme hakkına sahiptir ve korunma konusundaki gerekli önlemlerden yararlanırlar.
UAK İlke 9 –HI V/AIDS hakkında kullanılan dil, insan onuruna yakışır düzeyde, destekleyici, duyarlı, kesin ve anlaşılır olmalıdır.
UAK İlke 16 –K ültür, eğitim ve din kurumları AIDS'le ilgili konularda eğitim vermeli, bilgi ve korunma malzemesi temin etmeli, hoşgörü ve işbirliğini teşvik etmeli ve HIV/AIDS ile yaşayanlara yönelik ayrımcılığa göz açtırmamalıdır.
UAK İlke 17 –Kültür, eğitim ve din kurumları; HIV/AIDS'le ilgili konularda resmi ve sivil toplum kuruluşları ile diyalog içinde olmalı, bu kurumları doğru ve sorumluluk taşıyacakları biçimde bilgilendirmelidir.
UAK İlke 74 –Tıbbi sağlık personeli, HIV pozitif olanlara ya da AIDS hastalarına, HIV/AIDS'in özellikleri, riskler, bulaşma yolları, sağlık durumunun bozulmasını engelleme yolları ve cinsel eş/lere ya da üçüncü şahıslara bulaştırmama yöntemleri hakkında gereken bütün bilgileri sağlamak zorundadır. Sağlık Personeli bir HIV pozitif kişinin ya da AIDS hastasının bu hastalığa nasıl yakalandığı üstüne görüş belirtme ya da ahlaki yargılar ve değerlendirmeler öne sürme hakkına sahip değildir.
UAK İlke 75 –HIV testinin sonuçları ikinci kez sınandıktan sonra da pozitif ise doktor vakit kaybetmeden gerekli taraflara bu sonucu bildirmek zorundadır. Hastalığın bulaşıcı özelliği göz önünde tutularak sonuçlar her durumda bildirilmelidir. Sonuçlar hastaya şahsen, duyarlılıkla ve hastanın mahremiyetini koruyarak özel olarak eğitilmiş personel ve psikolojik ve sosyal destek eşliğinde bildirilmelidir.

5.3.7.2.       Gönüllü Test ve Aydınlatılmış Onam

1219 Sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un 70. maddesi, hekimlerin yapacakları her çeşit ameliye için hastanın rızasını almaları zorunluluğunu getirmiştir. Tıbbi Deontoloji Tüzüğü’nün 13. maddesi ile Medeni Kanun’un 23. ve 24. maddeleri, hastanın rızası olsa dahi tedavi amacı dışında onun maddi ve manevi yapısını bozacak tıbbi el atmaları ve davranışları yasaklamıştır. Hasta Hakları Yönetmeliği, hastaların bilgilendirilmeleri ve aydınlatılmaları bakımından ayrıntılı kurallar getirmiştir:

Hasta Hakları Yönetmeliği Madde 5 – d) Tıbbi zorunluluklar ve kanunlarda yazılı haller dışında, rızası olmaksızın kişinin vücut bütünlüğüne ve diğer kişilik haklarına dokunulamaz.
e) Kişi, rızası ve Bakanlığın izni olmaksızın tıbbi araştırmalara tabi tutulamaz.

Hasta Hakları Yönetmeliği Madde 7 – Hasta, sağlık hizmetlerinden nasıl faydalanacağı konusunda bilgi isteyebilir. Bu hak, hangi sağlık kuruluşundan hangi şartlara göre faydalanılabileceğini, sağlık kurum ve kuruluşları tarafından verilen her türlü hizmet ve imkanın neler olduğunu ve müracaat edilen kuruluşta verilen sağlık hizmetlerinden faydalanma usulünü öğrenme hakkını da kapsar.

Hasta Hakları Yönetmeliği Madde 15 – Hasta; sağlık durumunu, kendisine uygulanacak tıbbi işlemleri, bunların faydaları ve tıbbi sakıncaları, alternatif tıbbi müdahale usulleri, tedavinin kabul edilmemesi halinde ortaya çıkabilecek muhtemel sonuçları ve hastalığın seyri ve neticeleri konusunda sözlü ve yazılı olarak bilgi isteme hakkına sahiptir.

Sağlık durumu ile ilgili gereken bilgiyi, bizzat hasta veya hastanın küçük, temyiz kudretinden yoksun veya kısıtlı olması halinde velisi veya vasisi isteyebilir. Hasta, sağlık durumu hakkında bilgi almak üzere bir başkasına da yetki verebilir. Gerek görülen hallerde yetkinin belgelendirilmesi istenebilir.

Hasta, tedavisi ile ilgilenen tabip dışında bir başka tabipten de sağlık durumu hakkında bilgi alabilir.

Hasta Hakları Yönetmeliği Madde 18 – Bilgi, gerektiğinde tercüman kullanılarak, hastanın anlayabileceği şekilde, tıbbi terimler mümkün olduğunca kullanılmadan, tereddüt ve şüpheye yer verilmeden ve hastanın ruhi durumuna uygun ve nazik bir ifade ile verilir.

Madde 22 - Kanunda gösterilen istisnalar hariç olmak üzere, kimse, rızası olmaksızın ve verdiği rızaya uygun olmayan bir şekilde tıbbi ameliyeye tabi tutulamaz.

Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nın 26. maddesi ise aydınlatılmış onamı açıklamaktadır:

Hekimlik Meslek Etiği Kuralları Madde 26 -  Hekim hastasını, hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır. Bilgiler hasta tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir. Hastanın dışında bilgilendirilecek kişileri, hasta kendisi belirler. Sağlıkla ilgili her türlü girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir. Alınan onam, baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir.

Tıbbi işlemlerde aydınlatılmış onam alınmasında biçim ile ilgili bir düzenleme yoktur ve aydınlatılmış onam almaksızın hastaya girişimde bulunmak disiplin suçu oluşturmaktadır.

Türk Tabipleri Birliği Disiplin Yönetmeliği Madde 4/s – Hastanın aydınlatılmış onamını usulüne uygun almaksızın tıbbi girişimde bulunmak. (Para cezası gerektirir)

Suç soruşturulması ve yargı süreci kapsamında bireyin rızası olmadan kan, doku, vücut sıvısı örneklerinin alınması veya muayene yapılması Ceza Muhakemesi Kanununda düzenlenmiştir. Ceza hukuku dışında sağlık hizmetleri kapsamında veya adli işlemler sırasında aydınlatılmış onam alınmadan zorunlu HIV testi uygulanacak gruplar ise Sağlık Bakanlığı tarafından 29.04.1993 tarihinde yayınlanan 5300 sayılı genelge ile belirlenmiştir. Bu genelge doğrultusunda kan bağışında bulunanlar, yurtdışından askerlik görevi için başvuranlar, kayıtlı seks işçileri, haklarında işlem uygulanan kayıtsız seks işçileri, doğum öncesi bakım hizmeti alan gebeler, sağlık kuruluşlarına başvuranlar, operasyon uygulanacak hastalar ve evlilik için başvuranlar HIV testi yaptırmak zorundadırlar. Sağlık Bakanlığı tarafından tedavi kurumlarına başvuru yapan her kişiden HIV testi için kan alınması yaygınlık kazanmamıştır ancak cerrahi girişimler öncesinde ve evlilik muayenelerinde HIV testleri yaygın olarak uygulanmaktadır. Diğer yönden giderek artan biçimde spor salonları, havuz, yurt benzeri mekanlara katılım için test zorunluluğunun gündeme getirildiği bilinmektedir. Sağlık Bakanlığı’nın 5300 sayılı genelgesi ile evlilik muayenelerinde HIV testi zorunlu olarak açıklanmasına karşın evlilik muayeneleri ile ilgili temel mevzuatı teşkil eden Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ve Evlenme Muayenesi Hakkındaki Nizamnamede gerekli düzenlemelerin yapılmaması bu genelgenin uygulanabilirliği konusunda tartışmalara neden olmaktadır. Organ nakillerinde yasal bir zorunluluk olmamasına karşın HIV testi yaygın olarak uygulanmaktadır.

Türkiye’de test öncesi ve sonrası danışmanlık hizmetlerinin yeterli düzeyde verildiğini söylemek mümkün değildir. Çoğu zaman pozitif bir sonuç, uygun olmayan koşullarda ve gizlilik ihlallerine yol açacak biçimde açıklanmaktadır. Telefon yoluyla test sonuçlarının açıklanmasının çok yaygın olmasa bile mümkün olabildiği, hak ihlalleri raporlarında gösterilmiştir. Türkiye’de HIV önleme programları açısından önemli bir eksiklik olduğunun belirtilmesine karşın gönüllü test ve danışmanlık merkezleri son yıllara kadar sağlık hizmetleri kapsamında yer almamıştır. Sağlık Bakanlığı tarafından Küresel Fon desteğiyle yürütülen “Türkiye HIV/AIDS Önleme ve Destek Programı” kapsamında İstanbul, Ankara, İzmir ve Eskişehir’de ilk kez 2006 yılında 14 gönüllü test ve danışmanlık merkezi açılmıştır. Evde kullanılan HIV testleri ile ilgili bir düzenleme bulunmamaktadır. Ulusal AIDS Komisyonu evde kullanılabilen testlerin danışmanlık verilmeden yapılmasının önlenmesi konusunda karar almıştır.
 
UAK İlke 26 – Evlilik için AIDS testi şart koşulamaz.
UAK İlke 29 – AIDS testi, evlat edinme konusunda her iki taraf için de şart koşulamaz.
UAK İlke 33 –Hiçbir özel ya da devlet okuluna ya da yurda kayıt olmak için AIDS testi uygulanması şart koşulamaz.
UAK İlke 37 –AIDS testi, işe alınmak için şart koşulamaz.
UAK İlke 45 – AIDS testi,  askerlik görevini yapmak zorunda olan ya da yapmakta olan insanlar için zorunlu tutulmamalıdır.
UAK İlke 48 – Ülkeye giriş ve çıkışlarda gidilen ya da dönülen yer neresi olursa olsun, AIDS testi zorunlu olamaz.
UAK İlke 49 –Ülkeden oturma izni alabilmek için AIDS testi şart koşulamaz.
UAK İlke 51 –İltica için başvuranlar ve mülteciler AIDS testine tabi tutulamaz.
UAK İlke 53 –Hükümlü ve tutuklular bilgilendirilmiş onamları alınmadan zorla AIDS testine tabi tutulmamalıdır.
UAK İlke 93 –Sağlık personeline, bir özel hastanede, devlet hastanesinde, özel doktor muayenehanesinde ya da herhangi bir tıbbi alanda işe alınabilmesi için AIDS testinden geçmesi şart koşulmamalıdır.
UAK İlke 61 –HIV virüsünün saptanması ancak bireyin bilgilendirilmiş açık onayıyla gerçekleştirilebilir. Testin herhangi bir birey tarafından reddedilmesi, onun için sakıncalı sonuçlar yaratmamalıdır.
UAK İlke 62 –Nüfusun tamamı ya da bir bölümünün zorunlu olarak genel bir taramadan geçirilmesi kabul edilemez. HIV pozitif olduğu konusunda "şüpheli" bulunan ya da öyle olduğuna "inanılan" insanların bile zorunlu muayeneye tabi tutulmalarına hiçbir gerekçeyle izin verilemez. Belirli ya da özgül bir sosyal grubun zorunlu muayeneden geçirilmesi kabul edilemez.
UAK İlke 63 –Üçüncü şahısların korunmasıyla ilgili gerekçelerle kan, organ, doku ve sperm verenler 62. Maddenin kapsamına girmez. Ancak kan, organ, doku ve sperm verenlerin değil alınan materyallerin kontrol edilmesi hem diğer maddelerde belirtilen hak ve özgürlüklerle çelişmez hem de etik açısından doğru bir yaklaşımdır.
UAK İlke 66 –Tedavi için başvuran kişinin bilgilendirilmiş onayı alınmadan, sağlık personelinin güvenliği için ya da herhangi bir gerekçeyle AIDS testinin şart koşulmasına izin verilemez.
UAK İlke 67 –Hastalara tıbbi gereklilik dışında AIDS testi uygulanmaz. Test, ancak hasta ayrıntılı olarak bilgilendirildikten ve onayı alındıktan sonra uygulanır.
UAK İlke 68 –Sağlık hizmetinde çalışanlar HIV/AIDS yönünden düzenli muayeneden geçirilemezler.

5.3.7.3.       Kodlu Bildirim

Umumi Hıfzıssıhha Kanununda bulaşıcı ve salgın hastalıkların ihbarı için geniş bir yer ayrılmıştır. Kanunun 57. maddesinde yer verilen hastalıklar için genel olarak ve her hastalığa özgün zorunlu bildirim yöntemleri kanunun farklı maddelerinde açıklanmaktadır. Bilindiği gibi aynı kanunun 64. maddesinde yeni bir salgın ve bulaşıcı hastalık varlığında Sağlık Bakanlığının hangi maddelerin uygulanacağına karar verme yetkisinin olduğu belirtilmiştir. Sağlık Bakanlığı tarafından 18.04.1994 tarihinde 4800 sayılı ve 01.07.1994 tarihinde 7789 sayılı genelgeleri HIV pozitif laboratuar sonuçlarının ve AIDS vakalarının bildirilmesinde kullanılacak yöntemi tarif ederek D-86 formunun kullanımını zorunlu tutmuştur. D-86 formu vakanın kimlik bildirimlerinin gizlenerek bilgilerin kodlu olarak gönderilmesini sağlamaktadır. Kodlu bildirimde vakanın adı, soyadı ve baba adının ilk iki harfi ve doğum tarihinin son iki rakamı kullanılmaktadır. Kodlu bildirim ile vakanın özel yaşamının gizliliği ve ayrımcılığa uğramama hakkı sağlanmış olmaktadır. Ulusal AIDS Komisyonu kodlu bildirim konusunda aşağıdaki ilkeyi benimsemiştir.

UAK İlke 64 – Doktorlar, kesin gizlilik ilkesine sadık kalarak ve HIV pozitif ya da AIDS hastası kişinin kimlik verilerini kayıt etmeden her vakadan Sağlık Bakanlığı’nı bilgilendirmek zorundadır. Bildirim kodlama yöntemi ile yapılır.   
UAK İlke 88 – HIV pozitif ya da AIDS hastalarının durumu kodlama sistemi kullanılarak gizlilik ilkesi korunarak Sağlık Bakanlığı'na bildirilir.

5.3.7.4.       Eşin Bilgilendirilmesi

Türkiye ‘de HIV-pozitif kişilerin eşlerinin sağlık personeli tarafından bilgilendirilmesi konusunda standart bir uygulama olmadığı gibi bu konuda özel bir düzenleme de bulunmamaktadır. Hasta hakları ile ilgili mevzuatın HIV-pozitif kişinin eşinin bilgilendirilmesi konusunda, özel yaşamın gizliliği ve sağlık personelinin sır saklama ödevi doğrultusunda sınırlayıcı özellikte olduğu ileri sürülebilir. Diğer yönden hem Umumi Hıfzıssıhha Kanunu hem de Yeni Türk Ceza Kanunu’nda kasıtlı veya taksirli olarak HIV-pozitif kişinin eş(ler)ine hastalık bulaştırması, cezayı gerektirecek suç olarak tanımlamıştır ve bu tür bir suçun varlığında sağlık görevlilerinin güvenlik güçlerine ihbarı zorunlu tutulmuştur. Bununla birlikte sağlık personelinin eş(ler)i bilgilendirmeleri konusunda bir düzenleme öngörülmemiştir. Bu konuya bir istisna Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 109. Maddesinde zührevi hastalıklar söz konusu olduğunda ebeveynlerin sağlık personeli tarafından bilgilendirilmesi zorunluluğudur. 

Umumi Hıfzıssıhha Kanunu Madde 109 – Her tabip tedavi altında bulunan zührevi hastalıklar musaplarının ellerine bu hastalığın tehlikesini ve sirayet yollarını bildirecek, nümunesi Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletince tesbit edilmiş bir (Vesayayi sıhhiye varakası) vermeğe mecburdur. Hasta çocuk olduğu takdirde bu izahat ve vesaya varakası hastanın ana ve babasına ve olmazsa sair yakınına verilir.

Ceza hukuku yönünden sağlık personelinin HIV-pozitif kişinin hastalığı başkalarına bulaştırdığından şüphesi varsa suçu ihbar zorunluluğu bulunmaktadır ve bildirim yapılmaması suç teşkil etmektedir ancak bu ihbar zorunluluğu eş(ler)i kapsamamaktadır. Diğer yönden Ceza Yasası göreve ilişkin sırların açıklanmasını da yasaklamaktadır. Ülkemizde çok sık olarak resmi görevliler tarafından medya aracılığıyla HIV pozitif olan veya olmasından şüphelenilen kimselerin kimlikleri yayınlanmakta ve bu kişilerle ilişkisi olanların sağlık kuruluşlarına başvurmaları istenmektedir. Toplum sağlığı yönünden bir yarar sağlamayan bu uygulamalar ayrımcılık ve dışlanmaya neden olduğu gibi kişi hak ve özgürlüklerine ciddi zarar oluşturma niteliğini taşımaktadır. Ayrıca bu tür uygulamalar ceza yasasında suç olarak tarif edilmiştir.

Türk Ceza Kanunu: Sağlık mesleği mensuplarının suçu bildirmemesi Madde 280 – (1) Görevini yaptığı sırada bir suçun işlendiği yönünde bir belirti ile karşılaşmasına rağmen, durumu yetkili makamlara bildirmeyen veya bu hususta gecikme gösteren sağlık mesleği mensubu, bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Sağlık mesleği mensubu deyiminden tabip, diş tabibi, eczacı, ebe, hemşire ve sağlık hizmeti veren diğer kişiler anlaşılır.

Türk Ceza Kanunu: Göreve ilişkin sırrın açıklanması Madde 258 – (1)Görevi nedeniyle kendisine verilen veya aynı nedenle bilgi edindiği ve gizli kalması gereken belgeleri, kararları ve emirleri ve diğer tebligatı açıklayan veya yayınlayan veya ne suretle olursa olsun başkalarının bilgi edinmesini kolaylaştıran kamu görevlisine, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası verilir.

Sağlık personeli tarafından eş(ler)in bilgilendirilmesi konusunda Dünya Sağlık Örgütü ve UNAIDS’in önerdiği biçimde destek ve danışmanlık hizmetlerinin sunumunun oldukça kısıtlı olduğu ve açıklama sonucu oluşabilecek şiddet içeren sonuçlar konusunda gerekli önlemlere yönelik düzenlemelerin olmadığı ülkemizde, sadece sağlık personeline yönelik bir ihbar zorunluluğu istenen toplumsal yararı sağlamayacaktır. Türkiye Ulusal AIDS Komisyonu’nun eşin bilgilendirilmesi konusundaki ilkeleri aşağıda sunulmuştur:

UAK İlke 76 – Her tür psikolojik ve sosyal destek sağlanarak HIV pozitif kişi, eşi ya da partnerini koruyacak biçimde hareket etmeye teşvik edilmelidir.
UAK İlke 77 – HIV pozitif kişi, eşi ya da partnerine HIV pozitif olduğunu bildirmeye ikna edilememişse, bütün ikna yöntemleri tüketildiğinde doktor, meslek etiğine uygun olarak seçim yapar.
UAK İlke 78 – Henüz rüştünü ispat etmemiş gençler de hastalıkları konusunda haberdar edilmelidir. Bu da her zaman için anne-babalarının işbirliğiyle, bu yaşlarda kişinin uzun süre seropozitif kalabileceği özellikle vurgulanarak ve mutlaka güçlü psikolojik ve sosyal destek eşliğinde yapılmalıdır.

5.3.7.5.       Gözaltına alma veya izolasyon/karantina

Umumi Hıfzıssıhha Kanunu 72. Maddesinde bulaşıcı ve salgın hastalıklarda hastalığa yakalananların evlerinde veya sağlık kuruluşlarında göz altına alınabileceği veya tecrit edilebilecekleri bildirilmiştir. Bu maddedeki uygulama Kanunun 57. Maddesinde sıralanan hastalıklar içindir.

Umumi Hıfzıssıhha Kanunu Madde 72 – 57 nci maddede zikredilen hastalıklardan biri zuhur ettiği veya zuhurundan şüphelenildiği takdirde aşağıda gösterilen tedbirler tatbik olunur: 1 - Hasta olanların veya hasta olduğundan şüphe edilenlerin ve hastalığı neşrü tamim eylediği tetkikatı fenniye ile tebeyyün edenlerin fennen icap eden müddet zarfında ve sıhhat memurlarınca hanelerinde veya sıhhi ve fenni şartları haiz mahallerde tecrit ve müşahede altına vaz’ı.

HIV enfeksiyonu 57. Maddede listelenmiş olmamasına karşın Kanunun 64. Maddesi eğer bir hastalık salgın halini alır ve toplum sağlığını tehdit etmeye başlarsa Sağlık Bakanlığı’nın bu hastalığı listeye dahil etmesi ve gerekli önlemlerin belirlenmesi istenmiştir. HIV enfeksiyonu için yasada herhangi bir değişikliğe gidilmemiş ve Sağlık Bakanlığı’nın HIV salgını nedeniyle yayınladığı genelgelerde karantina ve gözaltına alma benzeri önlemler yer almamasına karşın resmi görevlilerin toplum sağlığını gerekçe göstererek kısıtlayıcı önlemlere başvurma olasılığı mevcuttur.

Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlarla ilgili bölümünde ayrıca hastalık yaydığından şüphe edilen kişilerin sağlık kuruluşlarında tecrit ve tedavi edilmesi istenmekte ve bu doğrultuda güç kullanılmasının mümkün olduğu bildirilmektedir. Bu uygulamanın sadece 103. Maddede belirtilen frengi, belsoğukluğu ve yumuşak şankr hastalıkları için mi geçerli olduğu belirgin olmadığından HIV enfeksiyonu için de uygulanabilmesi mümkündür.

Umumi Hıfzıssıhha Kanunu Madde 107 – Zührevi bir hastalığa müptela olduğu tahakkuk ederek hastalığı etrafına neşir ve sirayet ettirdiğinden şüphe edilen kimseler cebren tedaviye sevk olunabileceği gibi hastalığın sirayetine mani olmak üzere bir hastanede tecrit ve tedavi altına alınabilir. Bu hususta kuvvei cebriye istimali dahi caizdir.

Umumi Hıfzıssıhha Kanunu “umumi kadınlar hakkında ahkam” bölümünde seks işçilerinin yasada belirtilen hastalıklar veya Sağlık Bakanlığı’nın gerek gördüğü diğer hastalıklarda tedavi amacıyla bir kuruluşta tecrit edilebilecekleri bildirilmektedir.

Umumi Hıfzıssıhha Kanunu Madde 129 – Fuhşu, sanat ve maişet vasıtası ittihaz eden kadınlardan zührevi hastalıkların her türlü eşkaline, cüzzam, cerp, empetigo, entertrigo, müterakki verem veya Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaletinin fennen lüzum göreceği sair hastalıklara musap olanların sanatlarının icrasına icap ederse kuvvei cebriye istimali ile mümanaat olunur. Bunlar lüzum görülürse bir müessesede tecrit ve tedavi edilir.

Seks işçileri için öngörülen tecrit önlemi Umumi Hıfzıssıhha Kanunu dayanak alınarak çıkartılmış olan “Genel Kadınlar ve Genelevlerin Tabi Olacakları Hükümler ve Fuhuş Yüzünden Bulaşan Zührevi Hastalıklarla Mücadele Tüzüğü” kapsamında da tekrar edilmiştir. Tüzük seks işçileri ile birlikte olan erkeklerin de cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar yönünden muayenelerini ve gerek görüldüğünde tecrit edilmelerini istemektedir.

Zührevi Hastalıklarla Mücadele Tüzüğü Madde 34 - Bulaşıcı devrede firengi belirtileri gösteren genel veya 23 üncü maddede yazılı kadınların, behemahal hastanede bulaşıcı devre geçinceye kadar yatırılarak tedavisi gerekir.

Zührevi Hastalıklarla Mücadele Tüzüğü Madde 88 - Teftiş sırasında kadınlarla beraber rastlanacak olan ve zührevî hastalıklardan birine tutulmuş olduğundan şüphe ve endişe olunan erkeklerin de Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 106 ncı maddesi gereğince bu hastalıkları bulunmadığına dair rapor göstermeleri veya kendilerini muayene ettirip zührevî hastalıkları olmadığını ispat eylemeleri için adresleri alınır. Belirli ve açık adresleri olmıyanlarla kimliklerini ispat edemiyenler muayeneye sevk olunur. Hasta olduğu anlaşılanlar hakkında adı geçen kanunun 107 ve 108 inci maddelerine göre işlem yapılır.

Türkiye Ulusal AIDS Komisyonu’nun Gözaltına alma veya izolasyon/karantina konusundaki ilkeleri aşağıda sunulmuştur:

UAK İlke 54 – HIV pozitif hükümlü ve tutuklular, cezaevi içinde ayrı yerlere kapatılmamalı, tecrit edilmemelidir. Bu durum ancak koğuştaki diğer hükümlü ve tutuklulara karşı tehlikeli ve saldırgan tavırlar sergileyen özel vakalar için geçerli değildir.
UAK İlke 69 – Korunmayla ilgili gerekçeler dışında AIDS hastalarının diğer hastalardan tecrit edilmesine izin verilemez.

5.3.7.6.       Kan güvenliği

Ülkemizde 300’ün üzerinde kan merkezi bulunmaktadır. Bunların yüzde 8’i Türkiye Kızılay Derneği’ne, yüzde 76.5 i de başta Sağlık Bakanlığı Hastaneleri olmak üzere üniversiteler ve diğer kurumlara aittir. Kanların yüzde 23.5’u Türkiye Kızılay Derneği tarafından toplanmaktadır. Toplanan kanlara 1985 yılından beri anti-HIV testi yapılmaktadır. Ancak tüm önlemlere rağmen resmi kaynaklara göre 40’ın üzerinde  olguda kan nakli sonrası HIV virüsü görüldüğü belirtilmektedir.

Gelişmekte olan ülkelerdeki HIV enfeksiyonlarının %5-15’inin güvensiz kan transfüzyonları esnasında oluştuğu düşünülmektedir. DSÖ’nün bir çalışmasına göre, yaklaşık 60 ülkede, bağışlanan kanlarda, HIV ve diğer kan kaynaklı enfeksiyonlar da dahil olmak üzere bir ya da daha fazla sayıda enfeksiyon için tarama yetisine sahip bulunulmadığı belirtilmektedir.

Bu doğrultuda Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ülkelerin ulusal kan politikalarını belirlerken güvenli ve yeterli kanın temini konularına dikkat edilmesi önerisinde bulunmaktadır. Avrupa Birliği de üye ülkelerden ulusal kan politikalarını bu yönde oluşturmalarını istemekte, güvenli kan temininin bütün dünyanın sorunu olduğunu belirtmektedir.

Kan güvenliği için bütün dünyada Donör sorgulama formları kullanılmaktadır. Bu formlarda donörün enfeksiyöz bir ajan taşıma potansiyelini değerlendirmek için hazırlanmış sorular ile donorün riskli olup olmadığı sorgulanmaktadır. Ancak maalesef ülkemizde bu formlar yeterince uygun kullanılmamaktadır.

Hedefi biran önce kan verip hastasına kan götürmek olan donör adayı, formları çoğu zaman özensiz doldurmaktadır. Doldurulmuş formlar gelişigüzel masa üzerinde bulunabilmektedir. Bu da hasta güvenliğini önemli ölçüde sarsmaktadır.

Oysa ki hasta güvenliği,  sağlık hizmeti kalitesinin yükseltilebilmesi açısından kritik ve önemli bir konudur. Hasta güvenliğinin sağlanması için gerekli işlemlerden biri de güvenli kanın sağlanmasıdır. Güvenli kanın sağlanması, transfüzyonla bulaşan infeksiyonların önlenmesinde en önemli  adımdır. Bu nedenle tüm ülkeler kan ve kan ürünü alan tüm hastaların güvenliğini sağlayabilmek için gerekli  önlemleri almak zorundadır. Bu amaçla hasta güvenliği için her ülkede kan transfüzyonunun beklenmeyen ve istenmeyen etkileri ile ilgili olarak bilgilerin saptanması, toplanması, saklanması ve meydana gelen sorunların çözümlenmesi için “haemovigilance” organizasyonlarının yapılması gereklidir. Haemovigilance organizasyonları transfüzyon almış hastalarda istenmeyen etkilerin takibinden, kan bağışçısının seçiminden, transfüzyon yapılmış hastaya kadar, herhangi bir aşamada istenmeyen etkiler ortaya çıkabileceği için bütün bir transfüzyon sürecini kapsamaktadır. Haemovigilance organizasyonu kan güvenliğinden sorumlu ve yetkili ulusal otoritenin sorumluluğunda olmalıdır. Haemovigilance ağı, hastaneler, kan merkezleri ve ulusal otoritenin arasında kullanılan bağlantı zincirine dahil edilmelidir. Bu organizasyonun hazırlanması ve uygulanması, yeterli insan ve finans kaynaklarının sağlanmasına bağlıdır. Ancak bu sistemler oluşturulabildiğinde transfüzyon sonrası meydana gelen bulaş ve oluşan infeksiyonların tıbbi ve hasta hakları ile ilgili hukuksal çözümleri bulunabilinir. Ülkemizde 11/4/2007 tarih ve 5624 sayılı kan ve kan ürünleri kanunu ile bu konuda bir düzenleme getirilmiştir.

Türkiye Ulusal AIDS Komisyonu’nun kan güvenliği konusundaki ilkeleri aşağıda sunulmuştur:

UAK İlke 63 – Üçüncü şahısların korunmasıyla ilgili gerekçelerle kan, organ, doku ve sperm verenler 62. Maddenin kapsamına girmez. Ancak kan, organ, doku ve sperm verenlerin değil alınan materyallerin kontrol edilmesi hem diğer maddelerde belirtilen hak ve özgürlüklerle çelişmez hem de etik açısından doğru bir yaklaşımdır.



5.3.7.7.       Enfeksiyon Kontrolü

Yataklı tedavi kurumlarında sağlık hizmetleri ile ilişkili olarak gelişen enfeksiyon hastalıklarını önlemek ve kontrol altına almak amacıyla 11.08.2005 tarihinde “Yataklı Tedavi Kurumları Enfeksiyon Kontrol Yönetmeliği” yayımlanmıştır. Bu yönetmelik ile hastanelerde enfeksiyon kontrol komitelerinin kurulması ve bu komitelerin konu ile ilgili sorunları tespit etmeleri, ve sorunların çözümüne yönelik faaliyetleri düzenleyip yürütmeleri ve yataklı tedavi kurumları düzeyinde alınması gereken kararları gerekli mercilere iletmeleri beklenmektedir. Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı genelgeler doğrultusunda 80’li yılların ortalarından itibaren sağlık kuruluşlarında tek kullanımlık enjektörlerin kullanılması zorunlu tutulmuştur ve tüm ülkede yaygın bir uygulama halini almıştır. Sağlık kuruluşlarında iğne batması, laboratuar veya cerrahi işlemler sırasında kaza ile enfeksiyon bulaşması şüphesi varlığında HIV enfeksiyonunu önleme amacıyla erken dönem ART tedavisi konusunda herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır.

Türkiye Ulusal AIDS Komisyonu’nun enfeksiyon kontrolü konusundaki ilkeleri aşağıda sunulmuştur:

UAK İlke 90 – HIV pozitif kişiler ve AIDS hastalarının bakımıyla görevli sağlık personeli için devlet, rehberler ve yönetmeliklerle; HIV pozitif kişilerin ya da AIDS hastalarının güvenli bakımlarıyla ilgili yöntemleri, epidemiyoloji bilgilerini, hastaların psikolojik ve sosyal olarak desteklenmesine katkıda bulunacak yöntem ve teknikleri de içeren kapsamlı bir eğitim programı sağlamalıdır. Bu eğitim, hastalığın bulaşma riskini en aza indirilebilmek, en iyi ve etkin hizmeti sağlayabilmek amacıyla HIV virüsüyle ilgili etik ve yasal tartışmaları da içermelidir.
UAK İlke 91 – Devlet, hastalığın bulaşma riskini en aza indirebilmek için sağlık personeline uluslararası standartlara uygun biçimde teçhizat  sağlamalıdır.
UAK İlke 92 – Sağlık personeli, hangi şikayetle başvurmuş olursa olsun her hastayı potansiyel bir HIV virüsü, Hepatit B ya da C taşıyıcısı olarak görmeli ve buna uygun şekilde korunma önlemleri almalıdır.
UAK İlke 95 – Bir sağlık personelinin HIV/AIDS ile yaşayan bir kişinin vücut sıvısına maruz kalması durumunda söz konusu sağlık personeline test yapılmalı ve hemen tedavinin başlanması için gereken tedbirler alınmalıdır. Testin sonuçları kesin gizlilik ilkesi uyarınca saklı tutulmalıdır.
UAK İlke 99 – Mesleki faaliyetleri sonucu HIV virüsü taşıyan sağlık personelinin durumu meslek hastalığı kategorisine girmelidir.

5.3.7.8.       HEKİMLERİN YASAL SORUMLULUKLARI

Hekimlik Mesleği  ile ilgili temel Sağlık Mevzuatı; 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı Sanatının İcrası’na dair kanun, 1593 sayılı Umumi Hıfzısıhha Kanunu, 6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanunu, Tıbbi Deontoloji Tüzüğü ve Hasta Hakları Yönetmeliği olarak  düzenlenmiştir.
                                                                                                                
Hekimin Yasal Sorumluluğu, Disiplin Yönünden (Tabip Odası nezdinde ve ayrıca kamu görevlisi ise idari açıdan) ve Ceza Hukuku ile Tazminat yükümlülüğü açısındandır. Hekim, yasal ceza sorumluluğunun yanı sıra kamuda yada serbest çalışmasına bakılmaksızın Hekimlik Meslek Kurallarına aykırı davranışı halinde meslek odası olan Tabip Odası tarafından hakkında soruşturma açılarak kusurlu bulunduğunda; uyarı, para cezası ya da meslekten alıkoyma cezaları ile cezalandırılabilir.

Tabip Odası; Anayasa’nın 135. maddesi ile 6023 Sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanununa göre kurulmuş kamu kurumu niteliğinde bir meslek kuruluşudur. Tabip Odası’nın görevleri arasında; hekimlerin hak ve yararlarını korumak, meslek kurallarına aykırı davranışları denetlemek, kamu sağlığının korunması için çalışmak en temel hususları oluşturmaktadır. Her hekim, çalıştığı bölgedeki Tabip Odası’na en geç bir ay içinde üye olmaya ve üyelik görevlerini yerine getirmeye zorunludur. Kamuda çalışan hekimler dilerlerse Tabip Odaları’na üye olurlar.

Hekim, mesleki çalışmasında; hekimlik meslek kurallarına – deontolojiye uygun davranmak, hasta haklarına özen göstermek, malpraktisten (kötü hekimlik uygulamasından) kaçınmak, bilgi ve deneyimini sürekli geliştirmek ve dikkatli olmakla yükümlüdür. Malpraktis (kötü hekimlik uygulaması); hekimin bilgi ve uygulama yönünden tanı ve tedavide gerekli olanı yapmaması ya da yeterli dikkat ve özeni göstermemesi sonucu hastanın zarar görmesidir. Bu koşullarda zararın hasta hakları açısından ele alınarak incelenmesi gereklidir.

Hasta hakları, Sosyal Haklar kapsamında yer alır. Devlet, hasta haklarının temini ve korunması için gerekli çalışmaları, eylem ve işlemleri yapmak durumundadır. Hekimin aslî borcu hastayı sağlığına kavuşturmak için gerekli tıbbî müdahaleyi yapmaktır. Bu, hasta-hekim sözleşmesindeki iş görme borcunu oluşturur. Hasta ile hekim arasında sözleşme, sarih (açık) olarak kurulabileceği gibi, zımnî (üstü kapalı) olarak da kurulabilir. Örneğin, hekim hastaya “şuraya uzanın” ya da “sırtınızı açın” dediği anda sözleşme zımnî şekilde kurulmuş olur. Hasta hekimi, hekim de hastayı reddetme hakkına sahiptir. Ancak, hekim hastayı kabul etmek istemiyorsa, bunu derhal ve açıkça hastaya bildirmelidir. Aksi halde, hekim hastanın talebine karşı sessiz kalır ve hiçbir cevap vermezse, sözleşme kurulmuş olur ve hekim hastaya sözleşmeyle bağlı kalır. Bu andan sonra hastayı reddetmeye kalkarsa, sözleşmeye aykırılıktan dolayı tazminat sorumluluğuyla yükümlüdür.

Hekimin tedavi sözleşmesini ihlalden dolayı sorumluluğu için;

   tedavi sözleşmesinin kurulmuş olması,
   tedavi sözleşmesinden doğan bir yükümlülüğün ihlali,
   kusur,
   zarar ve
   kusur ve zarar arasında neden sonuç ilişkisi (uygun illiyet bağı) gereklidir.

Burada açıklanması gereken en önemli konu, tedavi sözleşmesinden doğan yükümlülüklerin neler olduğudur.

Hekimin Tedavi Sözleşmesinden Doğan Yükümlülükleri

1. Teşhis (tanı) koyma yükümlülüğü: Tanı, meslek kurallarına uygun olarak koyulmalıdır. Bu bakımdan “anemnez” (hastalık öyküsü) alınması gerekmektedir. Anemnez, hasta ya da ailesi tarafından bildirilen somut bir hastalık hikayesidir. Hasta anemnez verecek durumda değilse, bu ailesinden alınmalıdır.  Anemnezin alınmaması veya eksik alınması meslek kusuru teşkil eder.

Tam teşhis için;
- anemnez alınmalı,
- fizik muayene yapılmalı ve
- gerekli laboratuar tetkiklerine başvurulmalıdır.

Hekim bunlardan birini eksik yapar ve zarar ortaya çıkarsa, meslekî kusurdan söz edilir ve hastanın tazminat hakkı doğar.

Hekimin her tanı hatası hukukî sorumluluk doğurmaz. Özellikle semptomlar (hastalık belirtileri) belli bir hastalığa açıkça işaret ettiği halde teşhis edilenden farklı bir hastalık ortaya çıkarsa, hekimin yaptığı bu tanı hatası kusuru olmadığı için sorumluluğuna yol açmaz.
Ancak hekim tanıyı tedavi sürecinde sürekli gözden geçirmelidir ve yanlış tanıdan korkarak gereksiz tetkiklere başvurup hastayı maddî zarara uğratmamalıdır.

2. Tanıya uygun tedavi seçme ve yürütme yükümlülüğü: Tedavi faaliyeti hastanın iyileştirilmesi amacını taşır. Hekim tedaviyi meslek kurallarına uygun olarak seçmelidir. Aksi halde tanı kusuru ortaya çıkar ve zarardan sorumlu olur.

Hekim tedaviyi kendi yöntemlerine göre yürütür, bu konuda hastadan talimat almaz. Zaten hasta hekim arası vekâlet sözleşmesinde de hastanın hekime talimat verme hakkı yoktur. Hasta ile aralarında güven ilişkisi yoksa, hekim acil durumlar hariç olmak üzere tedaviyi bitirmeden hastayı bırakabilir. Bu iki durum, “hekimin tedavi özgürlüğü ilkesi”ni oluşturur.

Tıbbî Deontoloji Tüzüğü’ne göre de, hekim şahsî veya meslekî sebeplerle hastayı reddedebilir ya da devam eden tedaviyi bitirmeden hastasını bırakabilir. Ancak, hastasını önceden haberdar edip, ona yeni bir hekim bulabileceği kadar zaman tanımalıdır. Yoksa, hastaya karşı sorumlu olur.
Alışılmamış tedavi yöntemlerinin kullanılması Hasta Hakları Yönetmeliği’nde düzenlenmiştir. Ancak hayvanlar üzerinde yeterince denenirse ve klasik tedavi metotlarının hiçbir fayda sağlamayacağı sabitse buna başvurulabilir.

Öte yandan hekim, oturmuş tedavi metotları yerine, şart olmadığı halde yeteri kadar denenmemiş ve yeni yeni uygulanmaya başlayan bir tedavi yöntemi kullanmaya karar verirse, kötü sonuç doğduğu takdirde sorumlu tutulur. Bu konuda hastanın rızasını almak da yeterli değildir. Hekimin özellikle kronik hastalıklarda tedavi sonrası düzenli kontrol yükümlülüğü vardır. Fakat hasta, hekimin uyarı ve tavsiyelerine uymazsa, hekimin bu konudaki yükümlülüğü ve sorumluluğu ortadan kalkar. Hekim reçeteye hastanın istediği ilaçları değil, bu hususta en optimal ilaç isimlerini yazmak zorundadır. Birden fazla ilaç seçeneği varsa en uygunu yazılmalıdır.

3. Hastanın rızasını alma yükümlülüğü: Hasta Hakları Yönetmeliği’ne göre, acil durumlar dışında kişinin rızası alınmadan vücut bütünlüğüne ve diğer kişilik haklarına dokunulamaz. Ayrıca, hiç kimse rızası alınmadan ve Sağlık Bakanlığı’nın izni olmaksızın tıbbî araştırmalara tâbi tutulamaz. Bu hükümlere uymadan yapılan tedaviler sadece tazminat hukuku anlamında değil ceza hukuku anlamında da sorumluluğa neden olur. Ancak hasta küçükse, kısıtlıysa (hacir altına alınmışsa) ya da temyiz kudreti (iyiyi kötüden ayırt edebilme yeteneği ve yeterliliği) yoksa ve veli veya vasisi de bulunamazsa, rıza koşulu aranmaz. Uygulamada genellikle, çocuklarda 15 yaşından sonra, tıbbi girişimlerde fikrinin sorulması kabul edilmektedir.  Hasta Hakları Yönetmeliği’nde de bununla bağlantılı olarak “kanunda gösterilen istisnalar hariç olmak üzere”, kimse rızasına aykırı olan bir tıbbî müdahaleye tâbi tutulamaz hükmüne yer verilmiştir. Ayrıca suç işlediği şüphesi altında bulunan bir kişinin, bu şüphenin aydınlatılması için tıbbî müdahaleye tâbi tutulmasının hakimin kararına bağlı olduğu vurgulanmıştır. Aynı yönetmelik 13. maddesiyle ötenaziyi kesin olarak yasaklamıştır. HHY ’ne göre, kanunî temsilcisi kişiye tıbbî müdahale yapılmasına rıza göstermezse ve fakat müdahale tıbben gerekli ise, bunun yapılabilmesi için mahkeme kararı gerekir. Ancak acil durumlarda hiç kimsenin ve hiçbir kurumun rızasını ya da iznini aramadan hekim müdahalesini yapar.

Acil durumlardan kasıt, “hayatı veya hayati organlardan birisini tehdit eden acil haller”dir. Aynı maddenin devamına göre, söz konusu acil durumlar dışında hasta rızasını her zaman geri alabilir. Rızanın geri alınması, hastanın tedaviyi reddetmesi anlamına gelir. Rızanın müdahale başladıktan sonra geri alınması, ancak tıbbî yönden sakınca bulunmaması şartına bağlıdır. Tıbbi sakınca kesin olarak tespit edilirse, hasta rızasını geri almamalıdır. Çünkü hastanın tedaviye rıza vermesi ya da verdiği rızayı geri alması kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardandır. Dolayısıyla, hastanın bu hakkını kullanabilmesi her zaman sağlanmalıdır. Hastanın rızasını geri alması durumunda, doğabilecek zararlardan dolayı sorumluluk hastaya geçer. Bu durumda hekim, hastaya tedavinin uygulanmaması nedeniyle meydana gelebilecek olumsuz sonuçları anlatmalıdır ve hastadan rızasını geri aldığına dair yazılı belge almalıdır. Bu belge sayesinde hekim, doğan zarardan kendisinin sorumlu tutulamayacağını her zaman ispat edebilecektir.

Hastanın rızasını alarak başlanılan ameliyat esnasında, başka bir hastalık tespit edilirse ve hekim buna da müdahale ederse, “ameliyatın genişletilmesi” söz konusu olur. Ancak bu müdahalenin hastanın sağlığı için zorunlu olması gerekir. Çünkü hastanın ameliyat sırasında uyandırılarak yeni tespit edilen hastalık için tıbbî müdahaleye rıza gösterip göstermediğini sormak mümkün değildir. Bu durumda hukuken, hastanın “varsayımsal rızası”nın olduğu kabul edilir.

Ancak rıza alma yükümlülüğünün geçerlilik kazanabilmesi için daha önce “hastayı aydınlatma yükümlülüğü”nün yerine getirilmesi şarttır. Hekim, her tıbbî müdahaleden önce hastayı her konuda aydınlatmalıdır ve rıza bundan sonra alınmalıdır. Aksi halde, rıza alınsa dahi verilen rıza geçersiz olur ve doğacak kötü sonuç hekime yükletilir. Hastalık, uygulanacak olan tedavi yöntemleri tehlikeler ve doğabilecek sonuçlar konusunda hasta aydınlatılmalıdır. Bununla birlikte, hekim, hastanın moralini bozabilecek konuları açıklamayabilir. Örn: Kanser ve benzeri hastalıklar.

4. Sır saklama yükümlülüğü: Hekim, tedavi sürecinde hastasının bazı sırlarını öğrenirse, bunları saklamak zorunluluğundadır. Aksi takdirde, hastanın hekime karşı tazminat hakkı doğar.
Ancak hekim, hastasının vücudunda suç işlediğine dair ya da bir suça maruz kaldığına dair yara veya iz gibi bir işaret görürse, bu durumu adlî makamlara bildirmelidir.

Psikolog ya da psikiyatr, seanslarda hastasında bir suç işleme amacı olduğunu öğrenebilir. Bu durumu sadece hastanın ailesine gizlice anlatabilir. Ancak, öğrendiği suç işleme amacı değil de işlenmiş ya da işlenmekte olan bir suç olursa, bunu adlî makamlara bildirmelidir.

Hekimin hastasının tanı ve tedavisini üçüncü kişilere açıklama hakkı çok sınırlıdır. Ancak hastanın yararına konsültasyon amaçlı tıbbi bilgiler diğer hekimlerle paylaşılabilinir. Bunun dışındaki tüm bilgilerin gizliliği hekimin sorumluluğundadır. Hastalık tanısının reçete ya da sağlık karnesine yazılması durumunda bu tanının da başkalarının eline geçmesi hastanın yararına olacak şekilde önlenmelidir. Ancak günümüzdeki mevcut tıbbi uygulamalarda bu tanıların yazılmasının yasal bir zorunluluk oluşturması hasta hakları ile ciddi bir şekilde çelişmektedir. Hastanın çalıştığı iş yerine hastalık tanısını bildirmesi ya da aile ve arkadaş çevresinin ulaşabileceği kaynaklarda bu tanının varlığı hastayı çok zor durumda bırakmakta, zaman zaman tedavinin aksamasına ve hastalık seyrinin ağırlaşmasına yol açmaktadır.

5. Dosya tutma yükümlülüğü: Tedavinin daha özenli şekilde yürütülmesi için hekim dosya tutmalıdır. Aksi halde, doğacak zararda kusursuzluğunu ispat yükü hekime geçer. Bunun için hekim, gerekli tıbbi dokümantasyonları hazırlamalıdır. Anamnez, ameliyat protokolü, röntgen filmleri, tedavi süreci ile ilgili bilgiler hasta dosyasında yerini almalıdır. Bilimsel görüşlere göre, belgeler üzerinde hastanın mutlak bir inceleme ve görme hakkı vardır. Hastanın sağlığı açısından ortaya çıkabilecek özel ve olumsuz durumlar ise bu kuralın dışında tutulmalıdır, hastayı karamsarlığa sürükleyecek belgeler kendisine gösterilmeyebilinir. Bunun dışında hasta, bu belgelerin fotokopilerini alma hakkına sahiptir. Röntgen, elektrokardiyografi, elektroansepologram, odiagram gibi objektif belge denilen belgeler, istek halinde hastaya iade edilmelidir.

Kusur

Hekimin kusuru “ihmâl” olarak karşımıza çıkar. Yukarıda açıklanan hekimin tedavi sözleşmesinden doğan ve yerine getirmesi gereken yükümlülüklerinden birini ihmâl ettiği takdirde hekim kusurlu sayılır.

Zarar

Hastanın hekimden maddî ya da mânevî tazminat talep edebilmesi için hekimin kusurlu olması yetmez; bir zararın da oluşmuş olması gerekir. Örneğin, hastayı aydınlatma yükümlülüğünün ihlali mânevî zarar olarak sadece mânevî tazminata konu olabilirken, sır saklama yükümlülüğünün ihlali hem maddî hem mânevî tazminata konu olabilir.

Uygun İlliyet Bağı

Hekimin davranışı kusurluysa ve zarara yol açtıysa, kusur ve zarar arasında neden sonuç ilişkisinin olduğu kabul edilir.

Hekimin mesleki uygulamasında kişilere haksız zarar verdiği hallerde, zarar görenin maddi ve manevi zararlarının temin için mahkemeye başvuru hakkı bulunmaktadır. Bu durumda TCK’nun ilgili maddeleri devreye girer. Hekim kamu görevlisi ise tazminat davası öncelikle kuruma açılır ve kurum kusuru oranında hekime rücu eder.

Hekimin kusurunun belirlenmesinde tıbbi bilirkişilik uygulaması geçerlidir. Bu konuda mahkemenin tayin edeceği konunun uzmanı bir kişi bilirkişilik görevini üstlenir. Ancak genel uygulamada Adalet Bakanlığı Adli Tıp Kurumu, üniversitelerin Adli Tıp Anabilim Dalları ve Yüksek Sağlık Şurası resmi bilirkişi olarak kabul edilir.

5.4.   REHBER: 4 Ceza Yasaları ve Ceza Sistemi
Devletler, ceza yasalarının uluslar arası insan hakları yükümlülüklerine uyumluluğunu ve yasaların HIV bağlamında kötüye kullanılmadığını ya da risk altındaki grupları hedef haline getirmediğini garanti altına almak için ceza yasalarını gözden geçirmeli ve reform yapmalıdır.
5.4.1.     Bulaşmayla İlgili Suçlar ve Yargı Usulleri
Cezai ve/veya kamu sağlığı hakkındaki mevzuat, kasten HIV bulaştırmaya karşı özel olarak hazırlanmış suç tanımlamaları içermekten ziyade, bu tür istisnai vakalar için de yine en genel anlamdaki cezai işlemlere başvurmalıdır. HIV’le yaşayan kişilerin hiçbir gerekçe yokken özgürlüklerinin kısıtlanması gereksizdir ancak hastalık taşıyan bir kimsenin bilerek ve isteyerek hastalığı bir başkasına bulaştırması söz konusu olduğunda durum farklıdır. Bu durumda toplumsal sözleşmenin bir kuralı olan herkesin diğer insanların zararına olacak davranışlardan kaçınması ilkesi zedelenmiş olur ve bu insanların cezalandırılması gündeme gelir. Genelde bu türden vakalara çok az rastlanmaktadır. Bir insanın bir neden yokken diğer bir insanı öldürmesi sık rastlanan bir olgu değildir. HIV/AIDS ile yaşayan insanların da hastalığı kasten başkalarına bulaştırmak için çaba sarfettiklerini söylemek hem ahlaki açıdan hem de gerçeklere bakıldığında doğru değildir. Seyrek karşılaşılan bu olgularda ceza kanunlarının öngördüğü yaptırımların uygulanması yeterlidir. HIV/AIDS bağlamında yeni uygulamaların ortaya çıkarılmasına gereksinim bulunmamaktadır.
5.4.1.1.       Bulaşma ile ilgili TCK ve CMK düzenlemesi ve yaşanan sorunlar:
Türkiye’de HIV bulaştırma ve bulaştan mağduriyetine ilişkin fazlaca uygulama bulunmamaktadır. Basından öğrenildiğine göre yargıya intikal eden ilk bulaş vakası Kızılay tarafından test yapılmadan/hatalı yapılan test sonucu HIV içeren kanın hastaya nakli ve hastanın bundan zarar görmesi sonucu tazminat davasıdır. Suçlama bakımından ilk bilinen ve basın tarafından uzunca süre takip edilen vaka Antalya vakasıdır. Konu ile ilgili kısa karar şöyledir:
Metin Kutusu: T.C. YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ E. 2002/3171, K. 2002/3584, T. 15.10.2002  HASTALIĞINI SÖYLEMEDEN EVLENMEK ( Aidse Yakalandığını Bilen - TCY.nın 456/3. Maddesine Uyup Uymadığının Tartışılması Gereği ) AİDS HASTALIĞINI BULAŞTIRMAK ( Evlendiği Mağdureye Bildiği Halde Söylemeyerek - TCY.nın 456/3. Maddesine Uyup Uymadığının Tartışılması Gereği ) 765/m.456/3 ÖZET : Evlendiği mağdureye bildiği halde, aids hastalığını söylemeyip cinsel ilişkileri sonucu onun da bu hastalığa yakalanmasına neden olan sanığın eyleminin, hastalığın iyileşmesinin kesin ya da olası ve sürekli olup olmadığı hususlarında rapor alınarak sonucuna göre, TCY.nın 456/3. maddesine uyup uymadığının tartışılması gerekir.  DAVA : Karısı Sevgi'yi yaralamaktan sanık Ümit'in yapılan yargılanması sonunda; hükümlülüğüne ilişkin ( Antalya Birinci Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 11.9.2000 gün ve 416/255 sayılı hükmün Yargıtay'ca incelenmesi sanık ile müdahil taraflarından istenilmiş olduğundan dava dosyası C. Başsavcılığından tebliğname ile Dairemize gönderilmekle; incelendi ve aşağıdaki karar tespit edildi:  KARAR : Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık Ümit'in, suçunun sübutu kabul takdire ilişen cezayı azaltıcı sebebinin niteliği takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümde bozma sebebi dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanığın temyiz dilekçesinde, sübutun bulunmadığına 647 sayılı Yasanın 6. maddesinin uygulanması gerektiğine, müdahil vekilinin de vasfa yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine;  Ancak,  Mağdur Sevgi'ye uygulanan testler sonucu ( Hiv 1-2 ) AİDS hastalığına yakalandığının anlaşılması karşısında, bu hastalığın kesin veya muhtemel olarak iyileşmesinin mümkün olup olmadığı, hastalığın süreklilik gösterip göstermediği hususlarında Adli Tıp ihtisas Kurullarından rapor alınması ve sonuca göre Hiv-Aids hastalığına askerliği sürecinde yakalandığını bilen ve bu durumu açıklamayarak mağdur Sevgi ile evlenip cinsel ilişkileri sonucu onun hastalığa yakalanmasına bilinçle neden olmuş bulunan sanığın eyleminin; TCK.nun 456/3 maddesine uyup uymadığının tartışılması gerekirken eksik soruşturma ile yazılı şekilde hüküm kurulması,  SONUÇ : Yasaya aykırı olup müdahil vekilinin temyizi nedeniyle hükmün tebliğnamedeki düşünce gibi ( BOZULMASINA ), 15.10.2002 gününde oybirliği ile karar verildi. Bir başka dosyada şikayetçi HIV taşıyıcısı olduğunu bildiği kişiyi kendine HIV bulaştırdığı gerekçesi ile şikayet etmiş, şikayetçinin yapılan testleri negatif çıkmıştır. Aslında şikayetçi dava açmadan önce de testleri yaptırmış ve negatif çıkmıştır. Dava henüz sonuçlanmamıştır
5.4.1.2.       TCK da bulaştırma ile ilgili suçlar:
Yürürlükteki TCK’ya göre yaralama suçu Vücut Dokunulmazlığına Karşı Suçlar başlığı ile düzenlenmiştir.
Kasten Yaralama
MADDE 86 - (1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.
(3) Kasten yaralama suçunun;
a) Üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı,
b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
e) Silahla,
İşlenmesi halinde,"şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır."
Neticesi Sebebiyle Ağırlaşmış Yaralama
MADDE 87 - (1) Kasten yaralama fiili, mağdurun;
a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına,
b) Konuşmasında sürekli zorluğa,
c) Yüzünde sabit ize,
d) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,
e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun vaktinden önce doğmasına,
Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, bir kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hallerde üç yıldan, (Değişik ibare: 5377 - 29.6.2005 / m.11)"üçüncü" fıkraya giren hallerde beş yıldan az olamaz.
(2) Kasten yaralama fiili, mağdurun;
a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine,
b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine,
c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına,
d) Yüzünün sürekli değişikliğine,
e) Gebe bir kadına karşı işlenip de çocuğunun düşmesine,
Neden olmuşsa, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, iki kat artırılır. Ancak, verilecek ceza, birinci fıkraya giren hallerde beş yıldan,"üçüncü" fıkraya giren hallerde sekiz yıldan az olamaz.
(3) Kasten yaralamanın vücutta kemik kırılmasına neden olması halinde, kırığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre, bir yıldan altı yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.(3) Kasten yaralamanın vücutta kemik kırılmasına veya çıkığına neden olması halinde, yukarıdaki maddeye göre belirlenen ceza, kırık veya çıkığın hayat fonksiyonlarındaki etkisine göre, yarısına kadar artırılır.
(4) Kasten yaralama sonucunda ölüm meydana gelmişse, yukarıdaki maddenin birinci fıkrasına giren hallerde sekiz yıldan oniki yıla kadar, "üçüncü" fıkrasına giren hallerde ise oniki yıldan onaltı yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
Kasten Yaralamanın İhmali Davranışla İşlenmesi
MADDE 88 - (1) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.(1) Kasten yaralamanın ihmali davranışla işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte ikisine kadar indirilebilir. Bu hükmün uygulanmasında kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesine ilişkin koşullar göz önünde bulundurulur.
Taksirle Yaralama
Madde 89- (1) Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.
(2) Taksirle yaralama fiili, mağdurun;
a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına,
b) Vücudunda kemik kırılmasına,
c) Konuşmasında sürekli zorluğa,
d) Yüzünde sabit ize,
e) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,
f) Gebe bir kadının çocuğunun vaktinden önce doğmasına,
Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, yarısı oranında artırılır.
(3) Taksirle yaralama fiili, mağdurun;
a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine,
b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine,
c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına,
d) Yüzünün sürekli değişikliğine,
e) Gebe bir kadının çocuğunun düşmesine,
Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, bir kat artırılır.
(4) Fiilin birden fazla kişinin yaralanmasına neden olması halinde, altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(5) Bilinçli taksir hali hariç olmak üzere, bu maddenin kapsamına giren suçların soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlıdır. (5) Taksirle yaralama suçunun soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlıdır. Ancak, birinci fıkra kapsamına giren yaralama hariç, suçun bilinçli taksirle işlenmesi halinde şikayet aranmaz.
5.4.2.         Enjektör değişim programları
Ceza hukukundaki hükümler HIV ile ilgili yardım ve tedavi hizmetlerinin uygulanmasında engelleyici bir rol üstlenmemelidir. Damar içi madde kullanan kişilerin yetkili makamlara bildirilmesi hususundaki ceza yasasındaki ilgili hükümler sebebiyle enjektör değişimleri programlarının oluşturulması güçleşmektedir.  

Ceza hukuku, enjektör değişim programlarının oluşturulması ve bu programların yasal hale getirilerek yaygınlaştırılması için tekrar gözden geçirilmelidir

5.4.3.         Cinsel Eylemler
Ceza hukukunun, erişkin bireylerin kendi rızalarıyla, umuma açık olmayan mekanlarda gerçekleştirdikleri cinsel davranışları (zina, aldatma, anal ilişki ve ticari amaçlı cinsel birleşmeleri içeren) yasaklayan kısımları, yürürlükten kaldırılmaları amacıyla tekrar gözden geçirilmelidir. Vakaların hiçbirinde, kişilerin, HIV’in önlenmesi ve yardım hizmetlerinin teminini engellemelerine izin verilmemelidir.

5.4.4.         Seks İşçiliği
Seks işçiliği toplumda cinsel yolla bulaşan enfeksiyonların (CYBE) yayılım hızını belirleyen en önemli değişkenlerden biridir. Seks işçileri, sık eş değiştirmeleri nedeniyle bir taraftan enfeksiyon riski altındadır, diğer taraftan eğer güvenli cinsel ilişki kurallarını uygulamıyorlarsa hastalıkları yayma eğilimindedirler. Başta seks işçiliğini düzenleyen mevzuat ve bu mevzuatın uygulanmasından kaynaklanan sorunların yanı sıra, toplumda öteden beri varolan ve seks işçilerine karşı ayrımcılık, dışlama ve etiketleme ile sonuçlanan önyargılar nedeniyle; seks işçileri kendilerini ve müşterilerini hastalıklardan yeterince koruyamamaktadırlar. Diğer bir deyişle seks işçileri yürürlükteki yasal uygulamaların baskısı ve kendilerine uygulanan şiddet, ayrımcılık, dışlama ve etiketleme nedeniyle sağlıklarını ve toplumun sağlığını gündemlerinin ilk basamağında görememektedir.

Ülkelerin ticari seks ile ilgili yasaları incelendiğinde üç grup yasal düzenleme biçimi göze çarpmaktadır:

  1. Düzenleyici (regulatory) yasalar: Sadece belirli koşullarda çalışıldığı taktirde seks işçiliğinin ceza yasası kapsamı dışında değerlendirildiği sistemdir.
  2. Yasaklayıcı (abolitionist) yasalar: Bu tür yasaların genel olarak gerekçesi seks işçiliğinin ahlaki açıdan reddedilmesidir.
  3. Yasallaştıran ve suç olmaktan çıkaran (decriminalization) yasalar: Son yıllarda giderek artan bir biçimde seks işçiliğini ceza yasası kapsamından çıkartılmasını savunan, hatta seks işçilerine aracılık eden kişilerin de uygulamalardan yararlanmasını isteyen görüşler seslerini duyurmaya başlamıştır.

5.4.4.1.            Türkiye’de Seks İşçiliği ile İlgili Mevzuat
Türkiye’de seks işçiliği konusundaki yasal düzenleme, devlet tarafından ruhsatlandırılmış genelevlerde kayıtlı seks işçilerinin (genel kadınların) çalışmasını öngören bir özellikte olduğu için “düzenleyici” niteliktedir.
Türk Ceza Kanunu
Haziran 2005'te yürürlüğe giren yeni Türk Ceza Kanununun “Fuhuş” başlığını taşıyan 227. maddesi çocuk veya yetişkin bir kimseyi fuhşa özendiren, bunun yolunu kolaylaştıran, barındıran ve insan ticareti yoluyla ülkeye sokan, fuhşa sürükleyen kişilerin eylemlerini “suç” saymakta ve cezalandırmaktadır. Hile, tehdit, cebir yolu ile bir kimsenin çaresizliğinden yararlanarak, bir kimseyi fuhuş yapmaya sürükleyen kişiler ile, söz konusu eylemlerin eş, ana-baba, kardeş, eşin ana-babası ya da bir kimseyi yasal açıdan koruma görevini üstlenmiş olanlar tarafından yaptırılması durumunda ise ağırlaştırıcı cezalar verilmesini öngörmektedir. Özetlenecek olursa; yasa koyucu tek başına fuhuş yapmayı “suç” saymamakta; bireyi fuhşa sunmak, çalıştırmak, çıkar sağlamak için onu “meta” gibi kullanarak mağdur etmek “suç” sayılmaktadır. Türk Ceza Kanunu’nun insan ticareti ana başlığı altındaki 80. Maddesi ise uluslar arası bağlantılı fuhuş suçlarını düzenler niteliktedir. Her iki madde birbirleriyle örtüşen suçları içerdiğinden hukuk çevrelerinde yabancıları zorla fuhuş sektöründe çalıştıranların cezalandırılması konusu tartışmalı durumdadır.
Pasaport Kanunu
Pasaport Kanununun 8. maddesi “bulaşıcı hastalığı olanların, fahişelerin ve kadınları fuhşa sevk ederek geçinmeyi meslek edinenlerle, beyaz kadın ticareti yapanların” Türkiye'ye girmelerini yasaklamaktadır. Fuhuş yaptıkları polis baskınıyla ortaya çıkarılarak sınırdışı edilenlerin tekrar ülkeye girişleri yasaktır.
Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu
Türk Ceza Kanunu fuhuş yapmayı suç olarak tarif etmemektedir ancak bu konu fuhuş yapılmasının serbest olduğu biçiminde yorumlanmamalıdır. Fuhuş “suç” değildir ancak “yasaktır” ve güvenlik güçlerinin önlemesi gereken bir olgudur. Güvenlik güçleri bu yasağın uygulanması için görevlendirilmiştir.

·      Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu Madde 8/C: Polisin kat'i delil elde etmesi halinde mevzuata aykırı faaliyet gösteren genelevler, birleşme yerleri ve fuhuş yapılan yer ve evleri mahallin en büyük mülki amirinin emriyle faaliyetten men edilir/kapatılır. 
·      Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu Madde 12/2: 18 yaşından küçük olanların korunması ile ilgili madde: Yasal istisnalar dışında eğlence, oyun, içki vb. amaçlı umuma açık ve açılması izne bağlı yerlerde 18 yaşından küçükler çalıştırılamaz. Bar, pavyon, gazino, meyhane gibi içkili yerler ile kıraathane ve oyun oynatılan benzeri yerlere yanlarında veli ve vasileri olsa bile 18 yaşını doldurmamış küçüklerin girmesini polis men eder.
Umumi Hıfzısıhha Kanunu
Birinci maddesi “Memleketin sıhhi şartlarını ıslah ve milletin sıhhatine zarar veren bütün hastalıklar veya sair muzır amillerle mücadele etmek ve müstakbel neslin sıhhatli olarak yetişmesini temin ve halkı tıbbi ve içtimai muavenete mazhar eylemek umumi Devlet hizmetlerindendir” olarak başlayan Umumi Hıfzısıhha Kanunu 1930 yılında yürürlüğe girmiştir.

Kanunun Üçüncü bölümü “umumi kadın” lar hakkındadır. Kanun, Sağlık (ve Sosyal Yardım – eski adıyla) ve İçişleri Bakanlıklarının bir tüzük yayımlayarak cinsel yolla bulaşan enfeksiyonların önlenmesi amacıyla “umumi kadınlar ve evlerin” uyması gereken kuralların saptanmasını gerekli görmüştür.
Genel Kadınlar ve Genelevlerin Tabi Olacakları Hükümler ve Fuhuş Yüzünden Bulaşan Zührevi Hastalıklar Tüzüğü
Umumi Hıfzısıhha Kanunu”na dayanılarak yayımlanan ilk tüzük, 1933 tarihinde yürürlüğe giren “Fuhuş Yüzünden Bulaşan Hastalıklarla Mücadele Nizamnamesi” dir. Bu nizamname 1961 yılında yenilenmiş ve “Genel Kadınlar ve Genelevlerin Tabi Olacakları Hükümler ve Fuhuş Yüzünden Bulaşan Zührevi Hastalıklarla Mücadele Tüzüğü” adını almıştır.

Tüzük 1960’lı yıllarda çıkarıldığı biçimi ile çok az bir değişiklikle günümüze kadar varlığını sürdürmüştür. Tüzüğün 1973 yılında bazı maddeleri yürürlükten kaldırılmış ve eklemeler yapılmış olsa da 1800’lü yıllarda dünyada başlayan düzenleyici mevzuatın halen yürürlükte olan nadir örneklerinden birini oluşturmaktadır. Tüzüğe göre fuhuşla ilgili idari işleri illerde valilikler tarafından oluşturulan “Fuhuşla Mücadele Komisyonu” yürütür. Komisyonun amacı fuhşu denetlemek, fuhuş nedeniyle bulaşan zührevi hastalıkların yayılmasına ve bu yüzden amme düzeninin bozulmasını engellemektir. Komisyonun temel sorumluluk alanları şunlardır:

·      Genelevlerin açılmasına karar vermek ve ruhsatlandırmak,
·      Genel kadın olarak tanımlanan seks işçilerinin kayıt altına alınmasını sağlamak,
·      Genel kadınların düzenli sağlık muayeneleri olmalarını sağlamak,
·      Tek başına fuhuş yapılan birleşme evlerini ruhsatlandırmak.

Tüzüğe göre genel kadın, seks işçiliğini alışkanlık haline getirmiş, 21 yaşını bitirmiş, evli olmayan, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kadındır. Bu kadınlar seks işçiliğine devam etmek için “vesika” almak (tescil edilmek) zorundadır. Genel kadın olarak tescil edilen kadınlar haftada iki kez muayene olmak koşulu ile komisyon tarafından ruhsatlandırılmış “genelev” lerde çalışmak zorundadır. 21 yaşından küçük ve 18 yaşından büyük olanlar ve komisyon tarafından kaydı uygun görülmeyenler “sağlık tedbiri uygulanacak kadın” kapsamında değerlendirilirler. Bu seks işçileri genelevlerde çalışamazlar ve on günde bir muayene olmak zorundadır. Tüzüğün kapsamında olan birleşme evleri, tek başına fuhuş yapılmasına olanak sağlayan yerlerdir ancak uygulamada ruhsat verilen yer bulunmamaktadır.

Tüzüğün önemli bir bölümü genelevlerin ruhsatlandırılması ve muayenelerin yapılma biçimine ilişkindir. Okul, cami benzeri yerlerin yakınlarına genelev açılamayacağı gibi genelevlerde içki satışı ve küçüklerin genelevlere kabul edilmesi yasaktır.
Tüzüğün Uygulanmasında Sorunlar
Türkiye’de ruhsatlı olarak çalışan 56 genelev bulunmaktadır ve bu genelevlerde yaklaşık 3.000 kadar seks işçisi çalışmaktadır. Sağlık tedbiri kapsamındaki seks işçileri (seks işçiliği yaptığı saptanan ancak tescil edilmeyen) dahil toplam kayıtlı seks işçisi sayısı ise yaklaşık 15.000 kadardır. Buna karşın Türkiye’deki kadın ve transgender (travesti ve transseksüel) seks işçilerinin sayısının 100.000 civarında olduğu ifade edilmektedir. Diğer bir deyişle 85.000 seks işçisi yasadışı (tüzüğün tanımı ile gizli) çalışmaktadır. Bu toplama sayıları giderek artmakta olan yabancı seks işçileri dahil değildir. Ayrıca sayıları yabancı seks işçileri kadar olmamasına ve lokal özellik göstermelerine karşın erkek seks işçileri de bu sayıya dahil edilmemiştir. Başta İstanbul olmak üzere onbinlerce seks işçisi sokak ve caddelerde, özel randevu evlerinde, masaj salonlarında, bar, gece kulübü ve pavyon benzeri mekanlarda hatta otobüs ve minibüslerde çalışmaktadır.

İstanbul dahil olmak üzere pek çok ilde seks işçiliği yapmak için müracaat eden ya da yasadışı fuhuş yaparken yakalanan seks işçilerinin tescili yapılmamaktadır. Bu nedenle İstanbul’da kayıtlı seks işçisi sayısı çok azalmıştır ve genelevde 126 kadın çalışmaktadır. Çok az ilde yeni kayıt yapılmaktaysa da bu illerden İstanbul dahil olmak üzere diğer illere nakil konusunda zorluklar yaşanmaktadır.

Yasal olarak genelevlerde çalışmak sadece kadınlar için olanaklı olduğundan travesti ve transseksüel seks işçilerinin çalışmaları yasaktır. Transseksüel seks işçileri ancak cinsiyet değiştirme operasyonu sonrası genelevlerde çalışabilirler.

Geçmişte genelevlerde çalıştırılan kadınların pek çoğu kandırılmış ve zorla fuhuş yaptırılan kadınlar olmasına karşın son yıllarda kendi onayları dahilinde çalışan seks işçileri özellikle İstanbul Genelevinde çalışanların çoğunluğunu oluşturmaktadır. Kadınların zorla çalıştırılmasına olanak sağlayan borçlandırma, şiddet uygulama ve tehdit benzeri uygulamaların büyük ölçüde ortadan kalktığı bildirilmektedir. Bu nedenle seks işçiliği için elverişli yerler olma konumunu kazanan genelevlerde çalışmak isteyen seks işçilerinin Fuhuşla Mücadele Komisyonları tarafından tescil edilmemesini anlamak zordur. Benzer biçimde komisyonlar yeni genelev açılışlarını da onaylamakta isteksiz davranmaktadır.

Tek başına fuhuş yapmaya olanak veren ve birleşme evi olarak adlandırılan mekanlar geldiğimiz noktada çok önem kazanmasına karşın fuhuşla mücadele komisyonları tarafından ruhsat verilmemektedir. Birleşme evleri sokakta yasadışı olarak çalışmak istemeyen seks işçileri için elverişli bir alternatif olabilir.

Genelevlerin İstanbul’daki önemli sorunlarından biri yabancı seks işçiliği ve özel randevu evleri ile rekabet etmedeki yetersizlikleridir. Genelevlerde içki ve eğlence yasaktır. Müşterilerin cinsel ilişki yanı sıra eğlence de taleplerinin olduğunu ileri süren genelev sahipleri, işlerinin eskisi gibi yürümediğinden şikayetçidir. Benzer şikayetler seks işçileri tarafından da ifade edilmektedir. Ayrıca zaman zaman evlerin dış ortamdan soyutlanmasını amaçlayan tedbirlere başvurulmaktadır. Bunların arasında evlerin bir anlamda vitrini olan alt kat camekanlarının buzlu cam ile kaplanması ya da boyanması gibi tedbirler sayılabilir. Seks işçilerinin bazıları ailelerinden gizli olarak çalıştıklarını vurgulayarak bu uygulamaya karşı çıkmaktadır. Camekanlı ortamda çalıştıklarında kalabalık arasında bir tanıdıklarına rastladıklarında kolayca gizlenmelerinin mümkün olduğunu ileri süren seks işçileri camların kaplanmasıyla güvenliklerinin tehlikeye gireceğini bildirmektedir.

Ülkemizdeki yasal sistemin olumlu yönleri:
·      Genelevler seks işçileri için yasadışı çalışma koşullarına göre daha güvenli yerlerdir.
·      Genelevlerde niteliği konusunda yetersizlikler bulunsa da düzenli sağlık kontrolleri yapılmaktadır.
·      Şiddet, sömürü ve zorla çalışmanın önlenmesi bakımından genelevler daha denetlenebilir mekanlardır.
·      Genelevler STK’ların çalışmaları için elverişli yerlerdir.
·      Seks işçileri sosyal güvenlik sistemine bağlı olmak zorundadır. 
Olumlu yönlerin yanı sıra düzenlemenin olumsuz yönleri de bulunmaktadır.
·      Seks işçileri idarenin keyfi uygulamalarına maruz kalabilmektedirler.
·      Seks işçileri sadece çalışan konumunda ve ruhsatlı yerlerde çalışmak zorundadır.
·      Seks işçileri müşteri seçme konusunda daha elverişsiz konumdadır.
·      Seks işçileri kayıt altına alındıktan sonra kendilerine çalışmama konusunda seçim hakkı tanınmamaktadır.
·      Seks işçileri her ne kadar sigortalı olsalar da hastalık sigortası kapsamında değillerdir.
·      Kayıt altına alınmak aynı zamanda adli sicillerine de fuhuş yaptıklarının işlenmesi anlamına gelmekte ve bu durum kendilerinin ve çocuklarının sosyal yaşamlarında ayrımcılığa uğramalarına neden olmaktadır.
·      Seks işçilerinin seyahat hakları sınırlıdır. Bulundukları ilin sınırlarının dışına çıkabilmeleri için resmi izin almaları gerekir.
·      Seks işçileri İstanbul hariç genelevde yaşamak zorundadır. Genelevi terketmeleri izne tabidir.
·      Seks işçileri evlenemezler. Evlendikleri taktirde seks işçiliğini bırakmak zorundadırlar.
Yukarıda sıralanan olumsuzluklara karşın yine de genelev sisteminin yasadışı fuhuş sektöründe yaşanan insan hakları ihlalleri, şiddet, sömürü ve riskler göz önüne alındığında seks işçileri açısından daha elverişli bir düzenleme olduğu ileri sürülebilir. Kaldı ki bu olumsuzluklar idari tedbirlerle ortadan kaldırılabilecek nitelikteki sorunlardan oluşmaktadır. Ne var ki bir taraftan resmi kesimi oluşturan Sağlık Bakanlığı ve İçişleri Bakanlıkları yetkilileri, diğer taraftan sivil toplum kuruluşları mensupları ve seks işçileri tüzüğün değişmesi yönünde fikir birliğinde olmalarına karşın henüz sonuç alınabilecek bir adım atılmamıştır.
5.4.5.         Hapishaneler
Cezaevinde olan kimselerin beden ve ruh sağlığı içinde yaşamaya ilişkin temel hakkı devam eder. Ayrıca, en azından toplumun kalan kısmına sunulan sağlık hizmetleriyle aynı düzeyde olacak sağlık hizmetlerinden yararlanmaya hakkı vardır.

Bütün insanların sahip olduğu bu temel haklar dışında, mahkumlar özel konumlarından dolayı ek hükümler tarafından korunurlar. Devlet insanların özgürlüğünü ellerinden aldığı zaman kendilerini sağlıklı koşullar altında alıkoymak ve alıkonuldukları koşullardan dolayı hastalanacak olurlarsa bakımlarını gerçekleştirmek yükümlülüğünü de üstüne alır.

Sağlığının iyi olması herkes için önemlidir. Sağlık durumu bir insanın nasıl davrandığını ve toplumun bir üyesi olarak yaşayabilme gücünü etkiler. Cezaevi gibi kapalı bir toplumda sağlık özellikle önemlidir. Cezaevinde olmak mahkumların hem beden, hem de ruh sağlığını etkileyebilir. Dolayısıyla, cezaevi yönetimi yalnız mahkumlara bir sağlık hizmeti sunmaktan değil, hem mahkumların, hem de personelin sağlığını koruyacak koşullar sağlamaktan da sorumludur. Bir mahkum cezaevinden tahliye edildiğinde cezaevine girdiğinde olduğundan kötü durumda olmamalıdır. Bu, cezaevi hayatının bütün boyutları açısından, ama özellikle de sağlık açısından geçerlidir.

Çoğu kez bir mahkum cezaevine girdiğinde bakımsızlıktan, kötü muamele görmekten ya da hayat tarzından kaynaklanan sağlık sorunları bulunur. Mahkumlar çoğu kez toplumun en yoksul kesimlerindendir ve sağlık sorunları bunu yansıtır. Cezaevine bakım görmemiş hastalıklarla, bağımlılıklarla ve aynı zamanda da ruhsal sorunlarla girerler. Bu durumda olan mahkumlara ve ruh sağlığı cezaevinde olmaktan ciddi ölçüde olumsuz bir şekilde etkilenecek birçok başka mahkuma özel bir destek sağlanması gerekir. Hastalığa yakalanmış mahkumların bulunduğu, nüfus yoğunluğu yüksek ve sağlık koşulları kötü olan cezaevleri bulaşıcı hastalıklar açısından yöredeki en büyük tehlikedir.

Devlet reisleri tarafından 4. Baltık Devletleri Bulaşıcı Hastalıklar Zirvesi dolayısıyla 10 Haziran 2002 tarihinde St. Petersburg’da yayınlanan bildiriye göre birçok ülkede cezaevlerinde bulunanların çoğunda verem, karaciğer iltihabı ve HIV/AIDS gibi bulaşıcı hastalıklar vardır. Cezaevi yönetimleri - mahkumlar başta olmak, ama personel ve ziyaretçiler de dahil olmak üzere - cezaevlerine giren herkesi bulaşıcı hastalık tehlikesine karşı korumaktan sorumludurlar. Bu görevi gerektiği gibi yerine getirmezlerse sonuç, personelin, ziyaretçilerin ve zamanla da tahliye edilen mahkumların toplumun diğer kesimleriyle temas etmeleri yoluyla, bölgede genel olarak
sağlık sorunlarının görülmesi olur.

Bazı ülkeler bir bütün olarak topluma kaliteli sağlık hizmetleri sunmakta zorlanırlar. Böyle bir durumda bile mahkumların en iyi sağlık hizmetlerinden yararlanmaya ve bunu ücretsiz olarak yapmaya hakkı vardır. Avrupa İşkenceyi Önleme Komitesi (İÖK) ekonomik güçlüklerin yaşandığı dönemlerde bile hiçbir şeyin devletin üstündeki, özgürlüğünü elinden aldığı kimselere hayatlarını sürdürebilmeleri için gerekli olanakları sağlama yükümlülüğünü kaldırmayacağını belirtmiştir. İÖK ayrıca bu olanaklara yeterli miktarda gerekli tıbbi malzeme ve ilacın da dahil olduğunu açıklamıştır.

Cezaevi yetkilileri, mahkumları tecavüz, cinsel şiddet ve zorlamadan koruyabilmek amacıyla, yeterli personelin çalıştırılması, etkili gözetim ve uygun disiplin tedbirlerini de kapsayan tüm gerekli önlemleri almalıdır. Ayrıca cezaevi yetkilileri, gizliliğin garanti edilmesinin yanısıra, mahkumlara (ve uygun görüldüğü oranda, cezaevi personeline), HIV’in önlenmesi hakkında bilgiye erişim, eğitim, gönüllü test yaptırma ve danışmanlık, önlenme yolları (kondomlar, temizlik maddeleri ve hijyenik enjeksiyon teçhizatı), tedavi ve bakım, ve HIV ile alakalı klinik deneylere gönüllü katılım hakkı da sunabilmelidirler, ve zorunlu olarak test yaptırılması, ayrım gözetilmesi ve cezaevindeki olanaklara erişimin reddedilmesi, HIV-pozitif mahkumlara yönelik uygulanan ayrıcalıklar ve af programları da yasaklamalıdır. AIDS ile yaşayan mahkumların, iyi halden ötürü vaktinden evvel salınması üzerinde düşünülebilir.

Sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkı

Mahkumlar, işledikleri suç ne olursa olsun, insan olarak sahip oldukları temel haklara sahip olmaya devam ederler. Bu haklara en üst düzeyde beden ve ruh sağlığı hakkı da dahildir. Bunun cezaevi yönetimlerinin sunması gereken sağlık hizmetleri açısından sonuçları konuya ilişkin uluslararası belgelerde belirtilmiştir.

Mahkumlara Uygulanacak Muameleye İlişkin Temel İlkeler, İlke 4:
Cezaevlerinin mahkumları alıkoyma ve toplumu suçlulardan koruma yükümlülüğü devletin diğer sosyal hedeflerine ve toplumun bütün üyelerinin iyiliğinin ve gelişiminin korunmasına ilişkin temel yükümlülüklerine uyan bir şekilde yerine getirilecektir.

Mahkumlara Uygulanacak Muameleye İlişkin Temel İlkeler, İlke 9:
Mahkumlar, yasal durumlarından dolayı kendilerine karşı ayırım yapılmaksızın, ülkede mevcut olan sağlık hizmetlerinden yararlanabileceklerdir.

Herhangi Bir Şekilde Tutuklu ya da Hapiste Olan Bütün Kimselerin Korunmasına İlişkin İlkeler Demeti, İlke 24:
Alıkonulan ya da hapsedilen herkese alıkoyma yerine veya cezaevine kabulünden sonra
mümkün olduğu kadar kısa bir süre içinde gereken düzeyde bir tıbbi muayene sunulacak ve
bundan sonra da her gerektiğinde tıbbi bakım ve tedavi sağlanacaktır. Bu bakım ve tedavi
ücretsiz olacaktır.

Mahkumlara Uygulanacak Muameleye İlişkin Standart Asgari Kurallar, Kural 22:
(1) Her cezaevinde en az bir adet vasıflı doktor bulunacak ve bu doktor ruh hekimliği
konusunda da bir miktar bilgi sahibi olacaktır. Sağlık hizmetleri genel olarak topluma ya
da ülkeye sunulan sağlık hizmetleriyle yakın bir ilişki içinde düzenlenmelidir. Bu hizmetlere,
ruhsal anormalliklerin teşhis ve mümkünse tedavi edilmesi için, ruh hekimliği hizmetleri
de dahil olmalıdır.

(2) Uzman tedaviye ihtiyacı olan mahkumlar özel cezaevlerine ya da sivil hastanelere
nakledilecektir. Hastane olanakları bulunan cezaevlerinde bu olanaklara ilişkin aygıt ve
gereçler, mobilyalar döşemeler ve ilaçlar hasta mahkumların bakım ve tedavisi için uygun
olacak ve gerekli eğitimi görmüş görevlilerden oluşan bir kadro bulunacaktır.

(3) Her mahkum vasıflı bir dişçiden bakım ve tedavi görebilecektir.

Mahkumlara Uygulanacak Muameleye İlişkin Standart Asgari Kurallar, Kural 25:
(1) Doktor mahkumların beden ve ruh sağlığından sorumludur ve her gün bütün hasta mahkumları, bir şikayeti olanları ve özellikle dikkatinin çekildiği mahkumları görmelidir.

Mahkumlara Uygulanacak Muameleye İlişkin Standart Asgari Kurallar, Kural 62:
Cezaevinin sağlık hizmetleri, beden ve ruh hastalıklarını ve mahkumların namuslu insanlar
olarak yeniden topluma kazandırılmalarını engelleyebilecek bozuklukları fark ve tedavi etmeye
çalışacaktır. Bu amaç için gerekli bütün tıp, ameliyat ve ruh hekimliği hizmetleri mevcut olacaktır.

Mahkum ve Tutukluların İşkenceden ve Başka Zulüm, İnsanlıkdışı ve Aşağılayıcı Uygulama ve Cezalardan Korunmasına İlişkin Olarak Sağlık Görevlileri ve Özellikle de Doktorlar İçin Geçerli Olan Birleşmiş Milletler Tıbbi Ahlak İlkeleri, Kural 1:
Mahkum ve tutukluların bakımından sorumlu olan sağlık görevlileri ve özellikle de doktorlar bu kimselerin beden ve ruh sağlığını mahkum ya da tutuklu olmayan kimselerinkini koruyacakları düzeyde korumakla, kendilerine aynı düzey ve kalitede tedavi sunmakla yükümlüdür. Mümkün olan her durumda mahkumlar toplumun kalan kısmına sunulan sağlık hizmetlerini bütünüyle kullanabilmelidir. Çoğu ülkede mahkumlar cezaevi dışında ancak uzman hizmetlerden yararlanabilir, genel tıbbi hizmetler ise ya cezaevi içinde ya da belli cezaevlerinde sağlanır. Cezaevlerinin sunacağı tıbbi bakım ve hastabakıcılık hizmetleri en azından cezaevi dışındaki hizmetlerle karşılaştırılabilir düzeyde olmalıdır.

Her cezaevinde asgari olarak şunlar sunulmalıdır:
_ cezaevine kabul aşamasında tıbbi muayene;
_ düzenli olarak ayakta muayene;
_ acil durum bakımı;
_ hastaların muayene ve bakımı için gerekli şekilde donatılmış mekanlar;
_ vasıflı eczacıların vereceği gerekli ilaçlardan yeterli bir miktar;
_ fizik tedavisi olanakları ve tedavi sonrası rehabilitasyon olanakları;
_ tıbbi olarak gerekli görülebilecek türden yiyeceklerin sağlanması.

Standart Asgari Kural 52
Cezaevi yönetimleri genel tıbbi hizmetlere her an erişilebilmesini, acil durumlarda ise
vakit geçirmeden erişilebilmesini sağlamalıdırlar

HIV-pozitif olan dört mahkum 1997 yılında Güney Afrika Yüksek Mahkemesi’nde dava açarak kendilerine ve HIV-pozitif olan başka mahkumlara, AZT gibi özel ilaçların da verilmesi dahil olmak üzere, gerekli tedavinin uygulanmadığını ileri sürmüş ve bu tedaviyi ücretsiz olarak görmeye hakları olduğunu iddia etmişlerdir. Ceza İşleri Bakanlığı böylesine ileri düzeyde bir tedavi için yeterli para bulunmadığını ileri sürmüştür. Hakim mahkumların haklı olduğuna ve masrafları devlet tarafından karşılanacak şekilde tedavi görmeye hakları olduğuna karar vermiştir (Van Biljon ile Ceza İşleri Bakanı’nın taraf oldukları dava 1997 SACR 50 (C))

Avrupa İşkencenin ve İnsanlıkdışı veya Onurkırıcı  Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi (CPT) CPT/Inf/E (2002) Raporu
CPT standartları
Avrupa İşkence ve İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele ya da Cezayı Önlenme Komitesi (CPT), aynı adı taşıyan 1987 Avrupa Konseyi Konvansiyonu  (buradan sonra “Konvansiyon” olarak anılacaktır) kapsamında kurulmuştur.  Konvansiyonun 1. Maddesine göre:

“Avrupa İşkence ve İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele ya da Cezayı Önlenme Komitesi oluşturulacaktır...  Komite, özgürlüğünden mahrum edilen kişilerin gerekirse işkenceden ve insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya cezadan korunması amacıyla, denetim ziyaretleri yaparak bu tür kişilere yapılan muameleyi inceleyecektir.”

CPT’nin çalışmaları, insan haklarını korumak için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin mevcut reaktif yargı mekanizmasına, proaktif ve yargı dışı bir mekanizma eklenerek Avrupa Konseyi’nin oluşturduğu sistemin ayrılmaz bir parçası olarak düzenlenmiştir.

Bulaşıcı Hastalıklar

Bulaşıcı hastalıkların, özellikle de verem, hepatit ve HIV/AIDS’in yayılması birçok Avrupa ülkesinde çok büyük bir kamu sağlığı sorunu haline gelmiştir.  Bu hastalıklar bütün toplumu etkilemekle birlikte, belli cezaevi sistemlerinde dramatik bir sorun haline gelmiştir.  CPT bazı durumlarda bu sorunlarla mücadele etmek için alınan önlemlerin yetersizliği hakkında ciddi endişelerini ortaya koymak zorunda kalmıştır.  Bunun ötesinde, tutukluların bulunduruldukları fiziki ortam bu hastalıkların yayılmasına son derece uygun bulunmuştur.

CPT, günümüzde ziyaret ettiği ülkelerin bir çoğunda olduğu gibi, ekonomik sorunların yaşandığı dönemlerde cezaevleri de dahil olmak üzere her alanda bir takım fedakarlıkların yapılması gerektiğinin bilincindedir.  Ancak herhangi bir dönemde yaşanan zorluklar ne olursa olsun, bir kişiyi özgürlüğünden mahrum bırakmak aynı zamanda önleme, tarama ve tedavi ile ilgili etkin yöntemleri içeren bir bakım sorumluluğunu da beraberinde getirir.  Kamu yetkililerinin bu sorumluluğu yerine getirmeleri, sözkonusu bakım yaşamı tehdit eden hastalıkların tedavisini gerektiriyorsa daha da önem kazanmaktadır.

Tarama için güncel yöntemlerin kullanılması, ilaç ve gerekli malzemelerin düzenli olarak temin edilmesi, tutukluların reçete edilen ilaçları doğru dozlarda ve doğru aralıklarla almalarını sağlayacak personelin bulundurulması ve gerektiğinde özel bir beslenme diyetinin sağlanması yukarıda sözü geçen hastalıklarla mücadelede ve sözkonusu tutuklulara uygun bakımı sunmada etkin bir stratejinin ana unsurlarını oluşturmaktadır.  Bunun gibi, bulaşıcı hastalıkları bulunan tutukluların kaldığı yerlerdeki fiziki şartların da sağlıklarında iyileşme sağlamaya yönelik olması gerekmektedir.  Buralarda gün ışığı ve havalandırmaya ek olarak, hijyen koşulları uygun olmalı ve fazla kalabalık olmamalıdır.

Ayrıca sözkonusu tutuklular tıbbi ve diğer nedenlerle şart olmadıkça diğer cezaevi nüfusundan ayrılmamalıdır. CPT bu bağlamda, tutukluların sadece HIV pozitif olmaları nedeniyle diğerlerinden ayrılmaları gerektiğine dair tıbbi bir gerekçe bulunmadığını vurgulamak ister. 

Bu konulardaki yanlış bilgileri ortadan kaldırmak için, hem tutuklulara hem de cezaevi personeline bulaşıcı hastalıklar konusunda kapsamlı bir eğitim programı sağlanması ulusal yetkililerin görevleri arasındadır.  Böyle bir program, bulaşma ve korunma yöntemleri ile yeterli önleyici yöntemlerin uygulanmasını ele almalıdır.  Özellikle HIV ve hepatit B/C enfeksiyonunun cinsel temas ve intravenöz uyuşturucu kullanımı ile bulaşma riski üzerinde durulmalı ve vücut sıvılarının HIV ve hepatit virüslerinin taşınmasındaki rolü açıklanmalıdır.

Aynı zamanda herhangi bir tarama testi yapılmadan önce ve testin sonucunun pozitif çıkması halinde uygun bilgilerin ve danışmanlığın verilmesi gerektiği vurgulanmalıdır.  Bunun dışında hastaya ait bilgilerin tıbbi mahremiyet çerçevesinde korunması gerektiği açıktır.  İlke olarak, bu konuda yapılacak bütün müdahaleler sözkonusu kişilerin bilgilendirilmiş onayına tabi olmalıdır.

Ayrıca, yukarıda söz edilen hastalıkların kontrolünün etkili olabilmesi için bir ülkede bu alanda çalışan bütün bakanlıkların ve kurumların çabalarını ellerinden geldiğince eşgüdümlü hale getirmeleri gereklidir.  Bu anlamda CPT, cezaevinden salıvermeyi takiben tedavinin devamının teminat altına alınması gerektiğini vurgular.

Aşağıdaki paragraflarda, cezaevlerinde sağlık hizmetlerini incelerken CPT heyetleri tarafından dikkate alınan bazı konular ele alınmaktadır.  Ancak, CPT her şeyden önce, bugüne kadar Komite tarafından ziyaret edilen ülkelerin tamamında olmasa da birçoğunda zaten kabul edilen, tutukluların toplumda yaşayan insanlarla aynı düzeyde tıbbi bakım hakkına sahip olduğu yönündeki genel ilkeye verdiği öneme işaret etmek istemektedir.  Bu ilke bireyin temel hakları arasında yer almaktadır.

Cezaevi sağlık bakım hizmetlerine yaptığı ziyaretlerde CPT'yi yönlendiren konular, aşağıdaki başlıklar altında ele alınabilir:

a. Doktora erişim
b. Bakımda eşitlik
c. Hastanın onayı ve gizlilik
d. Önleyici sağlık hizmetleri
e. İnsani yardım
f. Mesleki bağımsızlık
g. Mesleki yetkinlik

Özgürlüğünden Mahrum Edilen Çocuklar

CPT, 3. Genel Rapor’da cezaevlerindeki sağlık hizmetleri konusunu ele alırken, çalışmalarını yönlendiren bazı genel kriterleri (doktora erişim; bakımda eşdeğerlik; hasta onayı ve gizlilik; önleyici sağlık hizmetleri; mesleki bağımsızlık ve mesleki yeterlilik) belirlemiştir.  Bu kriterler, çocuklar için gözaltı merkezlerinde de aynı düzeyde geçerlidir.

CPT, doğal olarak özgürlüğünden mahrum çocukların özel tıbbi ihtiyaçlarına özellikle dikkat etmektedir.

Çocuklara sunulan sağlık hizmetinin, birden fazla disiplini bir araya getiren bir bakım programının temel bir parçası olması çok önemlidir.  Bu, kurumun sağlık hizmeti ekibi (doktorlar, hemşireler, psikologlar, vs.) ile mahkumlarla düzenli teması olan diğer uzmanların (sosyal hizmet uzmanları ve öğretmenler dahil) çalışmalarını yakın işbirliği içinde yürütmesi anlamına gelmektedir.  Amaç, özgürlüğünden mahrum çocuklara verilen sağlık hizmetlerinin sorunsuz bir destek ve terapi sisteminin parçası olmasını sağlamaktır.

Gözaltı merkezi bakım programının içeriğinin yazılı olarak belirlenmesi ve söz konusu programa katılan bütün personele verilmesi de tercih edilen bir uygulamadır. Özgürlüğünden mahrum edilen bütün çocuklar, gözaltı merkezine alınır alınmaz mümkün olan en kısa süre içinde bir tıp doktoruyla uygun biçimde görüşmeli ve tıbbi muayeneden geçmelidir;  istisnai durumlar dışında, görüşme/muayene söz konusu kişinin merkeze alındığı gün yapılmalıdır.  Ancak yeni gelen bir çocuğun, sağlık hizmetleriyle temasını sağlayan ilk kişi, bir doktorun altında çalışan, gerekli niteliklere sahip bir hemşire de olabilir.

Merkeze gelişte yapılan bu tür sağlık taramaları, olası sağlık sorunu (örneğin uyuşturucu kullanımı, intihar eğilimi) olan gençlerin kurumun sağlık hizmetleri bölümü tarafından belirlenmesini sağlar.  Bu tür sorunların yeterince erken bir aşamada belirlenmesi, söz konusu tesisin tıbbi, psikolojik ve sosyal bakım programı çerçevesinde etkin önleyici adımların atılmasını mümkün kılar.

Ayrıca özgürlüğünden mahrum bütün çocukların, (disiplin amaçlı kısıtlamalar dahil) uygulanan program ne olursa olsun, bir doktorla özel görüşme yapma özgürlüğüne her zaman sahip olması gerektiği açıktır.  Ayrıca diş hekimliği dahil çeşitli tıbbi uzmanlıklara erişim imkanı de temin edilmelidir.

Herhangi bir gözaltı yerinde sunulan sağlık hizmetleri, sadece hastaların tedavi edilmesiyle sınırlı olmamalıdır;  ayrıca toplumsal ve önleyici tıp uygulamaları da bu sorumluluk alanına girmektedir.  CPT, bu bağlamda özellikle özgürlüğünden mahrum çocuklarla ilgili iki konuya, yani mahkumların beslenmesi ve sağlık konusunda eğitim verilmesi konularına dikkat çekmektedir.

Sağlık görevlileri, mahkumlara verilen yiyeceklerin kalitesini izleme konusunda aktif bir rol oynamalıdır.  Bu konu, özellikle gelişmelerini tamamlamamış olabilecek çocuklar açısından önemlidir.  Bu tür çocuklarda, yetersiz beslenmenin sonuçları, gelişimini tamamlamış olanlara kıyasla çok daha hızlı bir biçimde ortaya çıkabilir ve çok daha ciddi olabilir.

Ayrıca özgürlüğünden mahrum çocukların, özellikle (alkol dahil) uyuşturucu ve seks konusunda genellikle riskli davranışlarda bulunma eğilimi olduğu genel kabul görmektedir.  Bunun sonucu, gençlere yönelik sağlık eğitimi verilmesi, önleyici sağlık programının önemli bir unsurudur.  Bu tür programlarda özel olarak uyuşturucu kullanımının riskleri ve bulaşıcı hastalıklar konusunda bilgi verilmelidir.


Komite, özgürlüğünden mahrum kadınların ihtiyaçlarının erkeklerinkinden önemli ölçüde farklı olduğuna, hijyen ve sağlıkla ilgili konulara da dikkat çekmek istemektedir.

Kadınlara özel hijyen ihtiyaçları da uygun biçimde ele alınmalıdır.  Temizlik ve banyo imkanlarına kolay erişim, kan lekeli giysilerin güvenli bir biçimde atılmasının yanı sıra, kadın bağı ve tampon gibi hijyenik eşyaların sağlanması da özellikle önemlidir.  Bu tür temel ihtiyaçların karşılanmaması aşağılayıcı davranış olabilir.

Özgürlüğünden mahrum kişilere sunulan sağlık hizmetlerinin, toplumdaki hastalara sunulan hizmetlerle eşdeğer standartlara sahip olması da şarttır. 

Özgürlüğünden mahrum kadınlar söz konusu olduğunda, bakımda eşdeğerlik prensibine uymak, jinekoloji dahil kadınlara ait sağlık sorunları hakkında eğitim almış doktor ve hemşirelerin sağlık hizmeti sunmasını sağlamayı gerektirir.

Ayrıca meme ve rahim kanseri taramaları gibi kadınlara özel konularda önleyici sağlık hizmetleri toplumda sunulduğu oranda özgürlüğünden mahrum kadınlara da sunulmalıdır.

Bakımda eşdeğerlik, toplumda olduğu gibi gözaltı yerlerinde de kadınların vücudunun bütünlüğüne saygı duyulması hakkına sahip olması anlamına gelmektedir.  “Ertesi sabah alınan hap” ve/veya gebeliğin ileri aşamalarında kürtaj için kullanılan diğer imkanlar özgür kadınlara sunulduğu oranda, özgürlüğünden mahrum kadınlara da aynı şartlar altında sunulmalıdır.

Prensip olarak, hapsedilmeden önce belirli bir tedaviye başlamış mahkumlar, söz konusu tedaviyi cezaevinde de devam ettirebilmelidir.  Bu bağlamda, gözaltı yerlerinde kadınlar için gerekli olan özel ilaçları yeterli miktarda bulundurmak için çaba harcanmalıdır.

Doğum kontrol hapı konusuna gelince, bu ilacın gebeliği önleme dışındaki tıbbi nedenlerle (örneğin ağrılı regli rahatlatmak için) de hastalara verilebileceği unutulmamalıdır.  Bir kadının hapsedilmesinin, bu dönemde hamile kalma olasılığını önemli ölçüde azaltması, söz konusu ilacı vermemek için yeterli neden değildir.

5.4.5.1.            Türkiye’de Durum

5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun
İnfazda temel ilke
MADDE 2.- (1) ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin kurallar hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefi inanç, milli veya sosyal köken ve siyasi veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayırım yapılmaksızın ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanır.

(2) Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazında zalimane, insanlık dışı, aşağılayıcı ve onur kırıcı davranışlarda bulunulamaz.

Hapis Cezaları ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazında Gözetilecek İlkeler
MADDE 6.- (1) Hapis cezalarının infaz rejimi, aşağıda gösterilen temel ilkelere dayalı olarak düzenlenir:

b)Ceza İnfaz kurumlarında hükümlülerin düzenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddi ve manevi koşullar altında çektirilir. Hükümlülerin, Anayasada yer alan diğer hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere, bu Kanunda öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabilir.

c) Cezanın infazında hükümlünün iyileştirilmesi hususunda mümkün olan araç ve olanaklar kullanılır. Hükümlünün kanun, tüzük ve yönetmeliklerle tanınmış haklarının dokunulmazlığını sağlamak üzere cezanın infazında ve iyileştirme çabalarında kanunilik ve hukuka uygunluk ilkeleri esas alınır.

d) İyileştirmeye gereksinimleri olmadığı saptanan hükümlülere ilişkin infaz rejiminde, bu hükümlülerin kişilikleriyle orantılı bireyselleştirilmiş programlara yer verilmesine özen gösterilir ve bu hususlar yönetmeliklerde düzenlenir.

f) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur.

MADDE 16.- (1) Akıl hastalığına tutulan hükümlünün cezasının infazı geriye bırakılır ve hükümlü, iyileşinceye kadar Türk Ceza Kanununun 57 enci maddesinde belirtilen sağlık kurumunda koruma ve tedavi altına alınır. Sağlık kurumunda geçen süreler cezaevinde geçmiş sayılır.

(2) Diğer hastalıklarda cezanın infazına, resmi sağlık kuruluşlarının mahkumlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkumun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkumun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır.

(3) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen geri bırakma kararı, Adli Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adli Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir. Geri bırakma kararı, mahkumun tabi olacağı yükümlülükler belirtilmek suretiyle kendisine ve yasal temsilcisine tebliğ edilir. Mahkumun geri bırakma süresi içinde bulunacağı yer, kendisi veya yasal temsilcisi tarafından ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilir. Mahkumun sağlık durumu, geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca veya onun istemi üzerine, bulunduğu veya tedavisinin yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca, sağlık raporunda belirtilen sürelere, bir süre bulunmadığı takdirde üçer aylık dönemlere göre bu fıkrada yazılı usule uygun olarak incelettirilir. İnceleme sonuçlarına göre geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığınca, geri bırakmanın devam edip etmeyeceğine karar verilir. Geri bırakma kararını veren Cumhuriyet Başsavcılığının istemi üzerine, mahkumun izlenmesine yönelik tedbirler, bildirimin yapıldığı yerde bulunan kolluk makam ve memurlarınca yerine getirilir. Bu fıkrada yazılı yükümlülüklere aykırı hareket edilmesi halinde geri bırakma kararı, kararı veren Cumhuriyet Başsavcılığınca kaldırılır. Bu karara karşı infaz hakimliğine başvurulabilir.

(4) Hapis cezasının infazı, gebe olan veya doğurduğu tarihten itibaren altı ay geçmemiş bulunan kadınlar hakkında geri bırakılır. Çocuk ölmüş veya anasından başka birine verilmiş olursa, doğumdan itibaren iki ay geçince ceza infaz olunur.

MADDE 17.- (1) Üç yıl ve daha az süreli hapis cezalarının derhal infazının, hükümlü veya ailesi için mahkumiyetin amacı dışında ağır bir zarara neden olacağı anlaşılırsa, hükümlünün istemi üzerine infazı Cumhuriyet Başsavcılığınca ertelenebilir. Erteleme süresi altı ayı geçemez.

(2) Üç yıl ve daha az süreli hapis cezaları; hükümlünün yüksek öğrenimini bitirebilmesi, ana, baba, eş veya çocuklarının ölümü veya adı geçenlerin sürekli hastalık veya malullükleri nedeniyle ailenin tarım topraklarının işlenebilmesinin olanaksız hale gelmesi veya hükümlünün hastalığının sürekli bir tedaviyi gerektirmesi gibi zorunlu ve çok ivedi hallerde, Cumhuriyet Başsavcılığınca altı ayı geçmeyen sürelerle ara verilerek infaz edilebilir. Ancak bu ara verme iki defadan fazla olamaz.

(3) Erteleme isteminin kabulü, güvence gösterilmesine veya diğer bir koşula bağlanabilir

Hükümlünün Yükümlülükleri
Cezayı çekme, güvenlik ve iyileştirme programına uyma

MADDE 26.- (1) Hükümlü, hapis cezasının yerine getirilmesine katlanma ve bu amaçla düzenlenen infaz rejimine uygun tutum ve davranışlar içinde bulunmakla yükümlüdür

Sağlığın korunması kurallarına uyma
MADDE 27.- (1) Hükümlü, sağlığının korunması ve salgın hastalıkların önlenmesi için gerekli ve alınmış tedbirlere uymak, kişi sağlığı için tehlike doğuran durumları gecikmeksizin kurum yönetimine bildirmek, kendi ve içinde yaşadığı ortamın temizliğine uygun davranışlar göstermek zorundadır.

(2) Hükümlü, hem kendi, hem de diğer hükümlülerin sağlığını tehlikeye düşürebilecek eylemlerden kaçınmakla yükümlüdür.

Hükümlünün muayene ve tedavi istekleri

MADDE 71.- (1) Hükümlü, beden ve ruh sağlığının korunması, hastalıklarının tanısı için muayene ve tedavi olanaklarından, tıbbi araçlardan yararlanma hakkına sahiptir. Bunun için hükümlü öncelikle kurum revirinde, mümkün olmaması halinde Devlet veya üniversite hastanelerinin mahkum koğuşlarında tedavi ettirilir.
Hükümlünün beslenmesi

MADDE 72.- (1) Hükümlüye Adalet ve Sağlık bakanlıklarınca birlikte belirlenecek kalori esasına göre, sağlıklı ve güçlü kalması için nitelik ve nicelik olarak besleyici, sağlık koşullarına uygun, makul çeşitlilikte, yaş, sağlık, çalıştığı işin özelliği, dini ve kültürel gerekleri göz önünde tutularak besin verilir ve içme suyu sağlanır.

(2) Hükümlü, kendisine verilen günlük besin ve ihtiyaç maddeleri dışındaki ihtiyaçlarını kurum kantininden sağlayabilir. Kantini bulunmayan kurumlarda, bu maddeler, idarenin izin ve kontrolü altında dışardan sağlanabilir.

(3) Hasta hükümlüye, kurum hekiminin belirleyeceği besinler verilir.

(4) Kurumda annesiyle birlikte kalan çocuklara ve süt emziren annelere durumlarına uygun gıda verilir.

Sağlığın Korunması ve Tıbbi Müdahaleler

Hükümlünün muayene ve tedavisi
MADDE 78.- (1) Kurumun sağlık koşullarının düzenlenmesi, hükümlünün acil veya olağan muayene ve tedavisi kurumun hekimi tarafından yapılır. Genel veya hastalık nedeniyle yapılan tüm muayene ve tedavi sonuçları, sağlık izleme kartına işlenir ve dosyasında saklanır.

(2) Sağlık Bakanlığı ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile üniversitelerin sağlık kuruluşları, hükümlülerin tedavileri bakımından gerekli yardımları yapmakla görevlidirler.
(3) Rızası olsa bile hiçbir hükümlü üzerinde tıbbi deney yapılamaz.

Sağlık denetimi
MADDE 79.- (1) Kurum hekimi, kurumu ayda en az bir kez denetleyerek genel ve özel önlem alınması gereken hastalıklar ile kurumda sağlık koşulları yönünden alınması gereken önerileri içeren bir rapor düzenler ve kurum yönetimine verir.

Hastaneye sevk

MADDE 80.- (1) Hükümlünün sağlık nedeniyle hastaneye sevkine gerek duyulduğunda durum, kurum hekimi tarafından derhal bir raporla ceza infaz kurumu yönetimine bildirilir.

İnfazı engelleyecek hastalık hali
MADDE 81.- (1) Kurum hekimi veya görevli hekim tarafından yapılan muayene ve incelemeler sonucunda hükümlünün cezasını yerine getirmesine engel olabilecek hastalığı saptanırsa durum, kurum yönetimine bildirilir.

Hükümlünün kendisine verilen yiyecek ve içecekleri reddetmesi
MADDE 82.- (1) Hükümlüler, hangi nedenle olursa olsun, kendilerine verilen yiyecek ve içecekleri sürekli olarak reddettikleri takdirde; bu hareketlerinin kötü sonuçları ile bırakacağı bedensel ve ruhsal hasarlar konusunda ceza infaz kurumu hekimince bilgilendirilirler. Psiko- sosyal hizmet birimince de bu hareketlerinden vazgeçmeleri yolunda çalışmalar yapılır ve sonuç alınamaması halinde, beslenmelerine kurum hekimince belirlenen rejime göre uygun ortamda başlanır.

(2) Beslenmeyi reddederek açlık grevi veya ölüm orucunda bulunan hükümlülerden, birinci fıkra gereğince alınan tedbirlere ve yapılan çalışmalara rağmen hayati tehlikeye girdiği veya bilincinin bozulduğu hekim tarafından belirlenenler hakkında, isteklerine bakılmaksızın kurumda, olanak bulunmadığı takdirde derhal hastaneye kaldırılmak suretiyle muayene ve teşhise yönelik tıbbi araştırma, tedavi ve beslenme gibi tedbirler, sağlık ve hayatları için tehlike oluşturmamak şartıyla uygulanır.

(3) Yukarıda belirtilen haller dışında, bir sağlık sorunu olup da muayene ve tedaviyi reddeden hükümlülerin sağlık veya hayatlarının ciddi tehlike içinde olması veya ceza infaz kurumunda bulunanların sağlık veya hayatları için tehlike oluşturan bir durumun varlığı halinde de ikinci fıkra hükümleri uygulanır.

(4) Bu maddede öngörülen tedbirler, kurum hekiminin tavsiye ve yönetimi altında uygulanır. Ancak, kurum hekiminin zamanında müdahale edememesi veya gecikmesi hükümlü için hayati tehlike doğurabilecek ise, bu tedbirlere ikinci fıkrada belirtilen şartlar aranmaksızın başvurulur.

(5) Bu madde uyarınca hükümlülerin sağlıklarının korunması ve tedavilerine yönelik zorlayıcı tedbirler, onur kırıcı nitelikte olmamak şartıyla uygulanır.

Hastanede geçen sürenin cezadan indirilmesi

MADDE 100.- (1) Cezanın infazına başlandıktan sonra hastalık nedeniyle hükümlünün ceza infaz kurumundan hastaneye kaldırılması halinde burada geçirdiği süre, cezadan indirilir.

(2) Ancak, cezanın infazını durdurmak için hükümlü, hastalığına kasten neden olmuşsa bu hükümden yararlanamaz. Bu halde Cumhuriyet savcısı mahkemeden bir karar verilmesini ister.















5.5.   REHBER  5: AYRIMCILIK KARŞITI VE KORUYUCU YASALAR
Devletler incinebilir grupları, HIV/AIDS’le yaşayan ve engelli bireyleri özel ve kamu sektöründe ayrımcılıktan koruyacak yasaları yürürlüğe koymalı, varolan ayrımcılık karşıtı ve koruyucu yasaları güçlendirmelidir. Bilimsel araştırmalarda özerklik, gizlilik ve diğer etik ilkelerin uygulanması sağlanmalıdır. Ayrımcılığa uğrayan gruplara eğitim olanakları sunulmalı, uzlaşma yolları araştırılmalı, sorunlarına idari çözümler bulunmalıdır.  
(a) Ayrımcılığa karşı hazırlanmış olan genel yasalar, HIV enfeksiyonuyla ilgili herhangi bir belirti göstermeden yaşayan, AIDS ile hayatını sürdüren, ve bir de HIV veya AIDS konularında kendilerinden yalnızca şüphelenilen kişilerin korunabilmeleri yönünde tasarlanmalı veya yeniden düzenlenmelidirler. Ayrıca bu gibi yasalar, maruz kaldıkları ayrımcılık davranışlarından ötürü HIV/AIDS konusunda daha da hassaslaşan grupları da korumalıdır. Maluliyet yasaları, HIV ve AIDS için tanımlanan iş görememezlik durumlarını da kapsayacak şekilde tasarlanmalı veya yeniden düzenlenmelidirler. Bu gibi bir kanun tasarısı, şu hususları içermelidir:
(i) Güvence altına alınan sahalar, bakım, sosyal güvence, ihtiyaç sahiplerine yardım, istihdam, eğitim, sportif faaliyetler, konaklama, dernekler, sendikalar, elemanların kalifiye hale getirilmesi, ulaştırma ve diğer hizmetlere erişimi de içeren bir biçimde, mümkün olduğunca geniş tutulmalıdırlar;
(ii) HIV’in ayrımcılık davranışının çeşitli sebeplerinden yalnızca bir tanesi olduğu vakalar da, tıpkı doğrudan veya dolaylı yoldan maruz kalınan ayrımcılık vakalarında olduğu güvence altına alınmalıdır, ve ayrıca HIV’in kötülenmesini yasaklamak seçeneği de göz önünde bulundurulmalıdır;
(iii) Davacının ölümcül derecede hasta olması durumunda davanın hızlı bir takibe alınmasını içeren, tazminat arayışındaki bağımsız, hızlı ve etkin pozisyondaki yasal ve/veya idari prosedürler, poliçe ve prosedürlerdeki sistemik ayrımcılık vakalarının tespitine yönelik araştırma yetkisi, davaların kamu yararına çalışan kurumların HIV ile yaşayan insanlar adına davalar açabilmesini de mümkün kılacak şekilde, takma ad kullanılarak yürütülmesine ve temsili şikayetlere imkan tanınması olanağı;
(iv) Emeklilik hakkı ve hayat sigortasından muaf tutulma durumları yalnızca kabul edilebilir hakikatlere dayandırılmalıdır, bu sayede HIV’e, diğer benzer tıbbi durumlardan farklı şekilde muamele edilmemiş olur.
(b) Toplumdaki çeşitli grupların sahip oldukları pozisyonlara ve maruz kaldıkları muamelelere etki eden geleneksel ve alışılagelmiş kanunlar, ayrımcılık karşıtı yasaların ışığında tekrar gözden geçirilmelidirler. Bu gibi kanunların suiistimali söz konusu olduğunda, eğer gerekliyse, bazı kanunların yürürlükten kaldırılmasına imkan tanınmalıdır, ve bilgilendirme, eğitim ve toplumsal örgütlenme kampanyaları da, bu kanunları ve onlara bağlı olarak gelişen davranış biçimlerini değiştirme konusuna yönlendirilmelidirler.
(c) Genel anlamda mahremiyet ve kişisel gizlilik yasaları tasarlanmalıdır. Bireylere ait HIV ile alakalı bilgiler, korunması mecburi olan kişisel/tıbbi veri konusunun tanımına dahil edilmelidir, ve bireylerin HIV ile bağlantısı bulunan bilgilerinin izinsiz bir biçimde kullanılması ve/veya duyurulması yasaklanmalıdır. Kişisel gizlilik hakkında tasarlanan yasalar, bir bireyin kendi kayıtlarını inceleyebilmesine, ve bu bilgilerin doğru, anlamlı, eksiksiz ve güncel olduklarının garantilenebilmesi amacıyla istendiğinde düzeltme talebinde bulunabilmesine olanak tanımalıdır. Mahremiyet ile ilgili hak ihlallerinin telafisi için bağımsız bir kurum görevlendirilmelidir. Meslek gruplarından insanların mahremiyet konusunda gerçekleştirebilecekleri hak ihlalleri konusunda görülecek olan cezalandırma davalarının hükümleri, aşağıda belirtildiği gibi, idari yasalar çerçevesinde mesleki yetkinin kötüye kullanılması başlığı altında hazırlanmalıdır. Basın aracılığıyla kişisel gizlilik haklarına sebepsiz yere saldırılması durumunda, gazetecilik de yasaların meslek gruplarını ilgilendiren bileşenlerine dahil edilmelidir. HIV ile yaşayan insanlara, bu konuyla ilgili bilgilerinin ortaya sürülmesi durumunda, kimliklerinin ve gizliliklerinin yasal işlemlere dayalı olarak korunması talebinde bulunabilme izni verilmiş olmalıdır.
(d) Yasalar, mevzuatlar ve toplu sözleşmeler, çalışanların işyerlerindeki aşağıda sıralanmış olan haklarını güvence altına alacak şekilde tasarlanmış veya o seviyeye çekilmiş olmalıdır:
(i) HIV hakkında uygulanan ulusal bir politika ve üç taraflı (işçi-işveren-devlet) anlaşmalara mutabık kalabilen bir işyeri;
(ii) Çalışanların HIV taramasından geçirilmesi konusunda bağımsızlık, teşvik, eğitim ve avantajlar sunulması;
(iii) HIV hakkındaki pozisyonlarını da içermek suretiyle, çalışanlara ait olan tüm tıbbi bilgilerin gizli kabul edilmesi;
(iv) HIV ile yaşayan çalışanlara, artık daha fazla çalışamayacak duruma gelinceye dek, makul pozisyon değişikliklerini de kapsayacak biçimde istihdam güvencesi sağlanması;
(v) Uygun biçimde donatılmış ilk yardım çantaları ve ilk yardım konusunda tanımlanmış deneme uygulamaları
(vi) HIV ile yaşayan çalışanların, sosyal güvence ve diğer menfaatlerinin, hayat sigortası, emekli maaşı, sağlık sigortası, işine son verilmesi ve ölüm durumlarında elde edecekleri hakları da içerecek şekilde korunması;
(vii) İşyerinden veya yakınlarından erişilebilir vaziyetteki uygun sağlık bakım hizmeti;
(viii) İşyeri çalışanlarına ücretsiz olarak sunulan uygun kondom temini;
(ix) İşyerinde HIV ve AIDS konularında verilecek olan kararlar hakkında çalışanlara da söz hakkı verilmesi;
(x) HIV hakkındaki bilgi ve eğitim programlarının yanısıra, ilgili danışmanlık ve uygun yönlendirme hizmetlerine erişim;
(xi) İş arkadaşları, sendikalar, işverenler ve müşteriler tarafından sergilenebilecek damgalama ve ayrımcılık eylemlerine karşı korunma;
(xii) Çalışanlara mesleki yollarla HIV bulaşması (örneğin, iğne batması sonucu meydana gelen yaralanmalar), bu tür olayların yaşanmasından hemen sonraki zaman diliminin hastalığın henüz kendini belli edemediği bir evre olarak kabul edilmesine dayanılarak, test yaptırılması, danışmanlık ve gizlilik haklarının korunması konularıyla ilgili olan tazminatlar hakkında, kanun tasarılarına yapılacak uygun eklemeler
(e) İnsanların, HIV ile alakası bulunanları da kapsayan bir takım araştırmalara katılımlarını, yasal ve etik açıdan müdafaa edecek olan koruyucu yasalar, şu hususlarla ilişkili olarak tasarlanmalı veya sağlamlaştırılmalıdır:
(i) Katılımcıların ayrımcılık gözetilmeyerek seçilmesi, örneğin, kadınlar, çocuklar, azınlıklar;
(ii) Katılımcıların, araştırmaya katılmayı kabul ederken, çalışmalar esnasında karşılaşabilecekleri riskler hakkında önceden bilgilendirilmiş olmaları;
(iii) Kişisel bilgilerin gizliliğinin sağlanması;
(iv) Çalışmalardan elde edilen bilgi ve kazanımlara eşit ölçüde erişim hakkı;
(v) Katılım esnasında ve sonrasında sağlanacak olan danışmanlık, ayrımcılıktan korunma, sağlık ve destek hizmetleri;
(vi) Bağımsız ve etik olarak sürdürülen bir denetimin garantisi için, araştırma projesinden etkilenen toplumsal kesimlerin diğer üyelerinin de katılımı sağlanarak, yerel ve/veya ulusal teftiş komiteleriyle bağlantıya geçilmesi;
(vii) Güvenli ve etkili ilaçların, aşıların ve tıbbi gereçlerin kullanımına dair onay;
(f) Ayrımcılık karşıtı ve koruyucu yasalar, kadınların HIV enfeksiyonu, ve HIV ile AIDS’in yıkıcı etkileri karşısındaki savunmasızlıklarının şiddetini azaltabilmek için, HIV bağlamında maruz bırakıldıkları insan hakları ihlallerinin miktarını en aza indirgeyecek biçimde tasarlanmalıdır. Daha da önemlisi, yasalar, mülk edinebilme ve miras bırakabilme, sözleşme imzalayabilme ve evlilik gerçekleştirebilme, kredi ve finansman edinebilme, ayrılık veya boşanma gibi eylemlerde ilk adımı atabilme, ayrılık veya boşanma durumunda mal varlıklarının eşit olarak paylaştırılması, ve çocukların velayetini elinde bulundurabilme haklarıyla ilgili ayrımcılık çerçevesinde gelişen kısıtlamaların ortadan kaldırılabilmesi için, kadınlara mülkiyet ve evlilikle ilgili münasebetleri ve istihdama erişim ile ekonomik olanaklar bakımından eşit davranıldığının garantilenebilmesi amacıyla yeniden incelenmeli ve geliştirilmelidirler. Ayrıca yasalar, kadınların üreme ve cinsel haklarının güvenceye alınması konusunda, üreme sağlığı ve cinsel yolla bulaşan hastalıklar hakkındaki bilgi ve hizmetler ile güvenli ve yasalara uygun olarak kürtaj yaptırabilmeyi de içeren doğum kontrol yöntemlerine bağımsız erişim hakkının yanısıra, doğacak çocuk sayısı ile doğumlar arasında geçecek olan süreye, cinsel ilişkinin korunarak gerçekleştirilmesini talep edebilme, evlilik sırasında meydana gelebilecek tecavüz vakalarına yönelik yasal hükümleri de içerecek biçimde, evlilik içinde veya dışında gelişen cinsel şiddete karşı korunma talebinde bulunma gibi konularda karar alabilme haklarını da kapsayacak şekilde de tasarlanmalıdırlar. Erkeklere ve kadınlara evlenebilmeleri için belirlenmiş olan yaş sınırları birbirleriyle tutarlılık göstermelidir, ve kadınlar ve kızların evlenmeyi ve cinsel ilişkiye girmeyi reddetme hakları, yasalar tarafından korunuyor olmalıdır. Velayet, bakımını üstlenme ve evlat edinme işlemleriyle ilgili kararlar alınırken, çocuğun veya ebeveynlerin HIV konusundaki pozisyonları, diğer tıbbi özelliklerden hiçbir farklılık gözetilmeden ele alınmalıdır. 
(g) Ayrımcılık karşıtı ve koruyucu yasalar, çocukların HIV enfeksiyonu, ve HIV ile AIDS’in yıkıcı etkileri karşısındaki savunmasızlıklarının şiddetini azaltabilmek için, HIV bağlamında maruz bırakıldıkları insan hakları ihlallerinin miktarını en aza indirgeyecek biçimde tasarlanmalıdır. Bu gibi yasalar, çocukların HIV ile ilgili bilgilere, eğitime, ve okul içi ve okul dışındaki önlem alma yöntemlerine erişimini sağlamalı, bu sayılan sırayla; öncelikle zeka gelişimine bağlı olarak çocuğun kendisinin, veya ebeveynlerinin ya da tayin edilen velisinin izniyle gönüllü olarak test yaptırması işlemlerini yönetmeli, özellikle çocukların AIDS tarafından öksüz bırakılmış olması durumlarında onları kendi istekleri dışında test yaptırmaya zorlanmaktan korumalı, ve miras edinebilme ve/veya yardımda bulunma konularını da kapsayacak şekilde, öksüz olmak bağlamındaki diğer koruma hizmetlerini de sağlamalıdır. Ayrıca hazırlanacak olan bu yasalar cinsel anlamda suistimale uğrayan çocukları da koruma altına almalı, eğer tacize uğranmışsa, rehabilitasyonunu sağlamalı ve onların, cezalandırılması gereken bir eylemi gerçekleştiren kişiler olarak değil de, yanlış davranışlar yüzünden mağduriyete uğramış bireyler olarak değerlendirileceğini de garanti edebilmelidir. Ayrıca çocukların, maluliyet bağlamındaki yasalar tarafından korunacaklarının da güvencesi verilmelidir.
(h) Ayrımcılık karşıtı ve koruyucu yasalar, erkeklerle cinsel ilişki kuran erkeklerin HIV enfeksiyonu, ve HIV ile AIDS’in yıkıcı etkileri karşısındaki savunmasızlıklarının şiddetini azaltabilmek için, HIV bağlamında maruz bırakıldıkları insan hakları ihlallerinin miktarını en aza indirgeyecek biçimde tasarlanmalıdır. Bu önlemler hemcinsleriyle cinsel ilişkiye girenlerin kötülenmesi karşısında uygulanacak olan cezai işlemleri, eşcinsel evliliklerinin ve/veya birlikteliklerinin yasalar önünde tanınmasını ve bu tür birlikteliklerin uygun mülkiyet, boşanma ve veraset hükümleriyle yürütülmesini de içermelidir. Cinsel eğilimleri karşı cinse yönelik olan bireylerle, hemcinslerine yönelik olan bireylerin, cinsel ilişkiye girebilmeleri ve evlenebilmeleri için belirlenmiş olan yaş sınırları birbirleriyle tutarlılık göstermelidir. Erkeklerle cinsel ilişki kuran erkeklere saldırı mahiyetindeki yasalar ve polis uygulamaları, bu gibi durumlarda uygun yasal korumanın sağlandığını garanti edebilmek amacıyla yeniden incelenmelidir.
(i) Hassas gruplara HIV bağlamında getirilen hareket ve örgütlenme kısıtlamaları için konan yasalar ve düzenlemeler, hem kanunen (meşrulaştırılmış olanlar) hem de kanuni yaptırımlar bakımından ortadan kaldırılmalıdırlar.
(j) Kamu sağlığı, ceza ve ayrımcılık karşıtlığı hakkında tasarlanacak olan yasalar, hassas grupları da içerecek biçimde, hedef gruplara yönelik uygulanan mecburi HIV testlerini yasaklamalıdırlar.
5.5.1.     HIV/AIDS ve KADINLAR
1980’lerin başında HIV/AIDS salgını henüz yeni başlarken, HIV pozitif erkek sayısı kadın sayısından çok daha fazlaydı. Ancak o dönemden bu yana HIV pozitif kadın oranı sürekli biçimde yükselmektedir. Bugün HIV pozitif insanların hemen hemen yarısını kadınlar ve genç kızlar oluşturmaktadır. Salgının bu anlamda ‘feminizasyonu’ Sahra Güneyi Afrika’da çok belirgindir. Bu bölgede HIV pozitif olanların yaklaşık yüzde 60’ı kadın ya da kızdır; bölgede 15-24 yaş grubundaki nüfus alındığında, bu yaş grubunda enfeksiyonlu kişilerin yüzde 75’ini gene kadınlar ve kızlar oluşturmaktadır.
HIV/AIDS salgınının kadın nüfusu daha fazla etkilemesinin ardındaki nedenler arasında yoksulluk ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği yer almaktadır. Ekonomik güçlüklerle daha ağır biçimde karşı karşıya olan kadınlar ve kızlar, fuhuş ve kaçakçılık gibi yollara daha kolay düşmekte, bu da onların en azından güvenli seks yapmalarını önlemektedir. Ayrıca, kadınlar para, temel ihtiyaç maddeleri ve diğer temel hizmetler karşılığında daha yaşlı ya da varlıklı kişilerle ilişkiye girmenin cazibesine de kapılabilmektedirler. Bu anlamda ‘çıkar’ seksi HIV kapma riskini daha da artırmaktadır.
HIV/AIDS’in en fazla etkilediği bazı ülkelerde hayli yerleşik olan kadınlara karşı şiddet, ayrıca cinsel konular ve HIV kapma gibi konuları perdeleyen sessizlik kültürünün ardındaki sosyal tabular da kadınların ve kızların enfeksiyon kapma riskini artırmaktadır. Ayrıca, kadınlar ve kızlar HIV enfeksiyonu kapmaya erkeklerden daha yatkındırlar; çünkü, cinsel ilişki sırasında virüsün erkekten kadına geçme olasılığı, kadından erkeğe geçme olasılığından iki kat daha yüksektir.
HIV/AIDS’in kadınlar arasında görece daha hızla yayılması Sahra Güneyi Afrika’da çocukların kimsesizlik biçimini de değiştirmiştir. Şimdi, AIDS yüzünden annesini yitiren çocuk sayısı, gene aynı nedenle babasını yitiren çocuk sayısını aşmıştır. Sahra Güneyi Afrika’da AIDS’den en fazla etkilenen ülkelerde anne ve/ya da babasını yitiren çocuklar arasında annesini yitirenlerin oranı yüzde 60 iken bu oran Asya, Latin Amerika ve Karayip bölgesinde yüzde 40’tır. Bir çocuğun annesini yitirmesi ile babasını yitirme sinin yol açabileceği sonuçların hangi farklılıkları gösterebileceği konusunda tam bir açıklık olmamakla birlikte, son dönemde yapılan hanehalkı araştırmaları, Afrika’nın güneyindeki ülkelerde, baba çekip başka bir yere gitme eğiliminde olduğundan annelerini yitiren çocukların babalarını bu anlamda babalarını da yitirebildiklerini göstermektedir.
Kadınlar ve kızlar, enfeksiyonlu kesimin çoğunluğunu oluşturmanın ötesinde salgının yükünü başka yönlerden de ağır biçimde taşımaktadırlar. Birçok ülkede kadınlar aile yaşamının sürdürücüleri ve bekçileridir. Aileden biri hastalandığında, bu kişinin bakımını üstlenen kadındır. Bu yük, son derece kapsamlıdır ve yaşla da ilgili değildir. Hasta yakınlara bakma ya da yitirilen geliri telafi etme gereği duyulan ailelerde bunlar için okuldan ilk alınanlar kız çocuklar olmaktadır. Böylece kızların eğitimi ağır bir darbe almakta, bunun ötesinde HIV/AIDS’in nasıl geçtiği, bundan nasıl korunulabileceği gibi bilgilere ulaşmak da olanaksızlaşmaktadır. Kuşkusuz bu enfeksiyon riskini de artırmaktadır. Yetişkin çocukları AIDS yüzünden hastalandıklarında ya da öldüklerinde yükü üzerine alanlar arasında daha yaşlı kadınlar da vardır. Salgın daha çok sayıda yaşama mal oldukça, geriye kalan çocukların bakımını üstlenenler de bu yaşlı kadınlar olmaktadır.
Aile gelirini kazanan başlıca kişi hastalandığında ya da öldüğünde, geriye kalanların daha azla yetinmeleri gerekecektir. Ailenin yiyeceğini sağlamak ve barınacağı yeri gözetmek genellikle kadınların işidir ve kadınlar kazandıkları sınırlı gelirle bunların üstesinden gelemeyebilirler. Böylece, aralarından bazıları ‘çıkar’ seksine yönelmekte, başkalarıyla ilişkiye girerek yiyecek ve diğer temel ihtiyaç maddelerini sağlamaya çalışmaktadır. Kocalarını, babalarını ve erkek kardeşlerini AIDS yüzünden yitiren kadınlar, özellikle de mülkiyet haklarının baba tarafından devredildiği kültürlerde yaşayanlar, bu kez ailenin sahip olduğu toprağı ve diğer varlıkları da yitirmektedir. Bazı durumlarda ise kadınlar HIV taşıdıklarını kocalarına söylediklerinde bu haklardan yoksun bırakılmaktadır.
Kadınlar, bunların dışında, HIV/AIDS’le ilgili damgalanmalara da daha fazla maruz kalabilmektedir. HIV testi genellikle önce kadınlara uygulanmakta, enfeksiyonun asıl kaynağı erkek olsa bile test sonucunda kadınlar aileye, haneye ya da topluluğa bu hastalığı bulaştırdığı için suçlanabilmektedir. HIV pozitif kadınlara karşı öç alıcı girişimlerde bulunulduğundan, hastalığın aynı zamanda şiddeti körüklediğini gösteren örnekler de artmaktadır. Böyle bir şiddete maruz kalma korkusu yüzünden bazı kadınlar ve kızlar testlerden, eğer enfeksiyonlu iseler de tedaviden kaçınmaktadırlar. Kadınlar arasında istihdam oranlarının düşüklüğü de, enfeksiyon durumlarında kadınların sağlık sigortasından yararlanma ya da tedavi masraflarını karşılama olanaklarının sınırlı olduğu anlamına gelmektedir.
AİDS’Lİ kadın sayısındaki çarpıcı artışın başlıca nedenlerinden birinin toplumsal cinsiyet eşitsizliği olduğu düşünüldüğünde, önleyici programlar hazırlanırken toplumsal cinsiyete duyarlı yaklaşımlara başvurulması büyük önem taşımaktadır. Kadınların, enfeksiyondan korunmalarını sağlayacak bilgi ve araçlara erişimlerinin sağlanması gerekir. Önümüzdeki yıllarda gelişmekte olan ülkelerde antiretroviral tedavi imkanlarına kavuşması beklenen milyonlarca kişinin en az yarısının kadınlar olması gerekir. Toplulukların, kadınların enfeksiyon için testi önündeki engelleri aşmaları, HIV pozitif çıkmaları halinde de şiddete maruz bırakılmaları gibi sorunların üstesinden gelmesi zorunludur.(1)

HIV/AIDS'e Son Sözleşmesi
"Müslüman Toplumlarda Cinsel ve Bedensel Haklar Koalisyonu"nun hazırladığı ve imzaya açtığı bildiri Türkiye'deki kadın örgütlerinin de imzasına açılmıştır. (2)
"Dünyadaki Kadınlarla HIV/AIDS'e Son Vermeye Yönelik Sözleşme" adını taşıyan bildiri de kız çocuklarının ve kadınların insan haklarının güvence altına alınmamasının HIV/AIDS salgınını tetiklediğine vurgu yapılıyor.
GİRİŞİMLER:
1-"Dünyadaki Kadınlarla HIV/AIDS'e Son Vermeye Yönelik Sözleşme"
·         Cinsel haklar ve doğurganlık hakları HIV/AIDS'e ilişkin politikalarda, programlamada ve kaynak dağılımında ihmal edilen önemli bir önceliktir.
·         Kız çocukların ve kadınların -cinsel baskı ve şiddete maruz kalmaksızın özgürce yaşama hakkı ve sağlık haklarını da kapsayan- insan haklarının güvenceye alınmaması salgını tetiklemektedir.
·         Hastalığa son vermek için, cinsel sağlık ve doğurganlık sağlığı hizmetleri ve eğitimine evrensel ulaşımın sağlanması ve cinsel ve doğurganlık haklarının korunması zorunludur.
·         Dünyanın her bölgesinde kadınlara HIV bulaşma oranının arttığı ve bu artışın kadınlar ve kız çocuklarında erkeklerden daha yüksek olduğu bir gerçektir.
·         Kadınlar, özellikle de genç kadınlar ve kız çocuklar, haklarının ihlali ve ihmali, cinsiyet eşitsizliği, toplumsal, kültürel ve ekonomik etmenler, yaygın şiddet ve biyoloji yüzünden savunmasız durumdalar.
·         Küresel salgına karşı çok-sektörlü tepkinin merkezinde kız çocukların ve kadınların güçlendirilmesi yer almalı.
İmzaya açılan bildirideki talepler cinsel haklar ve doğurganlık hakları açısından ele alınıyor.
Bildirideki talepler
Yüksek Risk"in Yeniden Tanımlanması
Kadınların, özellikle de genç kadınlar ve kız çocukların ciddi risk altında olduğunun kabul edilmesi, ve tüm kadınların kapsamlı cinsel sağlık ve doğurganlık sağlığı hizmetlerinin bir parçası olarak, gizli gönüllü danışmanlık ve test (VCT), tedavi ve destek hakkının tanınması.
Karar Alma Mekanizmasının Genişletilmesi
Kararların kadınların gerçekliğini ve gereksinimini yansıtması için, HIV/AIDS'in bulaştığı ve tesir ettiği kadınlar ile kadın sağlığı ve hakları savunucularının özellikle en yüksek düzeylerdeki karar alma mekanizmalarına tam katılımının sağlanması.
Liderlik Uygulanması
Ayrımcılık ve cinsel şiddete karşı politikalar ve yasalar geliştirmek de dâhil olmak üzere, kadınların cinsel ve doğurganlık haklarını koruyarak, kadınlar için HIV/AIDS riskini ve yükünü azaltan sözlere ve somut eylemlere öncelik verilmesi.
HIV'e yönelik fonlara yatırım yapılması
HIV/AIDS için kapsamlı kaynakların tahsis edilmesi, ve bunların, aşağıda belirtilen konuları da içine alacak şekilde kadınları ve kız çocukları koruyan ve güçlendiren sağlık hizmetleri ve eğitimi için kullanımının izlenmesi:
·         HIV/AIDS ve diğer cinsel yolla bulaşan hastalıkları önleme, danışmanlık, test, bakım ve tedavi (ya da yönlendirme) hizmetleri sunacak kapasitedeki kapsamlı cinsel sağlık ve doğurganlık sağlığı hizmetlerinin tüm kadınlar için erişilebilir olması;
·         Erkek prezervatifi gibi, sübvanse edilen kadın prezervatifine de evrensel erişim ile mikrobisidler ve kadının uyguladığı diğer korunma teknolojilerinin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması;
·         Okula devam eden ve etmeyen tüm çocuklar ve gençlerin tam ve doğru bilgi alması, ve cinsel ve doğurganlık hakları, cinsiyet eşitliği ve beceri gelişimini teşvik eden kapsamlı cinsellik eğitimi.
HIV/AIDS Programlarının Güçlendirilmesi
HIV/AIDS programlarıyla tüm kadınların sağlığının ve haklarının korunması:
·         Test olmama seçimine destek de dâhil olmak üzere, kadınların gizli gönüllü danışmanlık ve teste erişiminin ve durumun açıklanmasından doğabilecek şiddet, damgalama ve ayrımcılığa karşı korunmasının sağlanması;
·         Tüm kadınlar ve kız çocukların yaşları, sağlık ve beslenme durumlarına uygun cinsel ve doğurganlık haklarını da içeren insan haklarının bütünüyle korunmasıyla, AIDS ve fırsatçı enfeksiyonların tedavisine adil ve sürdürülebilir erişiminin sağlanması; farklı yaşlara yönelik uygun tedavi yöntemi araştırmalarının ve bunların geliştirilmesinin artırılması ve yaş, cinsiyet ve bakımın sürekliliği açılarından tedaviye erişimin izlenmesi;
·         Kadınların haksız bakım yükünü azaltmak için bakım ve desteğe ayrılmış olan fonların artırılması ve kullanılması.
"Müslüman Toplumlarda Cinsel ve Bedensel Haklar Koalisyonu", Önleme, tedavi ve bakıma evrensel erişim hedefine ulaşmak yolunda; kadınlar ve kız çocuklara ilişkin bu eylem gündemini, HIV/AIDS'e ilişkin Sorumluluk Beyanatı'nın 2006 incelemesine dâhil etmek, uluslararası topluluğun değerlendirmesi gereken önemli bir fırsat, olduğuna dikkat çekiyor.(3)  
2-BM Kadının Statüsü Komisyonu (KSK) 51. Dönem Toplantısı 26 Şubat-9 Mart 2007(4)
KSK 51.dönem toplantısında; dört karar tasarısı kabul edilmiştir.
Bu tasarılardan biri Türkiye’nin karara ortak sunucu olduğu Kadınlar ve kız çocukları ve HIV/AIDS dir. Yine 50. Oturumunda kabul edilen;
HIV/AIDS kapsamında bakım verilmesi de dahil olmak üzere sorumlulukların kadın ve erkek arasında eşit paylaşılması, konusu da ana tema olarak belirlenmiştir.
Kadının Statüsü Komisyonu Elli Birinci Oturum Sonuç Belgesi
Komisyon, HIV pandemisinin yaygınlaşması ve feminizasyonu (çoğunlukla kadınların bu hastalığa yakalanması) hakkındaki ciddi durumu gösteren ve cinsiyet eşitsizliklerinin ve kadına ve kız çocuklarına karşı her türlü şiddetin HIV/AIDS'e karşı savunmasızlıklarını arttırdığını kabul eden Haziran 2006 HIV/AIDS Hakkındaki Siyasi Deklarasyon’u memnuniyetle karşılar. 
14-Komisyon, kız çocuklarına karşı her türlü ayrımcılık, istismar ve şiddetle mücadelesinde hükümetlerin öncelikli sorumluluğunu dikkate alarak, hükümetleri ve / veya Birleşmiş Milletler sisteminin ilgili fon, program, organ ve özel kurumlarını sorumlu vekilleri ve girişimleri ile birlikte uluslararası mali kurumları ve ilgili sivil toplum kuruluşları ve özel sektör de dahil bütün ilgili sivil toplum aktörlerini, şunlara davet eder
Sağlık:
a.        Kız çocuklarının, uygulanabilir en yüksek sağlık standartları ve sürdürülebilir sağlık sistemleri ile sosyal hizmetlerden faydalanmalarını, bu tür sistemlere ve hizmetlere ayrımcılığa uğramadan erişime sahip olmalarını temin etmek için gerekli önlemlerin alınması; yeterli beslenme ve sağlık olanakları, bulaşıcı hastalıklar, ergenlerin özel ihtiyaçları, yeme bozuklukları, cinsel sağlık ve üreme sağlığı, doğum öncesi ve doğum sonrası bakım ve özellikle anneden çocuğa geçen HIV'in önlenmesi konularında dikkat harcanması;   
  
b.       Kız ve erkek çocukları için insan ilişkileri, cinsel sağlık ve üreme sağlığı, HIV/AIDS de dahil cinsel yolla bulaşan hastalıklar, erken hamileliğin önlenmesi konularının ele alındığı, kız ve erkek çocuklarının eşit hakları ve sorumlulukları olduğunun vurgulandığı, yaşlarına uygun kapsamlı bilgi, eğitim ve gizli danışmanlığın erişebilir olmasının, bunların okul müfredatlarında da yer almasının sağlanması;
HIV/AIDS
c.       2010 yılına kadar kapsamlı bir önleme, tedavi, bakım ve desteğin evrensel boyutta erişimine önemli ölçüde ulaşma amacına hizmet eden global çabanın bir parçası olarak; HIV/AIDS’ in önlenmesi, tedavisi bakım ve desteğinin kapsamlı bir şekilde sağlanması için oluşturulan politika ve programlarda, hamile kız çocukları, gençler ve ergen anneler de dahil olmak üzere HIV/AIDS riski altında olan, virüs taşıyan veya HIV/AIDS’den etkilenmiş olan kız çocuklarına, özel ihtimam ve destek verilmesinin sağlanması,
d.      İstenmeyen gebelik, HIV virüsü ve cinsel yolla bulaşan diğer hastalıklardan kendilerini korunma yeteneklerini artırmaları için; ergen kız çocuklarına ve genç kadınlara, cinsel sağlık ve üreme sağlığını da kapsayacak şekilde, kendi cinselliklerini anlamaları/tanımalarına yardımcı olacak gerekli bilginin sağlanması,
e.       Yetişkin erkeklerin ve erkek çocuklarının, HIV/AIDS’in yayılmasında üreme, cinsellik ve çocuk yetiştirme ile ilgili meselelerde kadınlar-erkekler ile kız-erkek çocukları arasındaki eşitliğin geliştirilmesi konularındaki rol ve sorumluluklarını kabullenmeleri için eğitilmeleri;
f.         HIV/AIDS’in feminizasyonunun temel ve altı çizilmesi gereken sebeplerinin belirtilmesi; ve HIV/AIDS'e yakalanmış, HIV/AIDS’ten etkilenmiş kız çocuklarına destekleyici ve topluma kazandırıcı çevrenin sağlanması için, uygun danışmanlık ve psikolojik destek sağlayacak, okula kaydolmalarını ve sığınma evleri ile beslenme, sağlık ve sosyal hizmetlere eşit erişimlerini temin edecek uygun tedbirlerin yanında HIV taşıyıcılığı ve ya AIDS hastalığı sebebiyle damgalanmayı, ayrımcılığı, şiddeti, sömürüyü ve su istimali azaltmaya yönelik etkili tedbirlerin alınması,
g.       Küresel HIV/AIDS salgını bağlamında, hane sorumluluğunu üstlenen kız çocuklarının korunma, mali kaynaklara erişim, HIV/AIDS tedavisi de dahil olmak üzere sağlık ve destek hizmetlerine erişim, ve eğitime devam etme fırsatı gibi ihtiyaçlarının belirlenmesi ve bu ihtiyaçların karşılanması, yetimlere ve korumasız çocuklara özel ilgi gösterilmesi; kadınların ve kız çocuklarının kronik hastaların bakımı konusunda üstlendikleri eşitsiz yükü hafifletmek için erkeklerin evde hasta bakımı konusundaki sorumluluklarının arttırılması;
h.       Önleme, tedavi, bakım ve desteğe erişimi engelleyen tüm yasal, düzenleyici, ticari ve diğer engelleri ortadan kaldırmak için global çabaları arttırmak; yeterli kaynakları tahsisi etmek,
i.         Antiretroviral ilaçların, özellikle ikinci nesil ilaçların, kız çocuklarının erişimine uygun hale gelecek şekilde fiyatlarının düşürülmesi için ikili ve özel sektör girişimleri ile devletlerin gönüllü olarak sosyal kalkınmaya kaynak aktarımıyla ilgili yenilikçi finansman mekanizmaları sağlamaları adına girişimlerinin- ki bunlara ilaçların gelişmekte olan ülkelere makul fiyatlardan sürdürülebilir ve tahmin edilebilir bir temele dayanarak sağlanması da dahil desteklenmesi;
3-B:M:GENEL TAVSİYE NO:15 (9.Oturum,1990)
AIDS'ın kontrolü ve önlenmesi için ulusal stratejilerde kadınlara yönelik ayrımcılıktan kaçınmak
Kadınlara Yönelik Ayrımcılığa Karşı Komite,
AIDS hakkındaki global endişe ve bunun kadın hakları uygulamasındaki hakimiyetinin potansiyel etkileri hakkında dikkatine sunulan bilgiyi gözönüne alarak,
Dünya Sağlık Organizasyonu ve diğer Birleşmiş Milletler Organizasyonları, HIV'le ilgili kişi ve kuruluşlarca hazırlanan rapor ve dokümanlar, özellikle kadınlarda AIDS'ın yaygınlaşmasının kadınların statüsü üzerindeki sonuçları hakkında komisyon genel sekreterliği notu, 1989 yılı 26-28 Haziran'da toplanan İnsan Hakları ve Uluslararası Konsorsiyumu Final Dokümanı dikkate alınarak,
AIDS'li insanlar ve HIV enfeksiyonlu kişilerle ilgili ayrımcılıktan kaçınma hakkında1988 13 Mayıs tarihli Dünya Sağlık Asamblesi önergesi,1989 yılı 2 Mart tarihli, sağlık alanında ayrımcılığa karşı İnsan Hakları Komisyonu 1989/11 önergesi ve özellikle 1989 yılı 30 Kasım tarihli AIDS, Çocuklar ve Kadınlara ilişkin Paris Bildirgesi dikkate alınarak,
Dünya Sağlık Örgütü'nün 1 Aralık 1990 yılı Dünya AIDS gününün konusunu Kadın ve AIDS olarak ilan ettiğini dikkate alarak,
Şunu tavsiye eder;

a)Taraf devletlerin, özellikle kadınlar ve çocuklar ve AIDS'ın üzerlerindeki etkileri, HIV enfeksiyonu ve AIDS riski hakkında kamuoyunun farkındalığını arttıracak bilginin yaygınlaşmasında çabalarının yoğunlaşması,
b) AIDS'le mücadele programları kadın ve çocukların hakları ve ihtiyaçlarına ve özellikle onları HIV enfeksiyonuna açık hale getiren bazı toplumlarda kadını ikinci sınıf pozisyonunu tekrar etmesiyle ilgili faktörlere özel dikkat gösterilmesi,
c) Taraf devletler kadınların temel sağlık korumasına aktif katılımını sağlar ve HIV enfeksiyonunu önlemede, sağlık çalışanları, eğitimciler gibi kadınların da rolünü geliştirecek önlemler alır.
d) Tüm taraf devletler raporlarında Anlaşmanın 12. Maddesi bağlamında kadınların içinde bulunduğu durum üzerine AIDS'ın etkileri, hastalığa yakalanmış kadınların iaşe ihtiyaçlarına ilişkin çalışmalar ve AIDS'li kadınlara yönelik açık ayrımcılığın önlenmesi faaliyetleri hakkında bilgiye yer verirler(6)
5.5.2.     HIV/AIDS ve ÇOCUKLAR

Unicef ‘in  "Dünya Çocuklarının Durumu 2002 raporunda" yer alan 2000 yılını esas alan verilere göre;· Tüm dünyada, 15 yaş altında tahminen 1.4 milyon çocuk HIVvirüsü taşımakta, kimi yörelerde, kızlar arasındaki HIV enfeksiyon oranları erkeklere oranla 5 beş kat fazladır,
Salgının başlamasından bu yana, 15 yaşın altında 4.3 milyon çocuk AIDS yüzünden ölmüştür,
2003 yılının sonuna gelindiğinde 93 gelişmekte olan ülkede 0-17 yaşlarında 143 milyon öksüz bulunuyordu (annelerini, babalarını ya da her ikisini birden herhangi bir nedenle yitirenler). Yalnızca 2003 yılında 16 milyonu aşkın çocuk öksüz kalmıştır.

Tüm dünyada AIDS yüzünden öksüz kalanların sayısı yalnızca iki yıl içinde (2001 - 2003)1.5 milyondan 15 milyona çıkmıştır.

HIV/AIDS’in çocuklar üzerindeki etkisi

AIDS çocukların haklarını ve esenliklerini dinamitliyor
Salgının en acımasız sonuçları, bu yüzden öksüz ve savunmasız kalan çocuk sayısındaki büyük artışta görülmektedir. Milyonlarca çocuk anasız babasız büyümektedir. Daha milyonlarcası ise hasta ve ölümün eşiğindeki yakınlarıyla yaşamaktadır. 2003 yılında dünyada 2.5 milyon AIDS’li çocuk yaşamaktaydı.

AIDS çocuk yaşamını ve gelişimini tehdit ediyor
Ana babaların AIDS nedeniyle hastalanmaları ve ölmeleri bebekleri, çocukları ve ergenleri farklı biçimlerde etkilemektedir. Kimsesiz kalan çocuklara bakım ve destek sağlamaya yönelik çabalar bu ayrı dönemleri ve her birine özgü gereksinimleri dikkate almak zorundadır.

Aile çocuğun istismar ve sömürüden korunmasında ilk savunma hattıdır
HIV enfeksiyonu taşıyan ana babaları yaşatmak için her tür çaba harcanmalı, çocuklarını koruyup onlara bakabilmeleri için bu ana babalara gerekli destek sağlanmalıdır. Kimsesiz kalan çocukların okula gidebilmelerinin; barınma, beslenme, sağlık ve diğer sosyal hizmetlerden başka çocuklarla eşitlik temelinde yararlanabilmelerinin sağlanması çok önemlidir.

HIV/AIDS Yüzünden Kimsesiz ya da Güç Durumda Kalan Çocuklar
Çocukların HIV/AIDS’den zarar görmeleri için kendilerinin bu hastalığa yakalanmış olmaları gerekmez. Bu hastalık, ana babadan herhangi biri ya da her ikisine bulaşarak bir eve girdiğinde, evdeki çocukların yaşamları alt üst olur.

İstatistikler gerçekten çarpıcıdır: 2003 yılına gelindiğinde 18 yaşından küçük 15 milyon çocuk AIDS yüzünden annesini, babasını ya da her ikisini birden yitirmişti. Bundan yalnızca iki yıl önce ise sayı 11.5 milyondu.

Gerçekleşmeyen haklar çocukluğun yitirilmesine yol açıyor
Ne kadar ürkütücü görünseler de, aslında bu rakamlar HIV/AIDS’in çocuklara nelere mal olduğunu, yaşamlarını nasıl olumsuz biçimde etkilediğini tam yansıtmamaktadır. Örneğin, bu virüsün çocukların haklarını nasıl ellerinden aldığını anlatmamaktadır

Doğumdan sonraki ilk yıllarda bir annenin ya da bakacak bir kimsenin olmaması, çocuğun yeterli bakım, sanitasyon ve beslenme gibi temel gereksinimlerinin karşılanmaması anlamına gelir. Bu yoksunluk, çocukların yaşama haklarını tehdit eder. HIV/AIDS, çocukları bir aile ortamında yaşama hakkından da yoksun bırakır. Oysa aile ortamı, çocuğun olumlu bir kimlik geliştirmesi ve öz saygısını oluşturması açısından çok önemlidir. Hastalık, çocukların kurumlara yerleştirilmesi, sokaklarda yaşamak zorunda kalması ya da küçük yaşlarda çalışmaya başlaması olasılıklarını da artırır.

Çocuklara bakan kişilerin ölümü, HIV/AIDSyüzünden damgalanmayla eşleştiğinde çocuklara karşı ayrımcılık da devreye girebilir ve böylece çocuklar bakım ve desteğe en fazla muhtaç oldukları bir dönemde başkalarından yalıtık duruma düşebilirler. HIV/AIDSyüzünden kimsesiz kalan ve güç duruma düşen çocuklar genellikle şiddete, istismara ve sömürüye maruz kalmaktadırlar.  

Üstelik, bu çocuklara yönelik birtakım yanlış varsayımlar da gündemdedir; örneğin çocukların kendilerinin de enfeksiyonlu olacağı gibi.

Büyükleri hastalandığında ya da öldüğünde çocuğun eğitim hakkı da tehlikeye düşer. Çünkü bu durumda çocuklar okullarından başka işlerle uğraşmak, geri kalan aile üyelerine bakmak için yetişkin rolü üstlenmek zorunda kalacaklardır. Hastalığın aileler üzerindeki etkisi, herhangi bir aile üyesi ölmeden önce de kendini göstermektedir. Çünkü, bu hastalığa yakalanan bir yetişkinin işinde çalışması mümkün olmayabilmektedir. Zimbabwe’nin doğusunda yapılan bir araştırmaya göre, hastalık yüzünden önemli gelir ve sermaye kayıpları meydana gelmektedir. Tedavi ve sonunda cenaze masrafları derken, bu ailelerin zaten sınırlı olan gelirleri büsbütün yetersiz kalmaktadır. Gene aynı araştırmaya göre, hastalık yüzünden yapılan masraflar ve uğranılan kayıplar ülkedeki ortalama kişi başına gelirin yarısına ulaşmaktadır. Bu maddi sınırlılıklar nedeniyle, başta kızlar olmak üzere aileleri HIV/AIDS’den etkilenen çok sayıda çocuk hasta yakınlarına bakmak için okullarını bırakmakta, tehlikeli işlere yönelmekte ve çeşitli yönlerden sömürüye açık duruma gelmektedir.

Ailelerine destek olmak için çalışmak zorunda kalan çocuklar bu yüzden yalnızca eğitimlerinden değil, dinlenme, eğlenme ve oyun oynama haklarından da yoksun kalmaktadırlar. Kendi topluluklarındaki gündelik yaşama, dinsel ve kültürel etkinliklere ve sportif faaliyetlere katılma böylece olanaksızlaşmaktadır. Bütün bu hakların yitirilmesi ise, HIV/AIDSyüzünden kimsesiz ya da güç durumda kalan çocukların aynı zamanda çocukluk dönemlerini de yitirmeleri anlamına gelmektedir.

Giderek daha çok sayıda çocuk hane reisliğini üstlenmek zorunda kalıyor
Çocukların ve ergenlerin hasta büyüklerine ya da küçük kardeşlerine bakmak zorunda kaldıkları durumlara sıkça rastlanmaktadır. Başında fiilen bir çocuğun yer aldığı hanelerin oranı henüz azdır -- birçok ülkede yüzde 1’in altında -- Ancak, bu oran sorunun büyüklüğünü gizlemektedir. Örneğin, bir ailenin başındaki yetişkin hastaysa, kağıt üzerinde bu hasta kişi gene hanenin başında görünmesine karşın aileye bakma yükü fiilen çocuklara geçmiş olabilir. Bunun gibi, çocukların bakımının büyük anneler ve babalar tarafından üstlenildiği durumlarda da, bu çocuklar kaldıkları yerin geçimi için çalışmak zorunda kalabilirler.

Bir evi idare etmek eğitimi kaçınılmaz olarak aksatır
Bu işlerin yüklenilmesi, birçok durumda çocukların okullarını bırakmalarıyla sonuçlanır. Eğitimi bırakmak ise, çocukların kendileri ve aileleri için iyi bir gelecek kurma şanslarını azalttığı gibi, onları HIV enfeksiyonundan nasıl korunulacağı, AIDS durumunda nasıl bir tedavi gerektiği gibi çoğu kez yaşamsal önem taşıyabilen bilgilerden de yoksun bırakır.

HIV/AIDS çocukları haklarından yoksun bırakmakta ve çocuk yoksulluğunu daha da derinleştirmektedir
Anne ya da babasını yitiren çocuğun yaşamı bu durumdan, duygusal esenlik, fiziksel güvenlik, zihinsel gelişme ve genel anlamda sağlık dahil olmak üzere her yönüyle etkilenir. Örneğin AIDS’in etkilediği bir ailede gıda tüketimi yüzde 40 kadar azalabilir ve bu durum çocukların yetersiz beslenme ve gelişim yetersizliği risklerini artırır.

Ülkelerce alınan önlemler:
2003 yılı sonunda salgının yaygın olduğu ülkelerden yalnızca 17’sinde öksüz ve güç durumdaki çocukları kollamak üzere izlenecek stratejileri belirleyen ve kaynak tahsisini buna göre yapan ulusal politikalar uygulanmaktadır.

HIV / AIDS için Küresel Kampanya Hedefleri

·      Anneden çocuğuna HIV geçmesinin önlenmesi
·      2010 yılına kadar, kadınların yüzde 80’ine gereksinimlerine uygun hizmetlerin sağlanması
·      Pediatrik tedavi sağlanması
·      2010 yılına kadar, antiretroviral tedavi veya cotrimaxole ya da her ikisine de gereksinim duyan çocukların  yüzde 80’ine bunların sağlanması
·      Ergenler ve gençler arasındaki enfeksiyonların önlenmesi
·      2010 yılına kadar, tüm dünyada HIV taşıyan genç nüfus oranının yüzde 25 azaltılması
·      HIV/AIDS’ten etkilenen çocukların korunması ve desteklenmesi
·      2010 yılına kadar, en muhtaç durumdaki  çocukların yüzde 80’ine ulaşılması(4)

5.5.2.1.       Türkiye’de durum:

HIV (+) çocuk kavramı ülkemize çok uzak görünürken, yakın zamanlardaki haberler çok yakınımızdan gelmeye başladı. HIV (+) çocuklar vardı ve okula gitmeleri, oyun oynamaları, kısaca aramızda yaşamaları gerekiyordu.

Kan transfüzyonu ile enfekte olmuş çocuklar vardı ve ailelerinin yaşamış olduğu sosyal ve mali koşullar çocukların da kaderi oldu. Bir vakada Sağlık Bakanlığı bulaş tarihinden on yıl sonra tazminata mahkum edildi. Yargılamanın uzun sürmesi AİHM de dava konusu oldu. Çocuk eğitim hayatına kayılmakta sorun yaşadı ve gazetecilerden korkar oldu.

Aile olarak HIV tanısı alanlar işlerinden çıkarıldılar, anne ve çocuk tedavi alamadığı için kaybedildi.

HIV tanısı almış annenin doğum sırasında ve sonrasında yaşamış olduğu ayrımcılıklar bebeğe de yansımakta ve bebeğin yatağına kocaman bir pozitif yazısı ile bebek teşhir edilebilmektedir.

HIV(+) bir anne ya da babaya sahip olmak hamilelik ve doğum sırasında HIV ile enfekte olma dışında da riskler taşımaktadır. Doğum öncesi tedaviler HIV (+) doğan çocuk sayısını azaltsa da, yaşam süresini uzatıp, kalitesini arttırsa da, ailelerinin hastalıkları ve ölümleri nedeniyle HIV binlerce çocuk ve ergeni etkilemektedir. Kendileri HIV(+) olmayan ama HIV(+) aileye sahip çocuklar bunun getirdiği toplumsal sorunların hepsini onlarla birlikte göğüslemek zorunda kalmaktadır. Virüs taşımasalar bile, aileleri nedeniyle HIV(+) çocukların yaşadığı soyutlamayı ve onun getirdiği ruhsal sorunları yaşamak zorunda kalmaktadırlar.

Cinsel ilişki yaşının gittikçe küçüldüğü bir ülkede, ergenlerin yeterli cinsel bilgi donanımına sahip olamadıkları da düşünüldüğünde HIV/AIDS hastalığının bu grup içinde yayılım riskinin büyüklüğü anlaşılabilir. Aynı zamanda madde kullanımının da ergen grubundaki artış riski daha çok arttırmaktadır. Cinsel ilişki kurmanın yoğun ve kontrolsüz olduğu ergenlik döneminde AIDS hastalığının artması, yaygınlaşmayı arttıracaktır. Yapılan çalışmalar bu yaş grubunun sonuçları birlikte oldukları kişilerden saklama eğiliminde olduklarını göstermiştir. Benzer şekilde madde kullanımı sırasında enjektör paylaşımı da daha fazladır. Bu nedenlerle ergenlerin bedenleri, cinsellik, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve korunma için eğitilmeleri çok önemlidir.

Türkiye’de nüfusun yaklaşık yarısı 25 yaşın altındadır ve HIV/AIDS’in saldırgan etkilerine çok açık olan adölesan yaş grubunun (10-19 yaş) oranı yüzde 18,5’dir. Resmi olarak rapor edilen HIV/AIDS vakalarının büyük bir çoğunluğu 15 – 39 yaş grubunda kümelenmektedir. Bu, infekte bireylerin üçte ikisinin virüsle 20’li yaşlarında temas ettikleri anlamına gelmektedir. Rapor edilen vakaların arasında, heteroseksüel cinsel temas ana bulaşma yoludur. HIV pozitif vakalarının cinsiyete göre dağılımı, erkekler ve kadınlar arasında bir denge oluşacak şekilde değişmeye başlamıştır. 15 – 19 yaş grubunda HIV ile infekte çocukların üçte ikisini kızlar oluşturmaktadır.

2003 yılı verilerine göre 1985-2003 yılları arasında 0-14 yaş grubunda HIV virüsü taşıyan ya da AIDS hastalığına yakalanan otuz iki vaka bildirilmiştir. 2005 yılı Sağlık Bakanlığı’nın istatistiklerine göre Ekim,1985 – Haziran, 2006 tarihleri arasındaki dönemde 15 yaşın altındaki HIV pozitif çocukların toplam sayısı 51; 15–19 yaş arasındaki HIV pozitif çocukların toplam sayısı 59; HIV enfeksiyonunun anneden çocuğa bulaştığı vakaların toplamı ise 41 olmuştur.

Birleşmiş Milletler Türkiye Temsilciliği çatısı altında, HIV virüsünün Türkiye’de yayılımının engellenmesi ve HIV/AIDSsorunuyla mücadele konusunda ciddi çalışmalar içinde bulunan Birleşmiş Milletler AIDS Çalışma Grubu,  kamuoyunda sıkça tartışılan, HIV taşıyıcısı bir çocuğun diğer çocuklarla birlikte okula devamı konusunda çıkan haberleri nedeni ile BM Türkiye temsilciliği tarafından bir açıklama yapılma gereği hissedilmiştir:

Bu açıklamada HIV/AİDS ve bulaşma yolları ile sosyal boyuta dikkat çekilmiş ve HIV virüsü taşıyıcısı ya da AIDS hastası olan kişilerin isim ve görüntülerinin, basın ve yayın organlarında açıkça belirtilmesinin yol açabileceği çok ciddi sakıncalarına da dikkat edilmesi gerektiği bildirilmiştir.

Açıklamada HIV taşıyıcısı kişilerin toplum tarafından damgalanması ve bir ayrıma tabii tutulması, bu kişilerin temel kişisel haklarına, (uluslararası düzeyde kabul edilmiş bulunan ve Türkiye’nin de taraf olduğu evrensel insan haklarına, çocuk haklarına ve hasta haklarına) ciddi zararlar verebileceği gibi, bu virüsün yayılmasına karşı verilen mücadeleyi zayıflatıcı ve engelleyici bir yaklaşım olduğu vurgulanmıştır.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB), HIV virüsü taşıyan çocukların diğer akranlarıyla birlikte normal öğretime devam etmesi şeklindeki yaklaşımı, dünyadaki örnekler de dikkate alarak doğru bulunmakta ve Birleşmiş Milletler tarafından hem Türkiye’de hem tüm dünyada desteklendiği açıklanmıştır.

5.5.3.     SUÇ SAYILAN CİNSEL AMAÇLI DAVRANIŞLAR

Cinsel amaç içeren ve bazı koşullarda gerçekleştiğinde suç olarak nitelenen davranışlar Türk Ceza Yasasında “Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar” başlıklı bölümde yer almaktadır. Bu bölümde yer alan Yasa maddeleri;
                
TCY Madde 102: (Bu madde cinsel saldırı ile ilgilidir.)
1.        Cinsel davranışlarla bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlal eden kişi, mağdurun şikayeti üzerine iki yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
2.        Fiilin vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle işlenmesi durumunda yedi yıldan on iki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Bu fiilin eşe karşı işlenmesi halinde, soruşturma ve kovuşturma yapılması mağdurun şikayetine bağlıdır.
3.        Suçun beden ve ruh bakımından kendini savunamayacak kişiye karşı, kamu görevlisinin veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle, üçüncü derece dahil kan ve kayın hısımlığı ilişkisi içinde bulunan bir kişiye karşı, silahla veya birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilen cezalar yarı oranında arttırılır.
4.        Suçun işlenmesi sırasında mağdurun direncinin kırılmasını sağlayacak ölçünün ötesinde şiddet kullanılması durumunda kişi ayrıca kasten yaralama suçuyla cezalandırılır.
5.        Suçun sonucunda mağdurun beden ve ruh sağlığının bozulması halinde on yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.
6.      Suç sonucu mağdurun bitkisel hayata girmesi veya ölümü halinde ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir.
           
Bu madde cinsel saldırılarda verilecek ceza ve cezayı ağırlaştırıcı koşullardan bahsetmektedir. Eski ceza yasasında yer alan ırza geçme veya ırza tasaddi tanımlamaları kaldırılmış, yerine genel anlamda cinsel saldırı ifadesi kullanılmıştır. Eylemlerin yaş küçüklüğünü kullanarak, zor kullanarak, silahla, vs. işlenmesi halinde, veya eylem sonucunda kalıcı sakatlıklar ya da ölüm gerçekleşirse cezanın arttırılacağı belirtilmektedir. Bu madde bağlamında adli görev yapan hekimlere cinsel saldırının objektif bulgularının yanında, cezayı ağırlaştırıcı faktörler açısından da araştırma yapma sorumluluğu getirilmektedir.

TCY Madde 103: (Bu madde çocukların cinsel istismarı ile ilgilidir.)
1.        Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismar deyiminden; a)Onbeş yaşını doldurmamış veya tamamlamış olmakla birlikte eylemin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış, b)Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar anlaşılır.
2.        Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleşmesi durumunda sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasın hükmolunur.
3.        Cinsel istismarın üstsoy, ikinci veya üçüncü derecede kan hısmı, üvey baba, evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, sağlık hizmeti veren veya koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer kişiler tarafından ya da hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle veya birden fazla kişi tarafından birlikte gerçekleştirilmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında arttırılır.
4.        Cinsel istismarın birinci fıkranın a bendindeki çocuklara karşı cebir veya tehdit kullanılmak suretiyle gerçekleştirilmesi halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında arttırılır.
5.        Cinsel istismar için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine neden olması halinde, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.
6.        Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması halinde, onbeş yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.
7.        Suçun mağdurunun bitkisel hayata girmesine veya ölümüne neden olması durumunda, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.

TCY Madde 104: (Bu madde reşit olmayanla cinsel ilişki ile ilgilidir.)
1.        Cebir, tehdit ve hile olmaksızın, onbeş yaşını bitirmiş olan çocukla cinsel ilişkide bulunan kişi, şikayet üzerine altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
2.        Fail mağdurdan beş yaştan daha büyük ise şikayet koşulu aranmaksızın cezası iki kat arttırılır.

 TCY Madde 105: (Bu madde cinsel taciz ile ilgilidir.)
1.        Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında, mağdurun şikayeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına veya adli para cezasına hükmolunur.
2.        Bu fiiller, hiyerarşi veya hizmet ilişkisinden kaynaklanan nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle ya da aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan yararlanılarak işlendiği takdirde, yukarıdaki fıkraya göre verilecek ceza yarı oranında arttırılır. Bu fiil nedeniyle mağdur işi terk etmek mecburiyetinde kalmış ise, verilecek ceza bir yıldan az olamaz.



Kadının mağduru olduğu bir suç nedeniyle gebe kalması durumunda TCY’de çocuk düşürme ile ilgili maddeler geçerlidir;
TCY Madde 99/(6): Kadının mağduru olduğu bir suç sonucu gebe kalması hâlinde, süresi yirmi haftadan fazla olmamak ve kadının rızası olmak koşuluyla, gebeliği sona erdirene ceza verilmez. Ancak, bunun için gebeliğin uzman hekimler tarafından hastane ortamında sona erdirilmesi gerekir.

Cinsel saldırıya uğradığını iddia ederek adli tıbbi muayene amacıyla gönderilen olgularda dikkat edilmesi gereken konular:
1.      Mağdurun kimliğinin saptanması ve biyolojik yaşının değerlendirilmesi.
2.      Gerçekleştiği iddia edilen cinsel amaçlı davranışa ait bulguların araştırılması.
3.        Eylemde zor kullanma bulguları varsa değerlendirilmesi, travmatik lezyonların kaydedilmesi.
4.        Eylemin önemli ve objektif bulgusu olabilecek laboratuar araştırmalarının zamanında yapılabilmesi için, eylem, muayene ve örnekleme arasındaki intervalin saptanması.
5.      Mağdurun ruhsal değerlendirilmesinin yapılması.
6.        Yaş küçüklüğü veya diğer nedenlerle mağdurun direnç gücünün olup olmadığının araştırılması.
7.      Eylemi gerçekleştiren kişi veya kişilerin kimliklerinin saptanmasına yönelik araştırmaların yapılması, bu amaçla biyolojik materyal toplamaya yönelik örneklerin alınması.
8.      Cinsel ilişki sonrası gebelikten korunma yöntemlerinin uygulanmasının yaygınlaştırılması gereklidir.

Mağdurun muayene aşamaları:
1-Anamnez alma: Genel beden ve jinekolojik muayene öncesinde bilinmesi gerekenler göz önünde bulundurularak doğru bilgileri almaya yönelik olumlu ortam hazırlanır. Muayene ve örnekleme amaçları ile muayenede yapılacaklar açıklanır, mağdurun güven duyması sağlanır.
2-Giysilerin incelenmesi:Mağdurun olay sırasında üzerinde bulunan giysi ve çamaşırlar biyolojik kalıntıların varlığı yönünden araştırılır ve laboratuarlara gönderilmek üzere örneklenir.
3-Genel fizik muayene: Tüm beden ve sistemler travmatik lezyon veya bulguların varlığının saptanması amacıyla gözden geçirilir. (Kadının muayenesi, istemi halinde ve  olanaklar elverdiğinde bir kadın hekim tarafından yapılır(CMK 77).
4-Jinekolojik ve anal muayene: Perine, dış genital organlar, himen ve anal bölge travmatik değişiklikler yönüyle araştırılır. (yeni TCK 287. maddesinin genital muayene başlığı ile düzenlendiği görülmektedir. Bu maddede; yetkili hakim ve savcı kararı olmaksızın, kişiyi genital muayeneye gönderen veya bu muayeneyi yapan kişi hakkında 3 aydan 1 yıla hapis cezası öngörülmektedir.) Bu maddenin yasa içerisinde yer almasının en önemli nedeni geçmiş yıllarda, anne-baba, okul ve yurt müdürlerince, kız öğrencilerin bekaret kontrolü adı altında muayeneye gönderilmesi ve hekimlerce de zaman zaman bu amaçlı muayenelerin yapılmasıdır. Bu kişiler böyle bir muayene talebine yetkili olmadıkları gibi, hekimlerin de bu olguları muayene ederek düzenledikleri raporları bu kişilere göndermeleri hukuka uygun değildir. Çünkü, suç duyurusu ya da iddiasının bildirileceği makam kolluk kuvvetleri olup suçun araştırılması ve delillerin toplanması Cumhuriyet Savcıları ve Mahkemelerin yetkisindedir. Bunun yanı sıra, kişilerin bedeni ile ilgili edinilen bilgiler gizli kalması gereken bilgilerdir. Bu konuda yaşanan sıkıntılar nedeniyle, yeni TCK 287. maddesinin düzenlendiği görülmektedir. Bu maddede; yetkili hakim ve savcı kararı olmaksızın, kişiyi genital muayeneye gönderen veya bu muayeneyi yapan kişi hakkında 3 aydan 1 yıla hapis cezası öngörülmektedir. Bulaşıcı hastalıklar dolayısıyla kamu sağlığını korumak amacıyla kanun ve tüzüklerde öngörülen hükümlere uygun olarak yapılan muayeneler bu kapsam dışında tutulmuştur.
5-Laboratuar araştırmaları için örnekleme: Özellikle ejakulat sıvısının varlığının araştırılmasına yönelik örnekler alınır. (Tıbbî muayenenin yapılabilmesi veya vücuttan örnekler alınabilmesi için; müdahalenin, kişinin sağlığına zarar verme tehlikesinin bulunmaması gerekir. Üst sınırı iki yıldan daha az hapis cezasını gerektiren suçlarda kişi üzerinde beden muayenesi yapılamaz; kişiden kan, saç, tükürük, tırnak, cinsel salgı gibi örnek alınamaz(CMK 75).) (Bir suça ilişkin delil elde etmek için, şüpheli veya sanığın bedeninin tıbbî muayenesine ya da vücudundan kan veya cinsel salgı gibi örnekler alınmasına, Cumhuriyet savcısı veya mağdurun istemiyle ya da re'sen hâkim veya mahkeme tarafından karar verilebilir. Bu müdahaleler ancak hekim tarafından veya hekim gözetiminde sağlık mesleği mensubu diğer bir kişi tarafından yapılabilir. Şüpheli veya sanığın vücudundan saç, tükürük ve tırnak gibi örnekler alınabilmesine Cumhuriyet savcısı da karar verebilir. Cumhuriyet savcısının kararı, yirmidört saat içinde hâkim veya mahkemenin onayına sunulur.) CMK 75. ve 76.ncı maddelerde öngörülen işlemlerle elde edilen örnekler üzerinde, soybağının veya elde edilen bulgunun şüpheli veya sanığa ya da mağdura ait olup olmadığının tespiti için zorunlu olması hâlinde, moleküler genetik incelemeler yapılabilir. Alınan örnekler üzerinde bu amaçlar dışında tespitler yapılmasına yönelik incelemeler yasaktır(CMK 78). Bu bilgiler, kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz süresinin dolması, itirazın reddi veya hükmün kesinleşmesi hallerinde en geç on gün içinde Cumhuriyet savcısının huzurunda yok edilir ve bu husus dosyasında muhafaza edilmek üzere tutanağa geçirilir(CMK 80).
6-Konsültasyon veya sevkmekanizmaları kullanılarak amaçlanan diğer bilgilere ulaşılması ve mağdurun tedavisinin organizasyonu sağlanır.

Eşcinsellik (homoseksüalite) suç sayılan cinsel amaçlı bir davranış mıdır ?
Homoseksüalite, yani eşcinsellik, “Uygun koşullarda, karşı cinsten uygun bireyler karşısında herhangi bir cinsel uyarılma hissetmemek,  karşı cinsle normal cinsel ilişkiyi sürdürme isteği duymamak, buna karşın kendi cinsine yönelik cinsel istek ve haz duymaktır. Homoseksüalite açık ya da gizli olabilir.
Yetişkinde açık eşcinselliği (over homosexuality), gizli (latent) eşcinsellikten ayırt etmek gerekir. Açık eşcinsellikte kişi, eşcinsel duygu ve dürtülerinin bilincindedir. Bu duygu ve dürtülerin doyurulması için kendi cinsiyetinden eş arar ve uygun eş bulunca cinsel eylemlerini gerçekleştirir. Toplumsal yargı ve baskılardan korksa da, bunalsa da bunu bir sorun olarak görse de eşcinsel ilişkiden haz alır. Cinsel yöneliminin nesnesi bellidir. Eşcinsel dürtü duygu ve davranışlar benliğiyle uyumludur.
Çocukluk ve ergenlik çağında eşcinsel dürtü ve eğilimler, hatta deneyimler pek çok kişinin yaşamında var olabilir. Ancak bunlar güçlü değildirler. Ergenlik ve delikanlılık süresinde yavaş yavaş sönerler. Böyle bir durumda eşcinsellik söz konusu değildir.
Gizli (latent) eşcinsellik ise; eşcinsel dürtü ve eğilimlerinin bilincinde olmaksızın, sürekli olarak bu dürtülerin benliği tehdit etmesidir. Benlik bunları kabul edemez, yani bu dürtüler hem bilinçdışında güçlü bir etkinlik taşırlar hem de benliğine yabancıdırlar (egodistonik). Böyle bir durumda kişi bir çatışma içindedir: Bir yanda, bilinçdışı yasak ve kabul edilemeyen dürtü ve eğilimler; öbür yanda benliğin bunları bilinçten uzak tutma, bu dürtülerle savaşma gereksinimi ortaya çıkar. Böyle bir çatışma içinde kalan benlik, kendisini değişik savunma düzenekleri ile savunur. Örneğin, aşırı erkeklik çabaları ya da aşırı eşcinsellik düşmanlığı göstermek gibi. Daha ağır türlerinde kişi, başkaları kendisini eşcinselmiş gibi görecekler korkusu ile eşcinsel olmadığını kanıtlamak istercesine aşırı sert ve agresif davranışlara başvurabilir (yansıtma düzeneği). Paranoid sanrıların oluşunda bilinçdışı eşcinsel ve saldırgan dürtülerin önemli rol oynadığı kabul edilir.
Askerlik, hapis veya uzun deniz yolculukları sırasında bazı yetişkinlerin açık eşcinsel tür davranışta bulunmalarının nedeni, bugün de hayli tartışma konusudur. Bazı yazarlar bunu, tamamen sosyal koşullara bağlı olarak olağan kabul ederken, bazılarına göre bu kişilerde askere veya hapise girmeden önce de bu gibi eğilimlerin varolduğu savunulur. Yapılan araştırmalara göre, II. Dünya Savaşı yıllarında İngiltere ve ABD askerleri arasında bu tip davranışlarda artma görülmemiştir; eşcinsel yaşantısı olan veya eşcinsel eğilim gösterenler zaten savaş öncesi de bu eğilimleri taşıyan kişilerdir.
Eşcinsellik kişinin çocuk olarak kabul edildiği 0-18 yaşın üzerinde, herhangi bir zeka geriliği ya ada akıl hastalığı olmaksızın her iki tarafın rızası ile yasada suç olarak öngörülen koşullar olmaksızın yaşandığında suç niteliği taşımaz. Ancak toplumlar yalnızca çoğunlukta olanı 'normal' kabul etme ve azınlıkta olan tüm grup, kişi ve durumları yok sayma eğilimindedir. Cinsel eş seçiminde yaygın olan heteroseksüalite olduğu için, azınlıkta kalan homoseksüel ve/veya biseksüel yönelimli kişilerin ya eşcinsel yönelimleri görmezden gelinir, heteroseksüel oldukları varsayılır ya da cinsel yönelimleri nedeniyle açıkça dışlanırlar.
Eşcinsellik önceleri birçok ülkenin ceza yasalarında suç kabul edilirdi, ancak 19. yy' ın sonlarında suç olmaktan çıktı. Buna rağmen çeşitli tarihsel dönemlerde ve çeşitli ülkelerde cinsel azınlıklara cezalar uygulandı ve/veya birçok ayrımcılık yapıldı. Bunlar arasında işten atma, sosyal ortamlardan dışlama, özel yaşam ihlalleri, haksız tutuklama, dayak, işkence, taciz, tecavüz, hapis, para cezası, kırbaçlama ve hatta idam sayılabilir. Eşcinsellik, psikiyatrik tanı sistemlerinde önceleri kişilik bozukluğu, cinsel bozukluk, cinsel yönelim karmaşası olarak kabul edildi. Ancak 1973’te APA  (Amerikan Psikiyatri Birliği)  ve 1990’da WHO (Dünya Sağlık Örgütü)  kararı ile psikiyatrik tanı sınıflamalarından tamamen çıkarıldı.

1978'de kurulan, Uluslararası Lezbiyen ve Gey Birliği'ne (ILGA) üye beş kıtadan, 90 ülkeden toplam 400 grup vardır. Cinsel yönelim ayrımcılığı, 1991'den beri, Uluslararası Af Örgütü'nün tüzüğünde yer almaktadır. Dünya Cinsel Sağlık Birliği'nin (WAS) 1999 Cinsel Haklar Bildirgesi'nde cinsel ayrımcılıktan uzak olmak, temel insan haklarından biri kabul edilir. Konuyu spesifik olarak ele alan ilk uluslararası insan hakları belgesi olan AB temel haklar şartı, cinsel yönelime bağlı ayrımcılığı yasaklar. Ancak cinsel yöneliminden dolayı ayrımcılığa uğramaya karşı çok az ülkede yasal koruma vardır. Ülkemizde de eşcinsellik suç sayılmazken yeni TCK’ da cinsel yönelim ayrımcılığını önlemek için yasal koruma bulunmamaktadır.
Eşcinsel bireyin sistemle ciddi olarak birebir ilk karşılaşması askerlik olgusudur. Çünkü varolan sistem (gerek Avrupa gerekse Türkiye'de) eşcinsellerin askere alınmalarına karşıdır.
TBMM de Milli Savunma Komisyonunda oybirliğiyle alınan kararla alenen "Eşcinsel olanlar askerlik yapamazlar" hükmü kabul edilmiştir. Ancak askeri muayenede kişinin eşcinsel olup olmadığı sorgulanmaz, kişi kendisi eşcinsel olduğunu beyan ederse muayeneye gönderilir. Muayenede kişinin eşcinsel özellikleri taşıyıp taşımadığının araştırılması bilimsel olarak en uygun olanıdır. Ancak pratik uygulamada pasif cinsel ilişkinin pozitif bulgularının aranması gibi bir yöntem izlenir. Bunun da ancak anal bölge bulgularının saptanması ile olabileceği kabul edilir. Oysaki kişi eşcinsel olabilir ancak hiç pasif cinsel ilişkide bulunmamış olabilir. Bu durumda bu kişileri eşcinsel olarak kabul etmemek gerekecektir. Bu da tıbben doğru bir yaklaşım değildir.
Cinsel yönelimini açıklamadan askerlik görevini yapan pek çok eşcinsel de vardır. Bunların pek çoğu bir sorun yaşamadan askerliklerini bitirdiklerini belirtmektedirler. Ancak askeriyede ister heteroseksüel, ister homoseksüel ilişki olsun, her tür cinsel ilişki yasaklanmıştır. Eşcinsel ilişkide yakalanan kişilerin derhal askerlik ile ilişkileri kesilir.
Bunun dışında bazı ülkelerde (Hollanda, Kanada ve Amerika’ da bazı eyaletlerde...) eşcinsellerin evlenmeleri ve birbirlerinin miras haklarından yararlanmaları konusunda yasal düzenlemeler bulunmaktadır.
Cinsel Kimlik Problemleri
Bedensel cinsiyetimiz doğuştan belirlenir. Ancak traseksüalizm ve hermafrodizm de durum biraz farklılaşmaktadır.
Transseksüalizm (Karşıt Cinsellik)
Erkeğin kendisini kadın, kadının kendisini erkek gibi algılaması ve kabul etmesidir. Bu duygunun çok küçük çocukluk yaşlarında başladığı ileri sürülmektedir ancak kökeni tam aydınlatılmamıştır. Daha 2-3 yaşlarında çocuğun karşı cinsten davranışları benimsediği belirlenen olgular vardır. Kız çocuk kendini bir erkek, erkek çocuk da kız olarak olarak algılar ve giderek konuşması, yürümesi, devinimleri, düşünce ve duyguları, yani bütün benliğiyle karşı cins gibi yetişir.  Biyolojik yapısıyla tam tersidir. Plastik cerrahlara cinselliğini değiştirmek için başvuran kişilerden çok az bir kesimi gerçek transseksüel olabilir. Bunların arasında şizofrenikler yada farklı zihinsel bozukluklar olabilir.
Bu nedenle ameliyat kararın derinliğine bir kişilik incelemesi yapmadan vermemek gerekir. Ayrıca ameliyat kararı vermeden önce en az iki yıl benimsemiş oldukları cinselliğe uygun yaşamaları, sorumluluk alabilmeleri de beklenmelidir. Örneğin erkek olduğunu kabul eden ve ameliyat olmak isteyen bir dişi biyolojik yapısı olan bir kişinin, hiç olmazsa birkaç yıl erkek gibi giyinmesi, erkeksi işler görmesi, sorumluluklar alması, ameliyat için bir koşul olarak ortaya konulmaktadır. Bugün için resmi kurumlarda cinsiyet değişim operasyonu öncesinde ameliyata izin veren psikiyatrik sağlık kurul raporu istenmektedir. Kişinin doğurganlık özelliğinin bulunup bulunmamasının da ameliyat kararında rol oynaması hekimler arasında tartışmalara yol açmaktadır.
Ameliyat sonrası yeni kimliğin alınabilmesi için kişinin adli tıbbi muayeneden geçerek, ameliyat başarısı, ameliyat sonrası yeni kimliğine hem bedensel, hem de ruhsal olarak uyum sağlayıp sağlayamayacağının değerlendirilmesinin yapılması ve bu konuda alınacak kurul kararı gerekmektedir.
Hermafrodizm (İntersex) de ise olay tamamen farklılık göstermektedir. Bunlarda biyolojik yapıda bozukluk ve doğuştan anormallik vardır. Örneğin kız çocukta penise benzer iri bir klitoris, fakat aynı zamanda öbür kadına özgü cinsel organları az gelişmiş yada gelişmiş olarak bulunur. Ama, aile erkektir diyerek bir yanılgı ile çocuğu erkek olarak yetiştirebilir. Böyle bir çocuğu büyüdükten sonra ameliyat etmek çok örseleyici olabilir. Bu nedenle, interseks vakalarında erken tanı konması ve erken ameliyat yapılması nerdeyse bir zorunluluktur. Çocuğun henüz kimlik bilgisi yerleşmeden, iki yaşından önce ameliyat edilmesi uygun olur.
5.5.4.     ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİ ve MAHREMİYET
Uluslararası sözleşmeler ve diğer belgeler özel hayatın gizliliği hakkını korumaya almış olsa da bazı durumlarda bireylerin özel hayatlarının gizliliğine müdahale yasalarca öngörülmektedir.

Uluslararası belgelerin ve yasaların koruduğu özel hayatın gizliliği hakkı sağlık hizmetleri sürecinde de bireylere tanınmıştır. Ancak sağlık hizmetlerinde de bu hakkın sınırlanabildiği görülmektedir. Türkiye’de genel sağlık ve suç işlenmesi gibi durumlarda bireylerin özel hayatının gizliliği hakkının sınırlanabileceği öngörülmektedir. Bulaşıcı hastalıkların bildirimi, zorla tedavisi gibi uygulamalar ile suçun bildirim zorunluluğu gibi konular HIV’le yaşayanlar açısından etik ve yasal sorunları gündeme getirmektedir.

Türkiye’de Türk Ceza Kanunu’nun (TCK/2004) 134. maddesinde “özel hayatın gizliliğini ihlal” başlığı altında; özel hayatın gizliliğini ihlal suçunu düzenlemektedir. Maddenin birinci fıkrasında, başkalarının gizli alanına girerek veya başka suretle başkaları tarafından görülmesi, mümkün olamayan bir özel yaşam olayının saptanması, kaydedilmesi ve bu kayıtların yarar sağlamak amacıyla kullanılması da cezalandırılmaktadır. Maddede, kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlali suç olarak tarif edilmekte, bu suçu işleyen kişiye altı aydan iki yıla kadar hapis cezası öngörülmektedir. Suçun nasıl işleneceği konusunda sınırlama bulunmamakla beraber, madde metninden kişilerin özel hayatı ile ilgili bilgilerin kayda alınmasının, bu suçun oluşması için yeterli olduğu anlaşılmaktadır. Aynı maddenin ikinci fıkrasında da suçun, görüntü veya seslerin kayda alınması şeklinde işlenmesi halinde, cezanın alt sınırının 1 yıldan aşağı olmayacağı, fiilin basın veya ve yayın yoluyla işlenmesi halinde cezanın ağırlaştırılacağı belirtilmektedir. Ancak bu suçun oluşması bu fillerle sınırlı değildir. Özel hayatın gizliliğinin herhangi bir şekildeki ihlali bu suçun oluşması için yeterlidir. Örneğin sağlık meslek mensubunun yazılı, sözlü açıklamaları, bu suçun oluşması için yeterli olabilecektir. Önemli olan bu açıklamalar ile hastanın sırrının açıklanmış/özel hayatının gizliliğinin ihlal edilmiş olmasıdır. Sağlık mesleği mensubunun hastanın özel hayatı ile ilgili diğer meslektaşlarına da bilgi vermesi 134. madde kapsamında bir suç oluşturabilir.

Hastanın ses kaydı ve görüntülerin ifşa edilmesi hallerinde cezanın alt sınırı yükseltilecek, bu fiillerin basın ve yayın yoluyla ifşası halinde ceza arttırılacaktır. 137. maddede bu suçun kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetkiyi kötüye kullanarak ya da belli meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanarak işlenmesi halini cezanın arttırım nedeni olarak belirtilmektedir.

136. maddede kişisel verileri hukuka aykırı olarak bir başkasına vermek, yaymak veya ele geçirmek de suç olarak belirlenmiştir. 135. maddenin gerekçesinde kişisel veriler kişiye ait her türlü bilginin kişisel veri olarak kabul edilmesi gerektiği vurgulanmıştır.

TCK/2004 Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler başlığı altında ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenler belirlenmektedir. Buna göre, kanun hükmü veya amirin emri (madde 24), meşru savunma ve zorunluluk hali (madde 25), hakkın kullanılması ve ilgilinin rızası (madde 26) gibi durumlar ceza sorumluluğunu azaltan ya da kaldıran nedenlerdir. Bu çerçevede özel yaşama yönelmiş bir suç bulunması halinde kanunda belirtilen hükme uygun olarak ceza sorumluluğu tamamen kalkar ya da azalır. 
                       
Bir kanun hükmü ile bildirimin zorunlu kılındığı haller genellikle bir suçun işlenmesi ya da genel sağlık konuları ile ilgilidir. Hastanın başkasına veya kendisine ciddi olarak zarar verebileceği bu gibi durumlarda, hekimin yasal açıdan yetkili olanları bilgilendirerek tehlikede olanları korumak adına, hasta sırrının açıklanması etik ve yasal açıdan kabul edilebilir. Toplumun yararını ilgilendiren konularda kanun toplumun yararını bireyin yararından daha üstün tutmaktadır. Kanun öngördüğü bu hallerde hekim hasta ile ilgili bilgileri açıklamak zorundadır.

I.         BULAŞICI HASTALIKLARIN BİLDİRİMİ

Bulaşıcı hastalıkların bildirimi toplum sağlığı ve birey hakları arasındaki dengenin sağlanmasında güçlükler içerir. Bulaşıcı hastalıklar, insanlık tarihinde toplumsal yaşamı etkilemiştir. Bu hastalıklar, toplumun genel sağlığının bozulmasının yanında ayırımcılık, damgalama, gibi sorunları da getirmiştir. Bütün bunlarla beraber bulaşıcı hastalıklarla mücadele sosyal sağlığın korunmasında önemli bir yer tutar. Bu hastalıklarla mücadele, bulaşıcı hastalıkların yayılmaması için önlemler alma, zaman zaman kişileri bazı davranışlarda bulunmaya zorlayacak yasal düzenlemelerin çıkarılmasını gerektirmiştir. Bu düzenlemelerin getirdiği uygulamalar bireylerin mahremiyet hakları açısından etik yasal sorunları da gündeme getirmiştir. 

A.        Yetkili Kurumlara Bildirim

Hastalığın bildirimi daha fazla sayıda kişiye bulaşmaması ve hastalığın toplumdaki ve hatta dünyadaki seyrinin belirlenmesi açısından önemli olabilmektedir. Bu çerçevede yasal düzenlemeler bazı hastalıkların yetkili kurumlara bildirimini zorunlu kılabilmektedir. Ancak bu bildirimlerin bireyler üzerinde ayırımcılık ve damgalamaya neden olmayacak yöntemler ile gerçekleştirilmesi gerekmektedir. 1930 tarihli Umumi Hıfzısıhha Kanunu (UHK) bulaşıcı hastalıklarla mücadele çerçevesinde bulaşıcı bazı hastalıkların bildirimini zorunlu tutmuştur.Örneğin 104. maddede mesleğini yürüten hekimlerin her ay sonunda protokol defterleri kayıtlarına giren hastalardan frengili hastaların isimlerini, yaşlarını, hastalıklarının durumunu, daha önce bir tabip tarafından tedavi edilip edilmediğini Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı’na bildirilmek üzere bulunduğu bölgedeki Sağlık ve Sosyal Yardım Müdürlüğüne yazı ile bildireceği belirtilmektedir. Aynı maddede gizli olarak alınması gereken bu bilgileri ifşa eden memurların cezalandırılacağı hükmü yer almaktadır. Bu hükümle bulaşıcı hastalığın bildirilmesi sırasında hastanın özel yaşamının korunması gereği üzerinde durulmaktadır. Bildirimi zorunlu hastalıklardan olan Frenginin cinsel yolla bulaşan bir hastalık olması nedeniyle bildirimi sırasında hasta ile ilgili bilgilerin açıklanmaması konusu özellikle vurgulanmaktadır. Aynı yasada bildirimi zorunlu olan diğer hastalıkların bildirimi konusunda 104. maddede yer aldığı gibi gizliliğin sağlanması ile ilgili özellikle bir belirti yoktur. Ancak maddenin amacı göz önünde bulundurulduğunda kişilik hakkının korunmasını amaçladığı açıktır. Yasada belirtilen bildirimi zorunlu olan hastalıkların diğer hastalıkların da ilgili kuruma bildirilmesi sırasında hastaya ait bilgilerin gizliliğine özen gösterilmesi gerekir.

B.        Partnere Bilgi Verilmesi

Bulaşıcı hastalıkların bildirimi konusu, tıp uygulamaları açısından değerlendirildiğinde, hastaya ait sırların saklanması ile diğer kişilerin veya toplumun korunmasının öncelik kazanması konusunda klinisyenler ikilem yaşayabilirler. Buradaki ikilem, hekimin hastanın sırrını saklama ödevi ile hekimin diğer kişileri uyarma ödevi arasındaki etik ikilemdir. Bu ikilem özellikle hastanın diğer kişilere zarar verme olasılığının veya durumunun diğer kişileri etkileme olasılığının bulunması durumunda ortaya çıkar. Hastanın eşine veya cinsel partnerine hastalığının bildirilmesi bu ikilemlere örnek oluşturur. Bunun yanı sıra “bildirimi zorunlu hastalıklar” arasında bulunan hastalıkların tanısı hekime hastanın ilgili makamlara bildirimini yasal bir görev olarak yükler. HIV/AIDS gibi damgalanmayı da beraberinde getirebilen hastalıklar ile başkalarına şiddet uygulama ve zarar verme olasılığı olan psikiyatrik sorunların bildiriminde hekimler hastanın sırrının korunması konusunda önemli ikilemlerle karşı karşıya kalırlar.

Hekimin hastanın gizli yaşamına ait bilgiyi açıklama hakkının ya da zorunluluğunun bulunduğu hallerde hekim gizli bilgiyi açıklamadan önce alternatif olabilecek yollarda aramalıdır. Örneğin hastaya ait olan gizli bilgiyi dışarıya açıklamayı hastanın kendisinden isteyebilir. 1996 yılında Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonunun Cenevre’de gerçekleştirdiği “İkinci Uluslararası HIV/AIDS ve İnsan Hakları Toplantısı” sonucu bazı kararlar alınmıştır. Buna göre sağlık personelleri “HIV pozitif bireylerin özgün durumlarını ve mensubu oldukları mesleğin etik ilkelerini göz önüne alarak durumdan HIV pozitif bireylerin eş(ler)ini haberdar etmeye karar verebileceklerdir.”. Hastaya böyle bir imkanın sunulması hastanın gizli yaşamına saygı hakkının sağlanmasına elverişlidir.

Türk Hukukunda HIV’de hastanın partnerine ya da yakınlarına bildirimi zorunlu kılan bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. Bireyin özel yaşamının ihlali anlamına gelen bildirimlerin yapılabilmesi ancak yasal düzenlemenin bulunması ile mümkün olabilir. Kişilik hakkını sınırlayan bir uygulama ancak kanunla öngörülebilir. Yasal açıdan bu konuda açık bir ifade bulunmadığı sürece hastanın hastalığı bulaştırma riski bulunan kimselere bu konuda bilgi verme yetkisi bulunmamaktadır. Ancak durum tıp etiği ilkeleri açısından değerlendirildiğinde hekimin toplumun diğer bireylerini de koruma sorumluluğunun bulunduğu ileri sürülerek bu konuda bir açıklama yapabileceği savunulsa da bu konuda elde edilecek yarar ile hastaya sağlanacak yarar veya hastaya verilecek zarar arasındaki dengenin göz önünde bulundurulması gerekir. Bu çerçevede hasta ile iletişim içerisinde olmak ve onun beklentileri ve taleplerini de değerlendirecek bir yaklaşım içinde bulunmak daha yararlı ve hastaya az zarar verici sonuçlar doğuracaktır. Bu yaklaşım riskli davranışlarda bulunan diğer kişilerinde sağlık hizmetlerinden yararlanmalarını ve aldıkları danışmanlık ve eğitimle riskli davranışları da azaltabilecektir.

C.        Hasta Yakınlarına Bilgi Verilmesi

Hastanın bilgilerinin başkalarına açıklanabilmesine neden olabilecek bazı hükümler de 1960 tarihli Tıbbi Deontoloji Tüzüğü’nde (TDT) ve 1998 tarihli Hasta Hakları Yönetmeliğinde (HHY) bulunmaktadır. bulunmaktadır. Tıp etiği ve deontolojisi açısından ve MK açısından eleştiriye açık olsalar da bu hükümler uygulama alanına sahiptir. Örneğin HHY 15/I’e göre hastanın sağlık durumu ve kendisine uygulanacak müdahalelerle ilgili bilgi alma hakkı vardır. Bu hak hastanın özel yaşamına ve özerkliğine saygının bir sonucu olarak hastaya tanınmıştır. Bununla birlikte, yönetmelikte hastanın bizzat kendisinin bilgilendirilmesinin şart olmadığı bazı haller belirlenmiştir. Yönetmelikte hastanın küçük,  temyiz kudretinden yoksun veya kısıtlıolması hallerinde velisi veya vasisine bilgi verilebileceği hükmü yer alır (Madde 15/II). Bu hükümdeki küçük kavramından ne anlaşılacağı açık değildir. Küçük ifadesinin 18 yaşından küçük her hastayı kapsayacak şekilde kabul edilmesi, birçok hastanın bu hakkının ihlaline neden olabilir. Temyiz kudretine sahip olan ancak 18 yaşını tamamlamamış kişilerin kişilik hakları ile ilgili olan bu haktan mahrum bırakılması mesela 14-17 yaşları arasında olup HIV’le yaşayan bir gencin durumu ile ilgili olarak bir başkasının (yakını, ailesi) bilgilendirilmesi bu maddenin amacına aykırı düşer. Medeni hukukta sınırlı ehliyetsizlik statüsü (temyiz kudreti bulunan küçükler ve kısıtlılardır) olarak kabul edilen bu ara statüde bulunan kişilerin vücut bütünlüğü gibi kendi kişiliklerine sıkı sıkıya bağlı haklar konusunda karar verebilirler. Vücut bütünlüğü kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardandır. Bu kişilerin bu haklarından mahrum bırakılması MK’ya da aykırıdır. Bununla beraber aile hastanın bakımını üstlenmişse ya da yaş küçüklüğü ya da akıl hastalığı gibi nedenlerle hasta bakıma muhtaç ise hastanın izni olmadan ailesine bu bilgiler verilebilmelidir. Burada hastaya sağlanacak yarar hastanın göreceği zarardan çok daha yüksektir. Zarar vermeme ve yararlılık ilkeleri bunu gerektirebilir. Ancak bakımı ailesi tarafından üstlenilmeyen ya da ailesinden ayrı yaşayan mümeyyizlerin hastalıklarının ailelerine bildirilmesi onların iznine bağlı olmalıdır. 
TDT’nin 14/2-3 maddesi ile HHY’nin 19. maddesi teşhisin hastadan saklanabileceği bazı haller yer almaktadır. Bu maddelerde daha çok tanının söylenmesinin hastanın psikolojisi ve dolayısıyla klinik tablosunun daha kötüleşmesi kaygısının duyulduğu durumlarda değerlendirilir. Öncelikle hastanın sağlık durumu konusunda bilgi edinmesi hakkı çerçevesin de etik sorunlara neden olan bu yaklaşımda hastanın özel hayatının gizliliği konusunda da sorunlar çıkabilmektedir. Bu kuralın her hastalık için geçerli olamayacağının vurgulanması gerekir. HIV/AIDS gibi bulaşıcı hastalıklarda hastaya konan tanı konusunda hastanın mutlaka bilgilendirilmesi gerekmektedir. Örneğin HIV/AIDS’te hastalığın başkalarına bulaşma riski bulunduğundan tanının hastaya söylenmemesi söz konusu edilmemelidir. HIV’le yaşayan kişinin durumla ilgili ailesinin haberinin olmamasını açıkça talep etmediği hallerde ailesinin haberdar edilmesi hastanın özerklik ve mahremiyet haklarına aykırıdır. Böyle bir bilginin ancak hastanın isteği ile ailesine bildirilmesi gerekir.
D.        Evlenme Muayeneleri

Medeni Kanun’da nikah işlemlerinin gerçekleştirilebilmesi için “evlenmeye engel hastalığının bulunmadığını gösteren sağlık raporu” talep edilmektedir (madde 136).   Medeni kanun evlenme engelleri arasında akıl hastalığını bir evlenme engeli olarak belirtmiştir. Bunun dışında herhangi bir evlenme engeli oluşturacak hastalıktan söz etmemiştir. Bu bağlamda UHK 123 ve 124 te belirtilen evlenmeye engel hastalıklar ile bunların muayenesi ile ilgili hükümlerin bir geçerliliğinin kalmadığı savunulabilir. 

Bu görüşün kabul edilmediği varsayıldığında da evlenme muayeneleri için başvuran eş adaylarının HIV testine zorlanmasına neden olacak herhangi bir yasal düzenleme bulunmamaktadır. UHK 123 ve 124 te belirtilen evlenmeye engel hastalıklar arasında HIV/AIDS bulunmamaktadır. Bu bağlamda evlenme muayeneleri ile ilgili işlemlerde başvurucuların HIV testine zorlanmasının herhangi bir yasal dayanağı bulunmamaktadır.

08.12. 2001 tarihli ve 24607 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Türk Medeni Kanunu ile 4722 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun, 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra yeni uygulamaya giren kanunun evlenme raporu ile ilgili maddelerinin uygulanmasından doğabilecek anlaşamazlıkların çözümlenmesi ve konu ile ilgili yapılacak mevzuat çalışmalarına temel oluşturmak üzere sağlık bakanlığınca danışma kurulu oluşturulmuş ve kuruldan görüş alınmıştır.

Buna göre evlenmeye engel hastalıklar 123 v 124. maddede sayılan hastalıklardır. Danışma kuruluna göre bu kanunda yer alan bu maddelerin güncel bilgiler ve yeni gereklilikler doğrultusunda değiştirilmesi gerekmektedir. Ancak bu yenilik ve gerekliliklerin evlenmeye engel hastalıkların sayısının arttırılması mı ya da azaltılması yönünde mi olacağı konusunda açık bir ifade bulunmamaktadır. Ancak metinden evlenemeye engel hastalıklar uygulamasının devam etmesi ve gerekirse bu hastalıklara yeni hastalıkların eklenmesi gerektiği anlaşılmaktadır.

Kurul günümüzde hastalıkların geçiş yolları ve tedavileri ile hastalıklardan korunma yolları konusundaki bilgilerin geliştiği, bulaşıcı, genetik geçişli ve kronik hastalıklarla ilgili pek çok riskin en aza indirildiği, bazılarının aşıyla önlenmesinin mümkün olduğu, bazılarının ise kolayca tedavi edilebilir olduğunu vurgulamıştır. Bununla beraber evlilik öncesi sağlık kurumlarına yapılacak başvuruların bulaşıcı hastalıklar ve genetik geçişli hastalıklar konusunda danışmanlık hizmeti verilmesi açısından bir fırsat olduğuna da dikkat çekilmiştir. Yalnızca tedavi edici olmayan önleyici ve koruyucu sağlık hizmetlerini benimseyen bu anlayıştaki yaklaşım tıp etiği ilkleri açısından da yararlılık ve zarar vermeme ilkeleri ile özerklik ilkesi açısından uygun bir yaklaşımdır. Kişileri kendi yaşamları konusunda karar verebilme, sağlık hizmetlerinden rahatça yararlanabilme, kişilerin sağlıklarını koruma ve onları bu konuda önlemler alabilecek duruma getirme açısından önem taşıyan danışmanlık hizmetinin ileri sürülmesi bulaşıcı hastalıklara ve genetik geçişli hastalıkların önlenmesi açısından önem taşımaktadır. Kurulun bu görüşü ve yaklaşımı desteklenmelidir.

Raporda kanun değişikliği ve danışmanlık hizmetlerini tanımlayan bir yasal düzenlemenin hazırlanmasının kısa sürede tamamlanacak çalışmalar olmadığı belirtilerek değişiklik çalışmaları sürdürülürken uygulamayı yönlendirecek ve evleneme ile ilgili sağlık raporu almak üzere yapılan başvurularda yapılacak muayene ve danışmanlık hizmetleri ile gerektiğinde istenecek laboratuar uygulamalarını tanımlayacak bir kılavuz hazırlanması gereği üzerinde de durulmuştur.

Bu süreçte hizmetin aksamaması ve hizmete kolayca ulaşılabilmesi amacıyla bazı önerilerde bulunulurken danışmanlık verilecek eş adaylarının birlikte çağrılması ve UHK’da belirtilen hastalıklardan birinin var olup olmaması konusundaki muayeneye ek olarak AIDS, Hepatit B ve C hastalıkları, ayrıca genetik ve kalıtsal hastalıklar ile ilgili sorgulanmalı ve genel bir muayene yapılmalıdır. İfadesi kullanılmıştır. Burada sorgulanmalı ifadesinin ne anlam taşıdığı açık değildir. Bu ifadeden bu hastalıklar ile ilgili kişilerin teste tabi tutulması gerektiği sonucu çıkarılmamalıdır. Bununla beraber bu şekilde bireyleri testlere zorlayacak bir uygulama ancak kanunla düzenlenebilir. UHK 123 ve 124 dışında kalan hastalıklardan hiçbiri evlenme engeli oluşturamaz. Kanunun saydığı hastalıklar evlenme engeli oluşturduğundan ve talep edilen “rapor evlenmeye engel hastalığı olmadığı” raporu olduğundan evlenme engeli yaratan hastalıklar konusunda tüzükte belirtilen koşullarda test talep edilebilecektir.
Sadece adı geçen hastalıklar konusunda bu çerçevede yapılacak incelemeler şekli anlamda yasal açıdan bir sorun oluşturmamaktadır. Yasa düzeyinde hazırlanmış bir yasal temele dayanılarak bu gibi işlemlerin yapılması sorun yaratmayacaktır. Ancak yasal düzenlemenin ölçülülük ve orantılılık açısından sorgulanması gerekmektedir. Öncelikle ulaşılmaya çalışılan amaç toplumda hastalığın yayılmaması ve evlenecek eş adaylarının sağlığının korunması ise başvuruya gelen kişilerin evlilik öncesi bir beraberlik yaşamış olmaları ve evlilik öncesi cinsel ilişki yaşamış olmaları ihtimali göz ardı edilmiştir. Bu çerçevede hastalığın bulaşmış olma riski her zaman vardır. Bu durumda kişileri talepleri olmadan dolaylı da olsa zorunlu teste göndermenin kişilere ve topluma sağlayacağı herhangi bir yarar olmayacaktır. Bu çerçevede tartışılması gereken bir diğer konu da evlenmeye engel hastalık kavramıdır. Bulaşıcı da olsa bir hastalığı bulunan kişinin evlenmesine engel olmak etik ve hukuk açısından tartışılması gereken bir konudur. Bireyin yaşamında seçim yapma hakkı engellenmiş olmaktadır. Bununla beraber resmi bir şekilde evlenmesinin önüne geçilebilse de bireylerin beraber yaşamlarının önüne geçebilecek herhangi bir engel bulunmamaktadır. Bu durumda da hastalığın bulaşmasının önüne geçilemeyecektir. Amaca ulaşmak açısından elverişli bir yöntem olduğu söylenemez. Bu çerçevede şekli olarak yasal olan bu uygulamaların aslında amaca ulaşmak açısından uygun olmadığı söylenebilir.

Adı geçen diğer hastalıklar konusunda danışmanlık hizmeti verilmesi ve bu konuda başvuran eş adaylarının talebi bulunması halinde test yapılabilmesi mümkün olmalıdır. Yasal olarak eş adaylarını Kanunda yer alan evlenme engeli yaratabilecek hastalıklardan başka bir hastalık için teste zorlamak mümkün değildir. Eş adaylarını teste zorlamak kişilik haklarına yönelik bir sınırlama olduğu için bunun kanunla ve Anayasada yer alan orantılılık ve ölçülülük ilkeleri çerçevesinde hazırlanması gerekir.

E.        Suçun Bildirimi
Sağlık çalışanlarının sağlık hizmeti verdikleri süreçte karşılaştıkları olgunun adli olup olmadığı konusunda bir ayırım yapmak ve adli olgularda yasalar çerçevesinde bildirim yapma yükümlülüğü de bulunmaktadır. Ancak bu bildirimde bulunma yükümü bazı durumlarda sağlık çalışanlarının etik ilkeleri ile çelişebilmektedir.   
TCK/2004’ün 280. maddesinde “Sağlık Mensuplarının Suçu Bildirmesi” ile ilgili hükme yer vermektedir. Bu madde eski yasadaki 530. maddede olduğu gibi sağlık mesleği mensubuna mesleğini yürüttüğü süreçte suç mağdurunun başvurusu halinde suçu bildirme yükümlülüğü getirmektedir. Ancak burada suçlar arasında bir ayırım yapılmadan, her türlü suçun bildirimi zorunluluğu getirilmektedir. 280. maddeye göre sağlık kumruna başvuran kişinin mağdur olması durumunda suç ihbarının yapılması zorunluluğu bulunmaktadır. Madde bu konuda sağlık meslek mensubuna karar verme veya inisiyatif kullanma ya da mağdurun / hastanın talebini öğrenme ve buna uygun davranabilme hakkı tanımamıştır. Örneğin aile içi şiddet gibi sıkça karşılaşılabilecek durumlarda hastanın talebi olmamasına rağmen suçun bildirilmesi zorunluluğu doğmaktadır. Bu konuda bazı sınırlamalara gidilmesi mağdurun taleplerinin de değerlendirilmesi sağlık mesleği mensuplarının bu talepler çerçevesinde hareket edebilme imkanının sağlanması mağdur/hasta açısından daha yararlı sonuçlar sağlayacaktır.

Kamu yararı için hastanın / mağdurun sır hakkına üstün bir hakkın var olduğu ileri sürülerek hastanın / mağdurun talebi olmamasına rağmen suçun bildirimi söz konusu olabilir. Ancak bu konuda kesin ve katı sınırların çizilmesi sağlık çalışanı-hasta ilişkisi, hastanın mahremiyet hakkı, hastanın sağlık hizmetlerinden serbestçe yararlanma hakkı açısından sorunlara neden olabilecektir.

1.         Reşit Olmayanla Cinsel İlişki Suçu

TCK/2004’ün 104. maddesine göre 15 yaşını bitirmiş olan ve reşit olmayan kişiyle cinsel ilişki suç oluşturmaktadır. Bu durumda örneğin üreme sağlığı hizmetlerinden yararlanmak üzere başvuran 15 yaşını tamamlamış bir kadının cinsel ilişkiye girmiş olmasının da bildirimi gerekecektir. Çünkü onunla ilişkiye giren kişi bir suç işlemiştir ve bunun bildirimi gerekmektedir. Madde bu haliyle kişilerin üreme sağlığı hizmetlerinden yaralanmalarının önünde engel oluşturacaktır. Gençler bu yaşlarda aileleri ile bu gibi konularda paylaşım eğiliminde olmamaktadır. Bu gibi davranışlarının suç konusu olduğu ve bildirilmesi gerektiği yönündeki bir düzenleme gençlerin üreme sağlığı hizmetlerinden yararlanmaları önünde engel oluşturacaktır. Ana-Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması Merkezleri Yönetmeliği’nde[5] de merkezlerde verilen hizmetin mahremiyete ve gizliliğe saygı gibi tıp etiği ilkelerine uygun verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Bu hüküm bu merkezlerden hizmet alınması açısından önem taşıyordu. Bu konuda hastaların güven duyması bu merkezlerden hizmet alınmasını kolaylaştıracaktır. Ancak suçun bildiriminin kapsamının geniş tutulması bu konuda engellere neden olacaktır. Örneğin gençler, ciddi sosyal ve psikolojik sorunların önlenmesinde önem taşıyan güvenli cinsellik, gebeliği önleyici yöntemler, gibi konularda danışmanlık, hizmet ve bilgi almaktan kaçınacaklardır. Cinsel özgürlük ve bunu bilinçli olarak yaşamak konusunda önemli sorunlar getirebilecek bu hükmün topluma ve bireylere yarar sağlayacak, toplumsal ve bireysel özgürlüğü dengeleyecek şekilde düzenlenmesi gerekir.

2.         Uyuşturucu Kullanımı

Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmak başlığı altında 191. maddede kullanmak üzere uyuşturucu madde kabul eden veya bulundurmak suç oluşturmaktadır. Bu durumda uyuşturucu kullanan kişi kullanmadan dolayı değil kullanmak üzere uyuşturucu kabul etmek veya satın almış olmaktan suç işlemiş olacaktır. TCK/2005’in 280. maddesi gereğince suçun bildirim yükümlülüğü bulunmaktadır. Sağlık hizmetlerinden yararlanmak üzere başvuran kimselerin, öyküleri alınırken bu gibi bilgilerin verilmesi önemli olabilir.  Öyküleri alınan bu kişilerin uyuşturucu kullandığı ya da kullanmak üzere bulundurduğu anlaşılınca bu bilgilerin bildirimi gerekecektir. Bu durumda sağlık hizmetlerinden yararlanmak isteyen kişiler bu gibi konularda doğru bilgi vermekten kaçınacaktır. Etkin tedavinin sağlanması ve güven ilişkisi açısından sakıncalı durumlar doğacaktır.

Uyuşturucu kullanımında hastanın yararının sağlanması ve zarar görmemesi için personele bir seçim hakkının tanınması gerektiği savunulmakla beraber hastanın uyuşturucu kullanmaya zorlandığı durumlarda bildirimin bir sakınca yaratmayacağı düşünülmektedir.

II.        HASTA KAYITLARININ PAYLAŞIMINDA ETİK VE YASAL                                   SORUNLAR
Hasta kayıtlarının başka kişi veya kurumlarla paylaşılması gerekebilir. Örneğin bazı durumlarda yasalar kayıtların bazı kurumlarla paylaşılmasını öngörebilir. Bu çerçevede “Sağlık Çalışanları İçin Sağlık Hizmetinde Gizliliğe ve Mahremiyete İlişkin Avrupa Rehber Kuralları[6]” sağlık çalışanlarının hastaları bilgilendirilmesini öngörmektedir. Buna göre hastalara, hangi bilgilerin kaydedildiği, bu bilgilerin kaydedilme nedenleri, bu bilgilerin açıklanmaması için ne gibi bir korumanın bulunduğu konusunda bilgi verilmesi gerekir. Bununla beraber rehber hastaya, genellikle hangi tip bilgilerin paylaşıldığı, bu bilgilerin açıklanmasını hükme bağlayan özel yasa ve düzenlemeler, varsa bunlar hakkında da bilgi verilmesini öngörmektedir. Aynı rehberde ayrıca hastaların sağlık hizmeti sürecinde kendileri ile ilgili tutulan kayıtlara ulaşabileceği ve düzeltme talep edebileceği, gibi konularda da bilgi verilmesini önerilmektedir.

Rehberde kayıtların korunması kullanımı ve açıklanması konusunda üç alan belirlenmiştir. Bu alanların başında hastaların sağlık hizmeti için bilgilerinin korunması, kullanılması ve açıklanması gelmektedir. Rehbere göre burada hastanın ya da yasal temsilcisinin hastanın bireysel sağlık hizmeti için hangi bilgilerinin paylaşılması gerektiği konusunda bilgilendirilmelidir. Bu konularda bilgilendirilmiş olmaları şartıyla sağlık hizmeti için “açık onam” gerekli değildir. “İma edilen onam” yeterlidir. Doğrudan hastanın sağlık hizmetleri için hastanın açık onam vermesi aranmaktadır. Doğrudan hastanın sağlık hizmetleri ile ilgili olan Klinik denetlemelerde, hastanın bakımını üstlene kişilerin bilgilendirilmesinde, merciler arası ilişkilerde, konsültasyonlarda, hastanın bilgilerinin paylaşımı konusunda hastanın veya yasal temsilcisinin onamının alınmasına dikkat edilmelidir. Hastanın veya yasal temsilcisinin onam vermeyi reddettiği halellerde, daha önemli bir yarar bulunmuyorsa hastanın bu talebi kabul edilmelidir.

Rehberin öngördüğü hastaların doğrudan sağlık hizmeti ile ilgili olmayan (ikincil) amaçlar için bilgilerin korunması ve açıklanması halinde ise hastanın ve ya yasal temsilcisinin açık onamının alınması gerektiği rehberde belirtilmektedir. Buna göre hasta veya yasal temsilcisi onam verirse sağlık hizmetine yönelik her bir amaç için en az seviyede hasta tanımlayıcı bilgisi verilmelidir.  İkincil amaçlar için bilgilerin verilmesi sürecinde sağlık çalışanlarından hasta konusunda en az bilginin verilmesi için çaba sarf etmesi gerektiği de belirtilmiştir.

Hasta dosyalarının üçüncü kişi veya kurumlarla paylaşımının bazı durumlarda hastanın özel yaşamının ihlaline neden olabileceği gibi doğrudan hastaya vereceği zararlar da olabilecektir.

A.        Yargı Talepleri ve Bilgilerin Yargıya Sunulması

Hastaya ait kayıtların açıklanabileceği durumların arasında yargının talepleri de bulunmaktadır. Ancak yargı taleplerinin hasta ile ilgili kayıtlar konundaki taleplerinin sınırlarının belirlenmesi hastaların özel yaşamlarının sağlanması açısından önem taşımaktadır. Yargı tarafından bilgi talep edilmesi halinde bilgilerin örneğin hastaya ait kayıtların mahkeme tarafından talep edilmesi halinde bilgilerin ve kayıtların mahkemeye sunulması gerekir. Örneğin CMK 161/4’e göre kamu görevlileri, yürütülmekte olan soruşturma kapsamında ihtiyaç duyulan bilgi ve belgeleri talep eden Cumhuriyet Savcısına vakit geçirmeksizin temin etmekle yükümlüdür. Aynı maddenin 3. fıkrasında bu taleplere uyulmaması halinde Cumhuriyet Savcılığınca soruşturma başlatılacağı belirtilmektedir. Yine CMK’nın 332. maddesine göre suçların soruşturulması ya da kovuşturulması sırasında Cumhuriyet Savcısı, hakim veya mahkeme tarafından yazılı olarak istenen bilgiler ile ilgili on gün içerisinde cevap verilmesi gerekmektedir. Mahkeme ya da savcılığın talepleri üzerine hastaların bilgilerinin verilmesi bilgilerin açıklaması suçunu oluşturmayacaktır. Bunun dışında kolluğun ya da başka bir makamın talebi üzerine bilgilerin açıklanması bu suçu oluşturacaktır. Yargıya yansıyan durumlarda hasta dosyasının yargıya sunulmasında adaletin sağlanması amaçlanırken hastaya sağlanan yarar ile orantısız bir zararın verilmesi de mümkün olabilir. Bu nedenle konunun özellikle ayrımcılık ve damgalamayı getirebilecek bazı durumlarda daha duyarlı hükümler ile düzenlenmesi gerekmektedir. Örneğin dosya içeriğinde yer alan ve bireyin HIV’le yaşayan bir kişi olduğunu içeren bilginin dava konusu olayın aydınlatılmasında herhangi bir önemi bulunmuyorsa bu bilginin açıklanmaması sağlanmalıdır. İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne (İHAM) yansıyan bir olayda HIV ile yaşayan başvurucu ve eşinin sağlık durumları ile ilgili belgeler mahkemede delil olarak kullanılmak üzere istenmiştir. Bu belgeler hekim tarafından başvurucunun izni olmadan verilmiş ve belgeler mahkeme dosyasına eklenmiştir. Sağlık bilgileri üzerindeki gizliliğin on sene sonra kalkması nedeniyle mahkeme kararında başvurucunun kimliği ve sağlık durumu aleni olarak belirtilecektir. Başvurucu bu konuları dava konusu yapmıştır. Mahkeme başvurucunun hekiminin delil sunma zorunluluğunu sözleşme ile uyumlu bulmuştur. Başvurucunun sağlık raporlarına el konulmasını da tedbirin varılmak istenen meşru amaçla orantılı olduğuna karar vermiştir. Tıbbı verilerin on yıl sonra aleni olması noktasında ise, bu süre içinde o kişinin hala hayatta olma ihtimalinin olmasından hareketle, bilginin daha uzun süre gizli kalması gerektiğini belirtmiş ve sözleşmeye aykırı bulmuştur. Nihayet basının da ulaşabileceği şekilde temyiz mahkemesinin karar metninde başvurucunun kimliği ve sağlık durumunun yer alması mahkeme tarafından 8.maddenin ihlali olarak görülmüştür.

Mahkeme bu kararında kişisel ve tıbbi bilgilerin korunması 8. maddede yer alan özel ve aile hayatının korunması kavramı içinde yer aldığını belirtmiştir. Mahkemeye göre “Sağlık bilgilerinin güvenliğinin sağlanması üye devletler için hayati bir önem taşımaktadır.” Yine mahkemeye göre “bu önem sadece hastanın özel hayatına saygı duyma anlamında değil genel olarak tıp mesleği ve sağlık hizmeti ile de ilgilidir.” Mahkeme kişisel ve tıbbi verilerin güvenliğinin sağlanmaması durumunda, tıbbi yardıma ihtiyacı olanların tıbbi yardımdan uzak durabileceğini belirtmiştir. Mahkeme aynı kararında bu durumun, sadece söz konusu kişilerin sağlığını tehlikeye atmakla kalmayacağını bulaşıcı veya salgın hastalık halinde, toplumun sağlığını da tehlikeye atacağını vurgulamıştır. Kararda, Avrupa Konseyi bünyesinde kabul edilen iki belgeye göndermede bulunulmuştur. Bunlardan ilki Türkiye’nin de taraf olduğu “Avrupa Konseyi 1981 Kişisel Nitelikteki Verilerin Otomatik İşleme Tabi Tutulması Karşısında Şahısların Korunmasına Dair Sözleşmesi” ikincisi Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Tavsiye Kararı (R89/149 Ve Sağlık Hizmeti Ve Sosyal Alanda HIV Enfeksiyonunun Etik Konuları). Mahkemenin bu yaklaşımının amacının 8. madde aracılığı ile Avrupa Konseyi bünyesindeki metinlerin etkili hale getirilmesi olduğu belirtilmektedir.

B.        Hasta Kayıtlarının Sigorta Şirketi veya İşveren ile Paylaşılması

Hasta kayıtlarının kurum ve kişiler ile paylaşılması hastaya özel yaşamının ihlali yanında maddi zararlar da verebilir. Örneğin bu kayıtların işverenle paylaşılması hastanın işini kaybetmesine ya da daha az bir ücretle çalışmak zorunda bırakılmasına neden olabilir.

Sigorta şirketlerine verilen bilgiler de hasta açısından pek çok zarara neden olabilir. Sigorta şirketlerine verilen hastalarla ilgili bilgiler genellikle bilgisayar ortamında saklanmakta ve hastanın bilgisi ve izni olmadan diğer sigorta şirketleri ve hastanın işverenine ulaşabilmektedir.

Bir işverene veya sigorta şirketine karşı sorumluluğu olan, sağlık birimlerinin / kurum adına çalışan hekimlerin, hastaları / işçileri muayene sırasında sahip oldukları bilgileri yasal zorunluluk veya hastaların önceden verilmiş yazılı onamları olmadıkça diğer kişilere açıklayamamalıdır. Buna göre, hasta / işçi, hekime kendisi ile ilgili bilgileri işverenine / olası işverenine açıklayabileceği konusunda yetki vermiş ise, hekim bu üçüncül kişilere -hastaya ait tüm bilgileri değil- sadece verilmesi gereken bilgileri verebilir. İşçinin, işi nedeni ile oluşan bir meslek hastalığı veya yaralanması söz konusu ise hekim işverene hasta hakkında bilgi vermek yerine, bu bağlamda işçinin bağlı olduğu çalışma yasasının / tazminat yasasının gerekleri çerçevesinde hareket etmelidir. İşçilerin sağlığı ile ilgili istatistiksel tüm verilerde ise işçilerin kimlikleri verilmemelidir.

Hastaya ait bilgiler sigorta şirketi temsilcilerine ancak hastanın veya yasal temsilcisinin onamı var ise açıklanabilir.

C.        Tanıklıktan Çekinme

Yargı tarafından sağlık mesleği mensubu tarafından tanıklık etmesinin istenmesi durumunda meslek mensubu tanıklıktan çekinme hakkını kullanmalıdır. Gerek hukuk muhakemelerinde gerekse ceza muhakemelerinde sağlık mesleği mensuplarına tanıklıktan çekinme yetkisi tanınmıştır. Sağlık meslek mensuplarının tanıklıktan çekinmesi yargı makamlarının talepleri çerçevesinde hastalara ait bilgilerin açıklanabilmesi çerçevesinde tartışılması gereken konulardan biridir.
           
Kural olarak herkesin mahkeme tarafından talep edilmesi halinde tanıklık yapma zorunluluğu vardır. Ancak Türk hukukunda bazı kişilerin tanıklıktan çekinebileceği konusunda hükümler bulunmaktadır. Örneğin Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (HUMK) ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nda (CMK) yer alan bazı hükümler meslek mensuplarına tanıklıktan çekinme hakkı tanımıştır.

Tanıklıktan çekinme, meslek sırrının sağlanmasında önemlidir. Tanıklıktan çekinme ile meslek sahibinin mesleğini yürüttüğü sırada öğrenilen ve sır niteliği taşıyan bilgilerin meslek sahibi tarafından hiçbir kimse ya da kurum önünde açıklanmaması sağlanır. Özellikle yargılamanın açık yapıldığı durumlarda meslek sahibinin öğrendiği sırlarla ilgili tanıklık yapması halinde sır sahibine ait gizli bilgiler herkesçe bilinebilecek bir duruma gelmektedir. Bu nedenle genel olarak meslek sahiplerinin tanıklıktan çekinebilecekleri öngörülmektedir. Bu bağlamda CMK’nın (m. 46) meslek mensuplarının tanıklıktan çekinmesine izin veren maddesinin gerekçesinde tanıklıktan çekinme yetkisinin güven verdikleri halde hizmet verebilecek meslek mensuplarına tanındığı belirtilmektedir. Bu maddenin gerekçesine göre tanıklıktan çekinme yetkisinin tanınmasında göz önünde bulundurulan ölçüt “güven ilişkisidir”. Orantılılık ilkesi gereği maddi gerçeğin ortaya çıkarılması ile güven ilişkisi karşılaştırıldığında güven ilişkisi ağır bastığından meslek mensuplarına tanıklıktan çekinme yetkisi tanınmıştır.

CMK’nın 46/b’de sağlık personelinin tanıklıktan çekinmesi konusunda hüküm bulunmaktadır. Buna göre “hekimler diş hekimleri, eczacılar, ebeler ve bunların yardımcıları ve diğer bütün tıp ve meslek veya sanatları mensuplarının, bu sıfatları dolaysıyla hastaları ve bunların yakınları hakkında öğrendikleri bilgiler” konusunda tanıklıktan çekinebilirler. Aynı maddenin 2. fıkrasına göre avukatlar, veya stajyerleri veya yardımcılarının sır sahibinin onamı olsa bile tanıklıktan çekinebilecekleri belirtilirken içine sağlık mesleği mensuplarının da dahil olduğu diğer meslek mensupları sır sahibinin onamı olması halinde tanıklıktan çekinemeyecektir. Madde bu haliyle, hekimin veya diğer sağlık mesleği mensuplarının hastanın onamının bulunmasına halinde, tanıklıktan çekinme hakkını engellemiştir. Sağlık meslek mensuplarının bu durumda hastanın yararını için veya hastanın zarar görmemesi için hareket etme olasılığı kaldırılmıştır. Avukat, ve stajyerleri ile yardımcılarına tanınan sır sahibinin onamına rağmen tanınan tanıklıktan çekinme yetkisi sağlık mesleği mensuplarına da hastanın yararına olması koşulu ile tanınmalı idi. 

Hukuk muhakemesinde de meslek mensuplarına tanıklıktan çekinme yetkisi tanınmıştır. HUMK (Madde 245/4)“Memuriyet ve sanat ve meslekleri itibariyle bir kimsenin sırrını bilenler, şu kadarki, o kimse muvafakat ederse şahadetten imtina edemezler.)” HUMK’un bu hükmü meslek sahiplerine tanıklıktan çekinme hakkı tanımaktadır. Bu maddeye göre memuriyet, meslek ve sanatını icara eden herkes tanıklıktan çekinebilecektir. Hukuk Muhakemeleri Kanun Tasarsısı’nın 252. maddesi “kanun gereği veya nitelikleri bakımından sır olarak korunması gereken bilgiler hakkında tanıklığına başvurulacak kişiler bu hususlar hakkında tanıklıktan çekinebilirler..”. ifadesine yer vermiştir. Hastaların özel hayatına ilişkin bilgilerin açıklanması yasa tüzük ve yönetmeliklerle engellenmeye çalışılmıştır. Bu durumda sağlık mesleği mensuplarının hastalar ile ilgili öğrendiği bilgiler kanun gereği korunması gereken bilgiler arasında değerlendirilir. Bu çerçevede sağlık mesleği mensupları bu bilgiler ile ilgili tanıklık yapmaktan çekinebilecektir.

5.5.5.     HIV/AIDS VE ÇALIŞMA YAŞAMI
HIV/AIDS’li kimselerin hak ihlallerine sıklıkla uğradığı alanlardan biriside iş ve çalışma ortamıdır. Hak ihlallerinin önemli bölümü HIV/AIDS’li bireylerin iş ve iş ortamından uzaklaştırmaya yönelik ayrımcı davranışlardır. Çoğu zaman işverenlerin HIV/AIDS’li bireylerin iş akitlerini doğrudan veya dolaylı yollarla feshe yöneldikleri gözlemlenmektedir. Yasaların doğrudan fesih olanağını tanımadığı durumlarda iş akdi kanunda yer alan başkaca fesih sebeplerinden biri veya birkaçının kullanılması yoluyla sona erdirilmeye çalışılmaktadır. 
Ülkemiz çalışma hayatını düzenleyen yasalarda, HIV/AIDS’li bireylere yönelik ayrımcılık içeren bir düzenlemenin olmadığı görülmektedir. Ancak mevzuattaki bazı hükümlerin zorlama yolu ile dahi olsa ayrımcılık ve dışlama tahtında kullanılabileceğinden endişe edilmelidir.[7]
22.05.2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nun 24. ve 25 maddeleri sağlıkla ilgili haklı nedenlerle iş akdinin işçi ve işverence derhal feshetmesine olanak tanıyan düzenlemeler içermektedir. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 24. maddesinde yer alan ve işçinin haklı nedenle derhal fesih (bildirim önellerine uymaksızın) hakkını düzenleyen hükmünün HIV/AIDS’li olan işveren aleyhine kullanılması olasılığı, işverenin ekonomik ve sosyal konumu dikkate alındığında, oldukça düşüktür. Ancak kanunun aynı maddesinde yer alan; “…başka bir işçi bulaşıcı veya işçinin işi ile bağdaşmayan bir hastalığa tutulursa” hükmü, işçinin HIV/AIDS’li olan diğer işçinin durumunu haklı nedenle derhal fesih (bildirim önellerine uymaksızın) hakkının kullanması gerekçesi ile zorlanabilecektir.
Diğer düzenleme ise, işverenin haklı nedenlerle derhal fesih hakkını düzenleyen 4857 sayılı İş Kanunu 25. maddede yer almaktadır. Düzenlemeye göre, hastalıkların tedavisinin belli süreleri aşması durumunda işverene haklı fesih hakkı tanınmakta, ayrıca hastalık sebebiyle işine devam edemeyen işçinin ücrete hak kazanmayacağı hüküm altına alınmaktadır. Bu haliyle yasa, tedaviye muhtaç olan HIV/AIDS’li bireyler için işten çıkarım sebebi olabilecek niteliktedir.[8]
Bu tür zorlama yorumların ortaya çıkmasını engelleyecek olan mahkemelere görüş bildirecek olan bilirkişilerin raporları ve Yargıtay içtihatlarının konuyu açıklıkla çözümleyen kararları olacaktır. Nitekim Yargıtay; “Somut olayda unlu mamuller üreten işyerinde üretim hattında çalışan davacı işçinin "ağır işlerde çalışamayacağı, normal işlerde çalışmasına bir engel olmadığı" yönünde verilen Sağlık Kurulu raporu üzerine iş akdi 4857 sayılı kanunun 25. maddesine istinaden işveren tarafından feshedilmiştir. Ancak bu halde bile fesih son çare olmalıdır. İşyerinde davacı işçinin çalışabileceği bir iş olup olmadığı araştırılmalıdır.”  [9] hükmünü içeren bir kararında konuya hassasiyetle yaklaşarak olumlu yönde bir karar vermiştir. Bu ve benzeri kararlarla HIV/AIDS’li işçinin sağlık durumuna uygun bir işin işyerinde bulunduğu durumlarda iş akdinin feshedilmesi olanağı sınırlanmış olacaktır.
4857 sayılı İş Kanunu’nu ile getirilen iş güvencesi hükümleri, iş akdinin işverence haksız olarak feshedildiği durumlarda işe iade davası açabilmekte, işverenin işe iade kararını uygulamamsı halinde ise çalışma sürelerine göre değişen oranlarda tazminat talep edebilmektedir. Ancak mahkemece işe iade kararının verildiği durumlarda işverenler işçinin işe iade kararını uygulanmak yerine tazminat ödemeyi ve iş akdini feshetmeyi tercih etmektedirler. Bu nedenle iş güvencesi düzenlemelerinin işçi bakımından mutlak bir koruma sağladığından bahsetmek mümkün değildir. İşçinin iş akdinin her türlü ayrımcılık içeren bir nedenle feshedildiği durumlarda, işe iade kararının uygulanmaması nedeni ile ödenmesine karar verilen tazminat dışında, özel bir “kötü niyet tazminatı” veya benzer tazminatın İş Kanunu’nda caydırıcı olarak düzenlenmesinde fayda bulunmaktadır.
Bu itibarla belki de yapılması gereken, HIV/AIDS’li kişilerin özürlü statüsünden yararlandırılmalarıdır. Çünkü ülkemizde olduğu gibi birçok ülkede özürlülerin iş güvencesi diğer ücretli işçilere nispeten daha geniş kapsamlı olarak kanunen düzenlenmiştir. Başka bir ifadeyle genel iş güvencesi kapsamında çalışmakta olan özürlüler, bunun yanında bazı ilave koruyucu hükümlerle özel olarak koruma altına alınmıştır. Örneğin bazı Avrupa ülkelerinde, iş ilişkisi bildirimli fesih yolu ile son bulan özürlülere, var olandan daha uzun süreli ihbar önelleri verilmektedir. Bunu yanı sıra, haksız fesih hallerinde mevcut tazminat miktarının iki katı kadar ödeme yapılmasını öngören düzenlemeler bulunmaktadır.[10]
İstihdam[11]      
Bazen ihtiyaç duyulan kanunların olmaması ya da toplumun ekonomik ve sosyal yapılarındaki gelişim ve oluşumlara yeterince cevap verememesi sonucunda, birçok sosyal sorunun çözümü ertelenmektedir. Yasaların, toplumun değişen şartları karşısında değiştirilmeleri veya yeni düzenlemelerin yapılması kaçınılmazdır. HIV/AIDS’li bireylerin istihdamını kolaylaştıran kanuni düzenlemelerin yapılmaması halinde, bu kişilerin emek piyasasında normal şartlarda iş bulmaları zordur. Çünkü bu kişiler, tıpkı özürlüler gibi, özel durumları sebebi ile engellenmiş durumdadırlar ve bundan dolayı da, engel teşkil eden unsurların tümüyle veya bir bölümünü ortadan kaldıracak tedbirler alınmadıkça, büyük bir ekseriyetinin çalışma hayatında yer alabilmeleri imkan dışıdır.
Almanya’da, çalışan özürlü bir işçinin iş akdinin feshinden önce işveren, özürlülerden sorumlu idareden izin almak zorundadır. Bu idari birim, ancak makul bir sebep öne sürülebildiği durumlarda özürlü işçinin işten uzaklaştırılmasına onay vermektedir.
HIV/AIDS’li bireylerin çalışma ve sosyal hayatta özürlülerin statüsünden yararlandırılmasına ilişkin düzenleme, 1995 tarihli Özürlülerin Ayrımcılıktan Korunması Kanunu’nda 2005 senesinde yapılan değişikliklerle İngiltere’de kabul edilmiş bulunmaktadır. Yasanın, özürlülüğün tanımının yer aldığı 18. maddesinde yapılan değişiklik ile, kanser, HIV(+) ve MS olan kişilerin de bu kanun kapsamında özürlü kabul edilmelerine olanak tanınmıştır. Benzer bir düzenlemenin ülkemiz mevzuatına da kazandırılması, HIV/AIDS’li bireylerin iş yaşamı ve ekonomik hakları açısından etkili olabilecektir.
Uluslar arası Çalışma Örgütü(İLO) tarafından hazırlanan 2001 tarihli, “HIV/AIDS ve çalışma yaşamıyla ilgili ILO uygulama ve davranış kuralları” nı içeren raporda ise, çalışma yaşamında HIV/AIDS yönünden ayrımcılık yaşanmaması için alınması gereken somut tedbirler dile getirilmektedir. Bu somut tedbirler kısaca belirtilmeden önce, önemli olduğu gerekçesiyle, raporda HIV/AIDS’in işyeriyle ilgili bir sorun olarak kabul edilmesine yönelik anlayışı ortaya koyan düzenlemeye atıf yapmakta yarar görülmektedir. Raporun 4.1. maddesinde yer alan düzenlemeye göre; “HIV/AIDS, işyeriyle ilgili bir sorundur, ve bu nedenle bu soruna da işyeriyle ilgili başka herhangi bir ciddi hastalıkta/durumda nasıl yaklaşılıyorsa öyle yaklaşılmalıdır. Böyle bir yaklaşım, sorun yalnızca işgücünü etkilediği için değil, aynı zamanda yerel topluluğun bir parçasını oluşturan işyerinin salgının yayılmasını önleme ve etkilerini azaltma açısından oynayacak önemli rolü olması açısından da gereklidir.” İşyerlerinin HIV/AIDS’le mücadelede somut adımların atılacağı bir alan olarak kabulü ve bu anlamda işyerine bir görevin yüklenmesi, gerek salgının önlenmesi gerekse de vaki ayrımcılığın engellenmesi açısından oldukça önemli felsefik bir yaklaşımdır.
Bu genel yaklaşımın yanında, raporda belirlenen somut öneriler ise şöylece sıralanabilir;

-         Gerçek ya da yakıştırılan HIV enfeksiyonu nedeniyle çalışanlara yönelik herhangi bir ayrımcılık engellenmelidir,
-         HIV’ın bulaşmasını 1981 tarih ve 155 sayılı Mesleki Güvenlik ve Sağlık Sözleşmesi hükümleri uyarınca önleme açısından, çalışma ortamının bütün taraflar için mümkün olduğunca sağlıklı ve güvenli hale getirilmesi gerekir,
-         HIV/AIDS muayenesi, iş için başvuran ya da halen çalışan insanlardan talep edilmemelidir,
-         İş için başvuranlardan ya da çalışanlardan HIV’la ilgili kişisel bilgi vermelerini istemenin herhangi bir gerekçesi olamaz. Ayrıca, çalışanların da bu tür bilgileri iş arkadaşlarına verme gibi bir yükümlülükleri olamaz. Bir işçinin HIV’la ilgili konularda kişisel verilerine erişim gizlilik kurallarıyla sınırlanmalı, ILO’nun 1997 tarihli “çalışanlara ilişkin özel bilgilerin gizli tutulmasıyla ilgili kuralları”na uygunluk taşımalıdır,
-         HIV enfeksiyonu, işten çıkarma için bir gerekçe olamaz. Başka durumlardaki insanlarda olduğu gibi HIV’la ilgili sorunu olan işçiler de, tıbben buna yeterli oldukları sürece var olan uygun işlerde çalışabilmelidirler,
-         HIV’lı olanlar dahil bütün işçiler kendi imkanları içinde ilgili sağlık hizmetlerine ulaşabilmelidir. Bu konumdakilere karşı herhangi bir ayrımcılık gözetilmemeli; onlara bağımlı durumda olan kişiler de sosyal güvenlik kapsamındaki hizmetlerle mesleki programlardan yararlanabilmelidirler,
-         Hükümetler, ülke ölçeğindeki HIV/AIDS mücadele stratejisi ile ilgili programlar arasında tutarlılık sağlamalı, bu arada çalışma yaşamının da ulusal planlarda yer almasının taşıdığı önemi görmelidirler. Bu bağlamda, örneğin, ulusal AIDS konseylerinde işverenlerin, işçilerin, HIV/AIDS’lilerin ve bu arada çalışma ve sosyal güvenlik konuları ile ilgili bakanlıkların temsilcilerinin de yer almaları sağlanabilir,
-         Hükümetler, ulusal yasa ve yönetmelikler çerçevesinde sağlanan yardım ve hizmetlerin en az diğer ciddi hastalıklardan zarar görenler kadar HIV/AIDS’lileri de kapsamasını sağlamalıdırlar.  Hükümetler, sosyal güvenlik programlarını geliştirip uygularlarken, hastalığın kesintili biçimde ilerleyen özelliğini de dikkate alıp, programları buna göre hazırlamalıdırlar. Örneğin, hizmetleri ve yararları bunlara gereksinim doğduğunda sağlamak ve talepleri hemen karşılamak bunlar arasındadır.
-         Hükümetler, mümkün olduğu durumlarda, sosyal taraflar ve diğer ilgililere de danışarak, HIV/AIDS’in mali uzantılarına ilişkin tahminler de yapmalı, gerekli olduğu yerlerde sosyal güvenlik sistemleri de dahil olmak üzere ülke ölçeğindeki stratejik AIDS planlarına yerel ve uluslararası finansman sağlanması için çaba göstermelidirler.
-         Hükümetler, sosyal taraflara ve HIV/AIDS konusundaki uzmanlara da danışarak, işyerindeki ayrımcılığı ortadan kaldırmak, işyerlerinde gerekli önlem ve korunmaları sağlamak üzere ilgili yasal düzenlemeleri geliştirmeli, gerektiğinde çalışma yasalarıyla diğer mevzuatta değişikliklere gitmelidirler.
-         Yetkililer, HIV/AIDS ve çalışma yaşamı ile ilgili yasal düzenleme ve yönetmeliklerin en etkili biçimde nasıl yaşama geçirilebileceği konusunda işverenlere ve çalışanlara teknik bilgi ve danışmanlık sağlamalıdırlar. Yetkililer, işyeri/iş müfettişlikleri ve iş mahkemeleri gibi kurum ve süreçlere ilişkin uygulamaları güçlendirmelidirler.
-         Hükümetler, bölgesel ve uluslararası düzeylerdeki işbirliklerini hükümetler-arası kuruluşlar ve ilgili bütün taraflarla birlikte geliştirip desteklemeli, böylece HIV/AIDS’e ve çalışma yaşamının gereksinimlerine uluslararası planda önem verilmesini sağlamalıdırlar.
-         İşverenler, enfeksiyonun yaygınlaşmasını ve işçilerin HIV/AIDS nedeniyle ayrımcılığa maruz kalmalarını önleyici uygun politikaların geliştirilip uygulanmasında çalışanlar ve onların temsilcileriyle işbirliği içinde olmalıdırlar.
-         İşverenler, HIV/AIDS bağlantılı çalışma koşullarının karşılıklı görüşülmesi sırasında ilgili ulusal yasa ve uygulamalara uygun davranmalı, ulusal, sektörel ve işyeri/işletme bazındaki toplu sözleşmelerde HIV/AIDS’le mücadele ve korunma hükümlerine de yer vermelidirler.
-         İşverenler, HIV/AIDS enfeksiyonu olan ya da bu hastalıktan etkilenen işçilere karşı ayrımcılık içeren personel politikalarına ve uygulamalarına yönelmemeli, bu tür politika ve uygulamalara izin vermemelidirler.
-         AIDS’le ilgili bir durumu olan kişinin çalışamayacak kadar hasta olması, bu arada uzatılmış hastalık izni gibi alternatiflerin de tüketildiği durumlarda, iş ilişkilerinin ayrımcılık gözetmemeyi öngören ve çalışma yaşamını düzenleyen yasalar çerçevesinde sona erdirilmesi ve bu sırada genel usullerle diğer sosyal hakların tam olarak gözetilmesi gereklidir.
-         Çalışanların HIV/AIDS durumlarıyla ilgili bilgiler kesinlikle gizli tutulmalı ve bu bilgiler tıbbi dosyalarda muhafaza edilmelidir. Bu dosyalara kimlerin ulaşabileceği konusunda 1985 tarih ve 171 sayılı Mesleki Sağlık Hizmetlerine ilişkin Tavsiyelerle ulusal yasa ve uygulamalar uyarınca davranılmalıdır. Bu tür bilgilere erişim yalnızca tıp personeli ile sınırlı tutulmalı, bilgiler ancak yasal olarak zorunlu sayıldığı hallerde ve ilgili kişinin onayı üzerine açıklanabilmelidir.
-         Çalışanların görevleri gereği insan kanı ve vücut salgıları ile temasta oldukları işyerlerinde, bütün çalışanların Evrensel Önlemler konusunda eğitim görmeleri için ek önlemler almaları, mesleki kazalarda izlenmesi gereken usullerin herkesçe bilinmesini ve Evrensel Kuralların her zaman gözetilmesini sağlamaları gerekmektedir. Bu önlemler için gerekli tesis ve imkanlar da hazır olmalıdır.
-         İşverenler, AIDS’le ilgili hastalığı olan çalışanlara gerekli kolaylıkları sağlayacak önlemleri işçi(ler) ve temsilcileri ile istişare halinde almalıdırlar. Bu tür önlemler arasında çalışma saatlerinin yeniden düzenlenmesi, özel donanım, dinlenme araları, doktor-hastane randevuları için izin, esnek uygulanan hastalık izinleri, yarım zamanlı çalışma ve işe yeniden dönme vb. yer alabilir.
-         Özel ve istisnai durumlar dışında, HIV testleri işyerlerinde yapılmamalıdır. Böyle bir uygulama gereksizdir ve yapıldığında işçilerin insan haklarını ve saygınlıklarını zedeleyecektir. Çünkü, test sonuçları açıklanabilir ya da istismar edilebilir; işçilerden bu konuda alınacak onay her zaman kendi özgür iradelerinin sonucu olmayabilir ya da testle ilgili gerçekleri ve sonuçları eksiksiz biçimde dikkate almayabilir. İşyerlerinin dışında bile, HIV’la ilgili olup özel tutulması gereken testler işçilerin kendi bilinçli onayları sonucu gerçekleştirilmeli ve tam gizlilik koşullarında yalnızca vasıflı personel tarafından yapılmalıdır.
-         HIV testi, ilk işe alınmada ya da iş akdinin sürmesinde bir ön koşul olarak kullanılmamalıdır. Çalışanlar için işe başlanmasından önce ya da düzenli aralıklarla yapılan rutin uygunluk testlerinde ise zorunlu HIV testine yer verilmemelidir.
-         HIV testi, ulusal sosyal güvenlik, genel sigorta politikaları, mesleki güvenlik sistemleri ve sağlık sigortası sistemlerine dahil olma açısından bir ön koşul olarak ileri sürülmemelidir.
-         Sigorta şirketleri, belirli bir işyerini kapsamlarına alırken HIV testi koşulu öne sürmemelidirler.
-         İşverenler sigorta ile ilgili herhangi bir teste ön ayak olmamalı, ellerinde bulundurdukları bütün bilgileri gizli tutmalıdırlar. 
-         Bilimsel araştırmalara özgü etik ilkelere, meslek etiğine, kişisel haklara ve gizlilik kurallarına gerekli özenin gösterilmesi koşuluyla, işyerlerinde anonim nitelikte, ayrıca bağlantısız HIV taraması ya da epidemiolojik testleri yapılabilir. Bu çerçevede bir araştırmanın yapılması durumunda işçilere ve işverenlere danışılmalı ve kendilerine böyle bir araştırma yapıldığı konusunda bilgi verilmelidir. Bu tür araştırmalardan sağlanan bilgiler kişilere ve gruplara karşı ayrımcılık amaçlarıyla kullanılamaz.
-         İşverenler, HIV/AIDS’li çalışanlarına, ülkede yürürlükte bulunan asgari standartlar çerçevesinde, danışmanlık ve tedavi hizmetlerinden yararlanabilmeleri için gerekli izin süresini tanımalıdırlar.
-         Hükümetler, işverenler ve işçi kuruluşları, HIV/AIDS’li işçilerin ve ailelerinin, sosyal güvenlik ve mesleki programların sağladığı koruma ve yardımlardan eksiksiz biçimde yararlanabilmelerini sağlamak için gerekli bütün adımları atmalıdırlar. Sözü edilen programlar ve sistemler, diğer ciddi hastalıklara yakalanan işçilere sağlanan yardım ve kolaylıkların benzerini HIV/AIDS’li çalışanlara da sağlamalıdır.
Uluslar arası Çalışma Örgütü(İLO) tarafından alınan yukarıda anılan kararlar ışığında Türkiye’nin de çalışma hayatını düzenleyen mevzuatında da, kararlara uygun güncelleştirmeler yapılmalıdır.
İŞYERİ HEKİMLİĞİ
İşyeri hekimliği ve uygulamaları HIV/AIDS’li kişiler bakımından çalışma yaşamında karşılaşılan hak ihlallerinin karşılaşıldığı alanlardan bir diğeridir.  Özellikle işyeri hekimliği uygulamalarında karşılaşılan ihlallerin başında gizlilik hakkı ihlalidir. İşveren baskısı, HIV/AIDS konusunda bilgisizlik, mevzuat, zorunlu testler v.b. nedenler gizlilik hakkının ihlaline neden olmaktadır.
İşyeri hekimleri özellikle işveren veya vekillerinin basısı ile gizlilik hakkını ihlal etmektedir. Raporun gizlilik hakkına ilişkin yukarıda açıklanan bölümlerine atıfta bulunmak kaydı ile, İşyeri Sağlık Birimleri ve İşyeri Hekimlerinin Görevleri ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliği hükümlerinden bir miktar bahsetmek gerekmektedir.
 Yönetmeliğin Madde 23/I bendinde ” - İşyeri hekimi, bağımsız çalışma ilkesi uyarınca bu yönetmelik hükümlerini yerine getirirken hiçbir şekilde engellenemez, görevini yapmaktan alıkonulamaz” düzenlemesi yer almaktadır. Bu düzenleme gereği; işyeri hekimi mesleğinin gereklerini yerine getirirken işveren ve/veya vekilinin talimatlarıyla mutlak bağımlı değildir. Aynı maddenin ikinci bendinde yer alan ; “İşyeri hekimleri çalışmalarını tam bir mesleki özgürlük içinde ve tıbbi deontoloji kurallarına uygun biçimde yürütür”  düzenlemesi kapsamında, işyeri hekimi mesleğini icra ederken bağımsız olarak davranır. Dolaysıyla, işyeri hekimi mesleğini icra ederken işverenin meslek kuralları ve etik kurallar ile çelişmeyen talimatlarıyla bağlıdır. İşveren ve/veya vekilinin meslek kuralların aykırı talimatlarını ve emirlerini yerine getirme zorunluluğu yoktur. Aksine davranış işyeri hekiminin meydana gelecek zarar ve ihlallerden kaynaklanan diğer yasal sorumluluklarını gerektirir.
Aynı yönetmeliğin 24 maddesi; “…çalışanın kişisel sağlık dosyasındaki bilgileri gizli tutmakla sorumludur”  hükmü kapsamında işyeri hekiminin işçi dosyası içeriğinde yer alan kişisel her türlü verinin gizliliğinden de sorumlu olduğunu düzenlenmektedir. Ancak tüm bu düzenlemelere rağmen uygulamada altında işyeri hekimlerini işçiye ait gizlilik kapsamında yer alan bilgileri işveren ve/veya vekiline bildirdiği görülmektedir. Yukarıda açıklanan gizlilik ihlali ve bundan kaynaklanan sorumluluklar işyeri hekimi bakımından da bu anlamda uygulama alanı bulmaktadır. İstanbul Tabib Odası, üyesi bir işyeri hekiminin HIV+ pozitif olduğunu öğrendiği bir çalışana ait bu bilgiyi işveren bildirmesi ile ilgili dosyada hekimin belirli süre ile meslekten men edilmesine karar vermiştir. Aynı olayda mahkemece işçinin iş akdini haksız ve kötü niyetle fesheden işverenin de işçiye tazminat ödemesine karar verilmiştir.
Umumi Hıfzısıha Kanunu ve İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü gibi mevzuatlar içerisinde yer alan bulaşıcı hastalıkların yetkili mercilere ihbarına dair düzenlemelerinde, kişisel verilerin gizliliği ve ayrımcılığa dair prensipler aykırı olmayacak biçimde düzenlenmesi gerekmektedir. 








5.6.   REHBER 6: ÖNLEME, TEDAVİ, BAKIM VE DESTEĞE ULAŞIM
Devletler, HIV’le ilgili malların/metaların, hizmetlerin ve bilgilerin düzenlenmesi için yasal düzenleme yaparak, nitelikli önleme araçlarının ve hizmetlerinin yaygın olarak ulaşılabilir olmasını, HIV önleme ve bakımına ilişkin yeterli düzeyde bilginin olmasını ve güvenli ve etkili tedavinin herkesin alım gücüne uygun olmasını sağlamalıdır.  

Devletler, HIV’le ilgili malların/metaların, hizmetlerin ve bilgilerin düzenlenmesi için yasal düzenleme yaparak, nitelikli önleme araçlarının ve hizmetlerinin yaygın olarak ulaşılabilir olmasını, HIV önleme ve bakımına ilişkin yeterli düzeyde bilginin olmasını ve güvenli ve etkili tedavinin herkesin alım gücüne uygun olmasını sağlamalıdır. Devletler, devamlılığı ve eşitliği temel alarak, HIV/AIDS önleme, tedavi, bakım ve destek için herkesin nitelikli metalara, hizmetlere ve bilgilere ulaşmasını sağlamaya yönelik önlemler almalıdır.  Devletler, risk altındaki bireylere ve gruplara özel bir ihtimam göstererek hem yerel hem de uluslararası düzeyde önlemler almalıdır. 

Önleme, tedavi, bakım ve destek, AIDS’e verilen etkili mücadelenin sürekliliğini ve güçlendirici öğelerini oluşturur. Bunların kapsamlı bir yaklaşımla bütünleşmesi ve çok yönlü bir mücadele sergilemesi gerekmektedir. Kapsamlı tedavi, bakım ve destek,  aile, toplum ve evde bakımın yanı sıra antiretroviral ilaçları ve diğer ilaçları, tanı yöntemlerini, HIV, AIDS ve bunlara bağlı fırsatçı enfeksiyonların ve diğer durumların bakımıyla ilgili teknolojilerin kullanılmasını, iyi beslenme, sosyal, dini ve psikolojik desteği içerir. Kondomlar, kaydırıcılar, steril enjeksiyon donanımları, antiretroviral ilaçlar (örneğin, anneden çocuğa geçme, hastalıkla temastan sonraki korunmalar) ve geliştirildiği zaman güvenli ve etkili olacak mikrop öldürücüler ve aşılar, HIV önleyici teknolojiler arasında yer alır. İnsan hakları ilkeleri uyarınca genel erişim bu malzemelerin, hizmetlerin ve bilgilerin, yalnızca mevcut, kabul edilebilir ve iyi kalitede olmakla kalmayıp, ayrıca herkes tarafından fiziksel olarak rahatça erişebilir ve herkesin alım gücünün bunlara yeterli olmasını da gerektirir.

Devletler, HIV önleyici malzeme, hizmet ve bilgilere genel erişimin yanı sıra, HIV’li olarak yaşayan tüm insanların kapsamlı tedavi, bakım ve desteğe genel erişimini, artan bir düzeyle gerçekleştirmeye yönelik ulusal projeler geliştirmeli ve uygulamalıdır. Ulusal projeler, HIV’la birlikte yaşayan insanların ve risk altındaki gurupların etkin katılımını sağlamak için, sivil toplum kuruluşlarının danışmanlığında geliştirilmelidir.

Mümkün olan en yüksek kalitedeki sağlık hizmetinden yararlanma hakkının yanı sıra, sağlıkla ilgili insan haklarına saygı duymak ve bunları korumak adına HIV’ın önlenmesi, tedavi edilmesi, bu konuda bakım ve destek sağlanması şarttır. Genel erişim, gittikçe artan bir oranda zamanla sağlanacaktır. Ancak Devletler, yerel ve küresel düzeyde herkesin HIV’ın önlenmesine, tedavi edilmesine, bu konuda bakım ve destek almasına yönelik erişimi sağlamak üzere acilen ve mümkün olan en etkili biçimde harekete geçme zorunluluğundadır. Bu da, ilerlemenin ölçülebilmesi için, diğer unsurlarla beraber standartları ve hedefleri belirlemeyi gerektirir.19

HIV konusunda bilgilere, malzemelere ve hizmetlere erişim, sosyal ekonomik kültürel politik ve yasal faktörlerin etkisi altındadır. Devletler, bu faktörleri göz önüne alarak ilaçlara, tanılama sistemlerine ve ilgili teknolojilere genel erişimi sağlamak amacıyla, gerekli olduğu yerlerde yasalar, politikalar, programlar ve projeler oluşturmalı veya bunları tekrar gözden geçirerek, üzerlerinde değişiklikler yapmalıdır. Buna bir örnek olarak vergiler, gümrük yasaları ve katma değer vergileri bu ilaç, tanı ve ilgili teknolojilere karşılanabilir bedellerle erişim sağlanabilmesini engelleyebilir. Bu tip yasalar, erişimi arttıracak yönde tekrar gözden geçirilmelidir. Devletler, HIV’la ilgili malzeme, hizmet veya bilgilere erişimi etkileyen ulusal yasaların, politikaların, programların ve projelerin uluslararası insan hakları normları, prensipleri ve standartlarıyla uyumlu olmasını sağlamalıdır. Devletler, diğer devletlerin uzmanlık ve deneyimlerinden yararlanmalı, HIV’lı insanlara, sivil toplum kuruluşlarına, uzmanlık sahibi yerel ve uluslararası sağlık kuruluşlarına danışmalıdır.

Devletler, yasalarının, politikalarının, proje ve uygulamalarının, sağlık malzemelerine, hizmetlerine ve bilgilerine erişimleriyle ilgili olarak uluslararası ve yerel insan hakları normlarına aykırılık teşkil edecek şekilde, hem HIV konusunda hem de diğer konularda HIV’la birlikte yaşayan insanları ve onların ailelerini dışlamamasını, lekelememesini veya ayrımcılığa yol açmamasını sağlamalıdır.

Devletlerin, mevzuatları, politikaları, programları, proje ve uygulamaları, risk altındaki bireylerin ve toplumların önlem, tedavi, bakım ve desteğe erişimlerini engelleyen, yoksulluk, göç, kırsal yerleşim veya çeşitli ayrımcılık21 gibi faktörlere karşı olumlu önlemler içermelidir. Bu faktörler birikimli bir etki oluşturabilir. Örneğin, çocuklar (özellikle de kız çocuklar) ve kadınlar, tedavi toplumlarında mevcut olsa bile, erişimi en son elde edebilecek bireyler olabilir.

Devletler, sağlıkla ilgili insan haklarına saygı gösterme, koruma ve yerine getirme konusunda kamu kesiminde gerekli girişimlerde bulunma yükümlülüklerini yerine getirmeyi sürdürürken,  toplulukların müdahalesini, kapsamlı bir HIV önleminin, tedavisinin, bakımının ve desteğinin parçası olarak tanımalı, onaylamalı ve desteklemelidir. AIDS yüzünden gelir kaybına uğramış ailelere yardımcı olmak için, etkilenmiş toplulukların kaynaklara erişimine olanak sağlayacak mekanizmalar geliştirilmelidir. Bakıma erişimde ve bakımın toplumsal düzeyde sağlanmasında, kadınlar ve kızların maruz kaldıkları, cinsiyete bağlı eşitsizliğin neden olduğu zorluklara özellikle dikkat edilmelidir.

Devletler, tıbbi görevlilere, konuyla ilgili çalışanlara ve sigortacılara yardımcı olmak için, HIV’la birlikte yaşayanlara yönelik mevcut sağlık malzemeleri, hizmet ve bilgi alanında sağlam ve bilimsel açıdan güncel yönergelerin mevcudiyetini, uygulanmasını ve kullanılmasını sağlamalıdır. Devletler, bu yol gösterici yönergelerin mevcudiyetini, kullanımını ve uygulanmasını gereği gibi izleyecek, daha iyi bir hale getirecek mekanizmalar geliştirmelidir.

Mevzuatlar, politikalar ve programlar, HIV’la birlikte yaşayan insanların tekrarlayan, gittikçe ilerleyen, daha ileri tedaviyi gerektiren ve hem kamu hem de özel sektör yararına uygun olarak ele alınması gereken sağlık sorunları yaşamakta olduklarını dikkate almalıdır. Devletler, HIV’la birlikte yaşayan işçilerin yararına olacak şekilde genel ve eşit erişim sağlamak amacıyla, gerektiğinde işverenler, işveren ve işçi kuruluşlarıyla birlikte yarar sağlama programları üzerinde çalışmalıdır. İşle ilgili olarak sağlık olanaklarından yararlanamayan, resmi olarak istihdam edilmemiş kişilerin sağlık olanaklarına erişimini sağlamaya ayrıca özen gösterilmelidir.22

Devletler, HIV’la birlikte yaşayan insanların tedavi, bakım ve destek almalarının reddedildiği veya bunlara erişimlerinin sağlanmadığı durumlar için çabuk ve etkili çareler sağlayacak yerel mevzuatlar oluşturmalıdır. Devletler, bu gibi şikayetlerin bağımsız ve tarafsız olarak değerlendirilebileceği hukuksal süreçleri de ayrıca sağlamalıdır. Uluslararası düzeyde, Devletler, var olan mekanizmaları güçlendirmeli ve fiili olarak yer almadıkları yerlerde yeni mekanizmalar geliştirerek, Devletlerin sağlıkla ilgili hakları tanımaya, korumaya ve yerine getirmeye yönelik uluslararası yasal yükümlülüklerini ihmal etmeleri halinde, HIV/AIDS ile birlikte yaşayan insanların, çabuk ve etkili bir şekilde, bunu tazminini ettirebilmelerini sağlamalıdır.
Devletler, HIV’la ilgili ürünleri kontrol etmeli ve kalite güvencesi sağlamalıdır. Devletler, mevzuatlarla ve diğer önlemlerle (örneğin, pazarlama öncesi onay ve pazarlama sonrası gözetim için işlevsel sistemlerle), ilaçların, tanı yöntemlerinin ve ilgili teknolojilerin güvenli ve etkili olmalarını sağlamalıdır.

Devletler, mevzuatlarla ve diğer önlemlerle, kullanımlarına ilişkin doğru, geçerli ve erişilebilir bilgilerle, ilaçların yeterli miktarlarda ve zamanında tedarik edilmesini, sağlamalıdır. Örneğin, HIV’la ilgili olanlar da dahil, ilaçların, aşıların ve tıbbi cihazların güvenilirliği ve etkililiğiyle ilgili şikayetlerin oluşmaması için, tüketiciyi koruma yasaları veya diğer ilgili mevzuatlar yürürlüğe konmalı veya güçlendirilmelidir.

HIV danışmanlığının ve testlerinin kalitesini ve mevcudiyetini sağlamaya yönelik yasalar ve/veya yönetmelikler yürürlüğe konulmalıdır. Evde kullanılan ve/veya hızlı sonuç veren HIV test kitlerinin piyasaya sürülmesine izin verilmiş ise, bunlar kalite ve doğruluğun sağlanması açısından sıkı bir düzenlemeye tabi tutulmalıdır. Epidemiyolojik bilgi kaybı, eşlik eden danışmanlığın olmaması ve yetkisiz kullanım risklerinin sonuçları, işe alma veya göçmenlik gibi durumlarda ayrıca belirtilmelidir. Bireyleri, HIV testlerinin suiistimal edilmesinden kaynaklanan sonuçlardan koruyacak yasal ve sosyal destek hizmetleri oluşturulmalıdır. Devletler, gönüllü olarak sunulan danışmanlık ve test hizmetleri (VCT) üzerinde de kalite gözetimi sağlamalıdır.

Kondomlar için kalite kontrolü yasal olarak zorunlu hale getirilmeli ve uygulama kapsamında Uluslararası Kondom Standardı izlenmelidir. Kondom, çamaşır suyu, temiz iğneler ve enjektörlerin mevcudiyeti gibi önleyici tedbirlerin üzerindeki kısıtlamalar kaldırılmalıdır. Bu önleyici tedbirlerin hükümlerinin, uygun yerlerde bulunan satış makinelerini de kapsayan çeşitli kanallarla yaygınlaştırılması, bu dağıtım yönteminin gerçekleştirdiği erişim ve gizliliğin sağladığı daha büyük etkililiğin ışığında dikkate alınmalıdır. En iyi etkiyi sağlamak için, kondom promosyonları HIV bilgilendirme kampanyalarıyla birleştirilmelidir.

HIV hakkındaki bilgilerin içerdiği hükümlerin kitle iletişim araçlarıyla yaygınlaştırılmasına yönelik yasalar ve/veya düzenlemeler yürürlüğe konmalıdır. Bu bilgiler, toplum geneline ve bilgilere erişmekte zorluk yaşayan risk altındaki topluluklara ulaştırılmalıdır. HIV’la ilgili bilgiler, sunum yapıldıkları kitleler üzerinde etkili olmalı ve yaşama, sağlığa ve insan haysiyeti için elzem olan bilgi erişimine zarar vereceğinden, uygunsuz bir şekilde sansüre veya diğer yayıncılık standartlarına tabi tutulmamalıdır.

Devletler, HIV’la ilgili tedavi seçeneklerini iyileştirmek için, HIV, AIDS ve bunlarla ilgili enfeksiyonların ve durumların önlenmesi, tedavisi, bunlarla ilgili bakım ve destek sağlanmasına yönelik terapi ve teknolojiler konusunda araştırma, geliştirme ve teşvik sağlaması amacıyla, özel sektöre tahsis edilen fonları arttırmalıdır. Özel sektör, bu tip araştırma ve geliştirmeleri üstlenmesi ve bunların sonucunda ortaya çıkan seçenekleri ihtiyaç sahiplerinin satın alınabilir fiyatlarla, yaygın ve çabuk bir şekilde elde edilebilmelerini sağlaması için teşvik edilmelidir.

Devletler ve özel sektör, gelişmekte olan ülkelerdeki sağlık gereksinimlerine yönelik araştırma ve geliştirmeleri desteklemeye özen göstermelidir. Devletler, insan haklarının tanınması kapsamında bilimsel ilerlemelerin ve bunların yararlarının paylaşımı adına, araştırma ve geliştirmelerin ulusal ve küresel yarar sağlaması için, gelişmekte olan ülkelerde yaşayan ve fakir veya kenara itilmiş insanların gereksinimlerine özen göstererek, yerel ve uluslararası düzeylerde yasalar ve politikalar oluşturmalıdır.

Devletler, yoksulluğun giderilmesi stratejileri, ulusal bütçe tahsisleri ve sektörel gelişim projeleri de dahil tüm projelerini HIV’ı önleme, tedavi etme, HIV’la ilgili bakım ve destek sağlama konularıyla bütünleştirmelidir. Devletler, bunu yaparken HIV’a yönelik uluslararası kabul görmüş hedeflere karşı en azından özel bir yaklaşım içinde olmalıdır.23

Devletler, hem yerel hem de uluslararası düzeylerde, HIV’a yönelik önleme, tedavi, bakım ve destek unsurlarına karşılanabilir bedelle, güvenli ve sürekli erişimi teşvik edecek tedbirler almak amacıyla ulusal bütçe tahsisatlarını arttırmalıdır. Devletler, diğer tedbirlerin yanı sıra, kaynakları oranında Küresel AIDS, Verem ve Sıtmayla Savaş Fonu gibi mekanizmalara katkıda bulunmalıdır. Gelişmiş ülkeler, sağlık malzemelerine, hizmetlerine ve bilgilerine erişimi gerçekleştirmeye özen göstererek, kendilerini kabul etmiş oldukları uluslararası hedeflere geciktirmeden götürecek, kalkınmanın ilerlemesine yardımcı olmaya yönelik sağlam girişimlerde bulunmalıdır.24

Devletler, HIV/AIDS’e karşı mücadeleyi finanse etmeye yönelik uluslararası ve iki taraflı mekanizmaların, antiretroviral ve diğer ilaçların, tanılama teknolojileri ve diğer teknolojilerin satın alınması da dahil, önleme, tedavi, bakım ve destek için gereken fonları temin etmesini sağlamalıdır. Devletler, bağış yapan kişilerin sağladığı yardımının faydalarını en üst düzeye çıkaracak politikaları, bu tip kaynakları jenerik ilaçların, tanı sistemlerinin ve ilgili teknolojilerin daha ekonomik oldukları yerlerden satın alınmasında kullanmayı sağlayacak politikalar da dahil, desteklemeli ve uygulamalıdır.

Devletlerin uluslararası ve iki taraflı finansman mekanizmaları, sağlık hizmetlerini güçlendirmek için, sağlık görevlilerinin kapasitelerini ve çalışma koşullarını ve tedarik sistemlerinin etkililiğini iyileştirmek için, önleme, tedavi bakım ve destek unsurlarına erişim sağlamak amacına yönelik finansman planları ve sevkıyat mekanizmaları için ve aile, topluluk ve ev odaklı bakım için, ayrıca fon da sağlamalıdır.

Devletler, HIV, AIDS ve bunlarla ilgili fırsatçı enfeksiyonların ve durumların önlenmesi, tedavisi ve semptomlarını hafifletici bakıma yönelik ilaçların, tanılama sistemlerinin ve ilgili teknolojilerin kaynakları, nitelikleri ve dünya çapındaki fiyatları ile ilgili bilgi kaynaklarını oluşturmak, sürdürmek ve uluslararası kapsamda toplumun erişimine açık hale getirmek için sivil toplum kuruluşlarıyla, hükümetlerarası kuruluşlarla, Birleşmiş Milletler organları, birimleri ve programlarıyla birlikte çalışmalıdır.25
 Kredi veren ülkeler ve uluslararası finans kuruluşları, gelişmekte olan ülkelerin borçlarını daha hızlı ve kapsamlı bir biçimde hafifletmeli ve bu amaçla sağlanan kaynakların, resmi geliştirme desteğinde azalmaya neden olmasını önlemelidirler. Gelişmekte olan ülkeler ise borç yüklerinin hafiflemesi ile oluşan kaynakları, sağlık konuları ile ilgili hakların gerekli saygıyı görmesi, korunması ve verilmesine yönelik yükümlülüklerini tümüyle yerine getirecek şekilde kullanmalıdırlar. Ülkeler, diğer gerekliliklerin yanında, bu kaynakların uygun ölçekte bir bölümünü, yerel koşulları, öncelikleri ve uluslarası boyutta verilmiş taahhütleri de gözeterek, HIV’in önlenmesi, tedavisi, hasta bakımı ve desteklenmesi gibi konulara ayırmalıdırlar.
 
Ülkeler, uluslararası mekanizmaları, antiretrovial ve diğer ilaçlar, teşhis ve ilgili teknolojileri de içeren, HIV’in önlenmesi, tedavisi, hastaların bakımı ve desteklenmesi ile ilgili konularda alınan önlemlerdeki gelişmeleri izleme ve raporlama alanlarında desteklemeli ve işbirliğine gitmelidirler. Ülkeler, ilerlemelerini gözlemleyen kuruluşlar için hazırladıkları raporlarda, uluslararası yasal yükümlülüklere uyabilmeleri açısından, uygun bilgileri bulundurmalıdırlar. Bu raporlarda yer alan veriler, önleme, tedavi, bakım ve desteklemeye ulaşılabirlik açısından varolan farklılıkları ortaya çıkartacak ve düzeltebilecek şekilde ufak parçalara bölünmeli ve varolan, göstergeler veya önlemlerin uygulanabilirliğini ölçen denetimler gibi, değerlendirme araçlarını kullanmalı veya yenilerini geliştirmelidir. Ülkeler, ayrıca, HIV/AIDS’li insanları ve korunmasız grupları temsil edenleri de kapsayan sivil toplum kuruluşlarından, bu raporların hazırlanması konusunda destek almalı ve süreci izleyen bu kuruluşların gözlemleri ve önerileri doğrultusunda davranmalıdır.
 
Devletler, gelişmekte olan ülkelere, HIV’in önlenmesi, tedavisi, hastaların bakımı ve desteklenmesi konularında teknoloji ve uzmanlık transferi için uluslararası ve bölgesel işbirliği aramalı ve gerçekleştirmelidirler. Devletler, bu amaçla gelişmekte olan ülkeler arasındaki işbirliğini desteklemeli ve HIV’in önlenmesi, tedavisi, hastaların bakımı ve desteklenmesi konularında ulaşılabilirliği hedefleyen uluslararası organizasyonlara katılarak, teknik yardım sağlamalıdırlar.

Devletler, uluslararası fotum ve görüşmelerde, insan hakları ile ilgili uluslararası norm, prensip ve standartları dikkate almalıdırlar. Özellikle dikkat gerektiren olgular, sağlıkla ilgili konularda haklara saygı gösterilmesi, korunması ve verilmesi olup, uluslararası destek ve işbirliği alanındaki yükümlülüklere de özen gösterilmelidir. Devletler, bunun yanında, gerek yurtiçi gerek yurtdışında olsun, antiretrovial ve diğer ilaçlar, teşhis ve ilgili teknolojileri de içeren, HIV’in önlenmesi, tedavisi, hastaların bakımı ve desteklenmesi ile ilgili konularda ulaşılabilirliği kısıtlayan önlemler almaktan kaçınmalı ve ilacın asla politik baskı unsuru olarak kullanılmamasını sağlamalıdır. Tüm devletler tarafından, özellikle gelişmekte olan ülkelerin gereksinimlerine ve içerisinde bulundukları durumlara, özen gösterilmelidir.
Devletler, insan hakları yükümlülüklerinin ışığında, fikri mülkiyet hakları gibi çift taraflı, bölgesel ve uluslararası anlaşmaların, antiretrovial ve diğer ilaçlar, teşhis ve ilgili teknolojileri de içeren, HIV’in önlenmesi, tedavisi, hastaların bakımı ve desteklenmesi gibi hizmetlere ulaşılabilirlik konusunda bir engel oluşturmamasını sağlamalıdır.
Devletler uluslararası anlaşmaları yorumlar ve uygulamaya alırken, ilaçlar, teşhis ve ilgili teknolojilere ulaşımı da içeren, HIV’in önlenmesi, tedavisi, hastaların bakımı ve desteklenmesi hususlarının garanti altına alındığı, bu yönde her türlü korumaya yönelik önlemin ve esnekliğin yerel yasalara entegre edildiğini, sağlama almalıdırlar. Devletler, alınan bu koruyucu önlemleri, insan haklarına dair, kendi yerel ve uluslararası yükümlülüklerini tümüyle yerine getirebilecekleri ölçüde devreye sokmalıdırlar. Devletler, yapmış oldukları uluslararası anlaşmaları (ticaret ve yatırımla ilgili olanlar da dahil), insan haklarını geliştirme ve koruma amaçlı hazırlanan anlaşmalar, yasalar ve politikalarla uyumlu olup olmadığı yönünde gözden geçirmeli ve bu anlaşmaların önleme, tedavi, bakım ve desteklemeye ulaşılabilirliği kısıtladıkları durumlarda, gerektiği şekilde değiştirmelidirler.

5.6.1.     Medya, Eğitim ve Bilgilenme Hakları

Önleme çalışmaları HIV/AIDS ile ilgili programların temel amaçlarından biridir ve bireylerin virüs ve hastalığın doğası, bulaş biçimleri ve korunma yolları konusunda bilgilendirilmelerini ve eğitilmelerini kapsar. Cinsellik ve madde kullanımı gibi hassas ve özel konularda verilen bilgiler açık olmalı ve bu bilgiler kişilere davranış değişikliği için çok geç kalınmadan sunulmalıdır. Medya bilgilendirme konusunda özel öneme sahiptir. Bilgilendirme amacıyla broşür, poster, gazete, magazin, kitap, kondom paketleri üzerindeki kullanım kılavuzları, reklam, radyo, televizyon, film, video, tiyatro, internet kullanılabilir.

Sansür ve yayın standartları ile ilgili mevzuat nedeniyle bazen medyada yer alan HIV/AIDS’in önlenmesi konusundaki genel nüfusa veya risk altındaki gruplara yönelik programlara sınırlamalar getirebilir. HIV/AIDS’in önlenmesi ile ilgili programların kapsamındaki konular ağırlıklı olarak cinsellikle ilgili oldukları için genel ahlakın korunması ile ilgili yasakların söz konusu programlara da uygulanması gündeme gelebilir. Bu yasakların gerekçesini oluşturan ahlaki ve dini değerler dikkate alınmalı ve bu değerlerin korunması ile toplumu HIV’den koruma arasında bir denge oluşturulmalıdır. Eğitim/bilgiye ulaşma hakkı ve ifade/örgütlenme özgürlüğü uluslar arası insan hakları belgelerinde olduğu kadar pek çok ülkenin anayasalarında da yer almıştır.

Müstehcenlik sosyal ve ahlaki değerlere göre farklılık gösteren bir yargıdır. Gerçekten eğitim ve bilimsel amaçlı yayınlar için yasalar kısıtlama getirmemelidir. Müstehcenlik konusunda standartlar oluştururken eğitim veya bilgilendirme materyalinin hangi hedef gruba yönelik olarak hazırlandığı göz önüne alınmalı ve toplumun geneline yönelik müstehcenlik normları eşcinseller, seks işçileri ve damariçi madde bağımlıları gibi grupların eğitim gereksinimlerini engelleyecek biçimde kullanılmamalıdır. Hedef grubun rahatsızlık duymasına ve gereksiz biçimde yabancılaşmasına yol açan materyaller kullanılmamalı ve bilgilendirme kampanyaları hedef grupların değer ve tutumlarına uygun biçimde yürütülmelidir.

Özellikle çocukları uygun olmayan cinsel içerikli yayınlardan korumak amacıyla ülkelerin çoğunda programlar içeriklerine göre sınıflandırılmakta ve bazı yayınlara ulaşım sınırlandırılabilmektedir. Bir programın yayınlanmasında doğru standartların uygulandığından emin olmak için yayın izni alımı veya yayıncılık etik ilkelerinin hazırlanması aşamalarında ve denetleme sürecine toplumsal katılımın sağlanması gerekir. Birçok ülkede medyada toplumsal hizmetleri tanıtıcı programların “prime time” dahil ücretsiz yayınlaması söz konusudur ancak HIV/AIDS’le ilgili bilgilendirici ve eğitici programlar için bu konu henüz yaygınlık kazanmamıştır. Müstehcen olarak değerlendirilebileceği endişesiyle HIV/AIDS içerikli programların yayın kuruluşları tarafından bir öz-denetim sonucu sansürlenmesi de sorun oluşturabilmektedir. HIV/AIDS konusundaki cinsel içerikli mesajların medyada yer almasını sağlayabilmek ve medya danışmanlarının bu tür mesajların yayınlanmasını engellemelerini önlemek için medyaya nitelikli ve uzman danışmanlık sağlanmalıdır.

Okullarda ve medyada resmi dil haricindeki dillerin kullanılmasını engelleyen yasalar örneğinde olduğu gibi göçmenlere veya azınlık gruplara yönelik HIV/AIDS kampanyalarının yürütülmesi diğer bazı yasalarla da engellenebilir. Bu türden yasaların HIV/AIDS kampanyalarına sınır getirilmesi önlenmelidir. Gerek görülürse yeniden düzenlenmeli veya HIV/AIDS eğitim materyallerini hariç tutacak biçimde değişiklik yapılmalıdır.

5.6.2.     İfade ve Örgütlenme Özgürlüğü

Seks işçiliği, eşcinsellik ve damariçi madde kullanımı gibi eylemlerin yasadışı konumu, bu eylemlerde bulunan kişilerin toplumsal örgütlenmeleri önünde engel oluşturabilir. Bazı ülkelerde bu gruplardan bireylerin resmi olarak kurumsallaşmaları engellenmiştir. Bu tür yasaklar insan hakları ile uyuşmadığı gibi akran eğitimleri ve destek önünde ciddi birer engeldir. Resmi kuruluşların kolay ulaşamadığı alanlara bu gruplar tarafından kurulmuş örgütler kolayca ulaşabilmekte ve bu grupların gereksinim duyduğu bilgi ve hizmeti ulaştırabilmektedir. HIV/AIDS alanında çalışan toplumsal örgütlenmelerin önündeki engellerin kaldırılması hükümetin öncelikli görevleri arasında olmalıdır. Kısa erimde genel bir yeniden yapılanma mümkün olmuyorsa en azından sağlık ve eğitim amaçlı örgütlenmelere izin sağlanmalıdır.

HIV/AIDS önleme çalışmalarında bazen eğiticiler yasadışı bir eylem sırasında gerçekleşebilen bulaş konusunda bilgi vermek durumundadır. Eğiticiler bu durumda yasadışı bir eyleme yardımcı olmakla suçlanabilirler. Ceza yasasının kısa erimde değiştirilmesi söz konusu değilse bu konumdaki eğiticileri muaf tutan düzenlemeler yapılmalıdır.

HIV/AIDS konusunda toplumsal histeri ve damgalamaya bazen medyanın sorumsuz tutumu yol açabilmektedir. Eğitim ve yasal düzenlemeler vasıtasıyla medyanın HIV/AIDS ve insan hakları konularına duyarlı olmaları sağlanmalı, medyanın uygun olmayan bir dil kullanması ve incinebilir grup üyelerini basmakalıp bir biçimde sunmaları engellenmelidir. Bazı ülkelerde medyada yer alan programların şikayet edilebildiği kurumlar veya medya mensuplarının mesleki davranışlarını denetleyen kurumlar bulunmaktadır.

5.6.3.     TÜRKİYE’DE DURUM

Medya Programları

Türkiye’de HIV/AIDS’in önlenmesinde medyanın etkinliği konusunda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Yapılan araştırmalar gençlerin ve yetişkinlerin cinsellikle ilgili bilgilerinin önemli bir kaynağı olarak medyayı gösteriyor olsa da bu bilginin niteliği konusunda veri sınırlıdır. HIV/AIDS’in önlenmesi konusundaki olumlu mesajlar genellikle 1 Aralık Dünya AIDS günü benzeri özel günler nedeniyle medyada gündeme gelebilmekte; çok yaygın olan seks işçileri, madde kullanıcıları ve eşcinsel haberlerinde ise HIV/AIDS çoğu zaman damgalamanın, dışlamanın ve ayrımcılığa yol açmanın bir aracı olarak kullanılmaktadır. Yazılı basın ve görsel/işitsel basın dışında resmi ve sivil kurumlar broşürler, posterler ve kondom paketleri üzerinde mesajlar benzeri yollarla bilgilendirme çalışmalarına katkıda bulunmaktadır.

Türkiye’de basın özgürlüğü Anayasa’nın 28. Maddesinde “Basın hürdür, sansür edilemez” olarak belirtilmiş ve devletin, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alması istenmiştir. Anayasa’da ayrıca süreli veya süresiz yayınların, genel ahlâkın korunması amacıyla toplatılabileceği belirtilmiştir. Basın özgürlüğünü ve bu özgürlüğün kullanımını düzenleyen Basın Kanunu’nun (Kanun No: 5187) 3. Maddesi basın özgürlüğünün kapsamını belirlerken sınırlandırılmasının da koşullarını sıralamaktadır ve toplum sağlığının ve ahlakının korunması gerekçesiyle basın özgürlüğünün kısıtlanmasının mümkün olduğu belirtilmektedir:

Basın Kanunu Madde 3 – Basın özgürdür. Bu özgürlük; bilgi edinme, yayma, eleştirme, yorumlama ve eser yaratma haklarını içerir. Basın özgürlüğünün kullanılması ancak demokratik bir toplumun gereklerine uygun olarak; başkalarının şöhret ve haklarının, toplum sağlığının ve ahlakının, milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği ve toprak bütünlüğünün korunması, Devlet sırlarının açıklanmasının veya suç işlenmesinin önlenmesi, yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması amacıyla sınırlanabilir.

Amacı radyo ve televizyon yayınlarının düzenlenmesine ilişkin esas ve usulleri belirlemek olan Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun’unun (Kanun No: 3984) 1. Maddesinde yayın ilkeleri sıralanmış, yayınların genel ahlaka uygun olarak kamu hizmeti anlayışı çerçevesinde yapılacağı belirtilerek müstehcen yayınların yapılması yasaklamıştır.

Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun Madde 4 – Radyo, televizyon ve veri yayınları, hukukun üstünlüğüne, Anayasanın genel ilkelerine, temel hak ve özgürlüklere, milli güvenliğe ve genel ahlaka uygun olarak kamu hizmeti anlayışı çerçevesinde yapılır…
Radyo, televizyon ve veri yayınlarında uyulması gereken yayın ilkeleri şunlardır:
e) Yayınların toplumun milli ve manevi değerlerine ve Türk aile yapısına aykırı olmaması.
t) Yayınların müstehcen olmaması.

Amacı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun’un hükümleri çerçevesinde yayın kuruluşlarının uyması gereken yayın esas ve usullerini belirlemek olan Radyo ve Televizyon Yayınlarının Esas ve Usulleri Hakkında Yönetmelik  (Yayın 17 Nisan 2003, Resmi Gazete Sayı: 25082) ise yayın ilkeleri belirlenmiş ve cinsel içerikli yayınlara koruma amaçlı sınırlamalar getirilmiştir.

Radyo ve Televizyon Yayınlarının Esas ve Usulleri Hakkında Yönetmelik Madde 5 – Yayın ilkeleri:
t) Cinsel duyguları sömürmeye yönelik, bireyleri cinsel meta olarak gösteren, insan bedenini cinsel tahrik unsuruna indirgeyen, toplumsal yaşam alanı içinde sergilenemeyecek mahrem söz ve davranışlar içeren yayınlar yapılmamalıdır.
Tür ve içerik gereği cinselliğin yer aldığı yapımlar, gençlerin ve çocukların zihinsel, duygusal, sosyal ve ahlaki gelişimini korumak amacıyla sesli/yazılı uyarılar yapılarak, saat 23.00 ile 05.00 arasında yayınlanmalı, bu tür programların tanıtım duyurularında, cinselliğin teşhir edildiği bölümler kullanılmamalı ve bu duyurular saat 21.30'dan sonra yapılmalıdır.
z) Gençlerin ve çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlaki gelişimini zedeleyecek türden programlar, korunması gereken izleyici kitlenin seyredebileceği zaman ve saatlerde yayınlanmamalıdır. Yayınlarda ilgi çeken kişi veya karakterler, çocuk ve genç izleyicileri özendirerek, onların duygusal, ahlaki ve sosyal gelişmelerini olumsuz yönde etkileyebilecek biçimde gösterilmemelidir. Tür ve içerik gereği; cinsellik, şiddet ve olumsuz örnek alınabilecek davranışlar (kumar, alkol, uyuşturucu kullanımı, kötü dil, intihar vb.) içeren yayınlar, saat 23.00 ile 05.00 arasında, farklı yaş grupları gözetilerek, sesli/yazılı uyarılar yapılmak suretiyle yayınlanmalıdır. Bu tür programların tanıtım duyurularında, şiddet, cinsellik vb. içeren bölümler kullanılmamalı ve bu duyurular saat 21.30’dan sonra yapılmalıdır.

İnternet ortamında yapılan yayınlara da “İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun” (KanunNo: 5651) ile benzer sınırlamalar getirilmiş ve İnternet aracılığıyla müstehcen yayınların yapılması önlenmiştir.

İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun Madde 8 – (1) İnternet ortamında yapılan ve içeriği aşağıdaki suçları oluşturduğu hususunda yeterli şüphe sebebi bulunan yayınlarla ilgili olarak erişimin engellenmesine karar verilir:
a) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;
2) Çocukların cinsel istismarı (madde 103, birinci fıkra),
3) Uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanılmasını kolaylaştırma (madde 190),
5) Müstehcenlik (madde 226),
6) Fuhuş (madde 227),

Türkiye’de HIV/AIDS önleme etkinlikleri kapsamında yapılan yayınlara şimdiye kadar bir sınırlama getirilmemiş ve herhangi bir yayın sansür edilmemiştir. Diğer yönden şimdiye kadar HIV/AIDS konusunda yapılmış olan yayınların sayılarının çok fazla ve cinsel içeriklerinin de çok yoğun olduğu ileri sürülemez. Genellikle yayın öncesinde kuruluşların bir çeşit oto-sansür uygulayarak cinsel ifadenin sembolleştirilmiş biçimini tercih etmeleri daha sık rastlanan bir uygulamadır. Basın mevzuatında HIV/AIDS’le ilgili yayınlar için bir istisna öngörülmemiştir ve yayınların cinsel içeriklerinin yoğunlaşması durumunda ne tür bir yaptırımın olacağı belirsizdir. 

Ülkemizde ayrıca cinsel içerikli yayınlarda koruyucu simge uygulaması ile zararlı içerikli yayınlar konusunda izleyici bilgilendirilmekte, yayınlarda yaş sınırlandırılması uygulanmaktadır. Ayrıca zararlı içerikteki yayınlar için korumalı saat uygulaması ile yayın saatleri düzenlenmekte, yayınlarda sesli ve yazılı uyarılar yapılmaktadır. Bu tür uygulamalara Radyo ve Televizyon Yayınlarının Esas ve Usulleri Hakkındaki Yönetmeliğin tanımlar kısmında yer verilmiştir.  

Radyo ve Televizyon Yayınlarının Esas ve Usulleri Hakkında Yönetmelik – Tanımlar
Koruyucu Simge: Cinsellik, şiddet, örnek alınabilecek olumsuz davranışlar barındıran çeşitli televizyon programlarının içerikleri hakkında, izleyicilerin bilgilendirilerek bilinçlendirmesi amacıyla, simgeler halinde programlarda belli bir düzene göre beliren ve yayın kuruluşları tarafından ortak görsel/işitsel semboller olarak kullanılan grafik öğelerini,
Zararlı İçerik: Radyo ve televizyon yayınlarında, korunması gereken izleyici kitle (çocuklar/gençler) için zararlı olabilecek cinsellik, şiddet ve kötü dil kullanımı gibi olumsuz örnek alınabilecek davranışların gerçekleştiği yayın içeriğini,
Korumalı Saatler: Kanunda belirtilen zararlı program içeriklerinden korunması gereken izleyici kitlenin (çocuklar/gençler), yayınları izleme/dinleme saatlerini,
Yaş Sınıflandırması: Birbirinden farklı zihinsel, duygusal ve sosyal gelişim özelliklerine sahip olan dinleyici ve izleyici kitlesinin, yayın içerikleri doğrultusunda yaş kategorilerine ayrıştırılması ve korunması gereken kitlelerin, zararlı yayın içeriklerinden korunabilmesi amacıyla oluşturulan sınıflandırmayı,
Sesli/Yazılı Uyarı: Radyo ve televizyon kuruluşlarının, Kanun ve yönetmeliklerde belirtilen hallerde, yayınlardan önce sesli veya yazılı olarak, dinleyici ve/veya izleyici kitleyi bilgilendirmesini ve uyarmasını… ifade eder.

Radyo ve televizyon kanallarında bazı programların yayınlanması zorunlu tutulmuş olup mevzuatta bu yayınların genel yayın süresi içindeki oranları belirlenmiştir. Mevzuata göre eğitim programlarının oranı haftalık yayın süresinin en az % 5’ini oluşturmak zorundadır. Orman sevgisi, trafik kazalarının önlenmesi ve sigara alışkanlığının önlenmesi benzeri programlar içinse belirli yayın süreleri öngörülmüştür. Toplumu ve özellikle gençleri zararlı alışkanlıklardan korumayı amaçlayan yayın süresi zorunluluğu ise haftalık yayın süresinin en az % 2’si olarak belirlenmiştir. HIV/AIDS’in önlenmesine yönelik programlar için özel bir düzenleme yapılmamıştır.

Radyo ve Televizyon Yayınlarının Esas ve Usulleri Hakkında Yönetmelik – Yayınlarda Yer Verilmesi Gerekli Programların Yayın Oranları
Madde 29 - Yayınlarda yer verilmesi gerekli programların toplam süresi, haftalık yayın süresinin % 15’ünden az olamaz. Bu oranın % 5’i eğitim, %5’i kültür, %5’i Türk Halk ve Türk Sanat Müziği programlarına ayrılır.
Özel kanunlarla yayını zorunlu tutulan eğitim spotları, eğitim programları çerçevesinde değerlendirilir. Program durdurma müeyyidesi uygulandığı hallerde yayınlanan ikame programlar, bu oranlara dahil edilemez.
Özel kanunlarla, hedef kitleye ulaşabilmek amacıyla 09.00 - 21.00 saatleri arasında, yayınlanması zorunlu kılınan eğitim spot programları aşağıdaki oran veya sürelerde yayınlanır.
1)  Toplumu, özellikle de çocukları ve gençleri, sigara, alkol, uyuşturucu madde, kumar ve diğer kötü alışkanlıklara karşı caydırıcı nitelikte programlar, haftalık yayın süresinin % 2,5’inden az olamaz.
2)  Tüketicileri eğitici, aydınlatıcı ve bilgilendirici programlar, haftalık yayın süresinin    %1’inden az olamaz. 
3)  Trafik kazalarını önlemeye yönelik eğitim programları, haftalık yayın süresi içinde, otuz dakikadan az olamaz.
4)  Tütün ve tütün mamulleri alışkanlığının zararları konusunda uyarıcı ve eğitici mahiyette programlar, aylık yayın süresi içinde doksan dakikadan az olamaz.
5) Orman ve ağaç sevgisini yaygınlaştırıcı eğitim programları, yıllık yayın süresi içinde beş saatten az olamaz ve Orman Bakanlığınca belirlenecek dönemlerde, Ana Haber Bülteni öncesinde yayınlanır.

Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun ile (Kanun no: 3984) radyo ve televizyon programlarında kullanılabilecek diller saptanmıştır. Kanunun 4. Maddesi yayınların Türkçe olarak yapılmasının esas olduğunu, “evrensel kültür ve bilim eserlerinin oluşmasına katkısı olan yabancı” dillerle ve Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de yayın yapılabileceğini belirtmektedir.

Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun Madde 4 – Yayınların Türkçe yapılması esastır. Ancak, evrensel kültür ve bilim eserlerinin oluşmasına katkısı olan yabancı dillerin öğretilmesi veya bu dillerde müzik veya haber iletilmesi amacıyla da yayın yapılabilir. Ayrıca, kamu ve özel radyo ve televizyon kuruluşlarınca Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de yayın yapılabilir.

Radyo ve televizyonlardan farklı dillerle yayın yapılmasına ilişkin kurallar ise Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamlarında Geleneksel Olarak Kullandıkları Farklı Dil ve Lehçelerde Yapılacak Radyo ve Televizyon Yayınları Hakkında Yönetmelik (25 Ocak 2004, Sayı: 25357) ile belirlenmiştir. Yönetmelikte geleneksel dil kullanılarak yapılan yayınların günde 60 dakikayı aşmamak üzere haftada toplam beş saat, televizyon kuruluşları ise günde 45 dakikayı aşmamak üzere haftada toplam dört saat yayın yapabilecekleri belirtilmiştir. Ayrıca bu dil ve lehçelerde sadece yetişkinler için haber, müzik ve geleneksel kültürün tanıtımına yönelik yayınlar yapılabilir.

Türk Vatandaşlarının Günlük Yaşamlarında Geleneksel Olarak Kullandıkları Farklı Dil ve Lehçelerde Yapılacak Radyo ve Televizyon Yayınları Hakkında Yönetmelik Madde 5 — Kamu ve özel ulusal radyo ve televizyon kuruluşlarınca Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de bu Yönetmelik hükümleri doğrultusunda Üst Kurul’dan izin almak suretiyle yayın yapılabilir. Bu dil ve lehçelerde sadece yetişkinler için haber, müzik ve geleneksel kültürün tanıtımına yönelik yayınlar yapılabilir. Bu dil ve lehçelerin öğretilmesine yönelik yayın yapılamaz. Kamu ve özel ulusal yayın lisansı sahibi radyo ve televizyon kuruluşları, bu dil ve lehçelerdeki yeniden iletim konusu yayınları da dahil olmak üzere; radyo kuruluşları günde 60 dakikayı aşmamak üzere haftada toplam beş saat, televizyon kuruluşları ise günde 45 dakikayı aşmamak üzere haftada toplam dört saat yayın yapabilirler. Bu dil ve lehçelerde yeniden iletim konusu yayınlar dahil, televizyon yayını yapan kuruluşlar bu yayınlarını içerik ve süre açısından bire bir olmak kaydıyla, Türkçe alt yazıyla vermekle veya hemen akabinde Türkçe tercümesini yayınlamakla, radyo yayını yapan kuruluşlar ise programın yayınlanmasını takiben Türkçe tercümesini yayınlamakla yükümlüdürler.

Geleneksel diller ile HIV/AIDS’in önlenmesi konusunda eğitim programlarının yapılabilmesi, eğitim konusunun yönetmelik kapsamında olmaması nedeniyle mümkün görülmemektedir. Ayrıca yayın saatlerinin çok kısıtlı olması, bu programları yayınlayacak kanalların veya istasyonların HIV/AIDS’in önlenmesi konusuna yasal bir zorunluluk olmadığı taktirde yer vermeyebileceklerini akla getirmektedir.

HIV/AIDS Bağlamında İfade ve Örgütlenme Özgürlüğü

Anayasamızın 33. Maddesi derneklerin kurulması ile ilgilidir. Herkesin önceden izin almaksızın dernek kurma, bunlara üye olma ya da üyelikten çıkma özgürlüğü vardır.

Anayasa Madde 33 – (Değişik: 23.7.1995-4121/2 md.; 3.10.2001-4709/12 md.) Herkes, önceden izin almaksızın  dernek kurma ve bunlara üye olma ya da üyelikten çıkma hürriyetine sahiptir.

Diğer yönden Türk Medeni Kanunu’nda derneklerin kuruluşu tanımlanmış ve hukuka veya ahlaka aykırı amaçlarla derneklerin kurulamayacağı bildirilmiştir.

Türk Medeni Kanunu Madde 56 – Dernekler, en az yedi gerçek kişinin kazanç paylaşma dışında belirli ve ortak bir amacı gerçekleştirmek üzere, bilgi ve çalışmalarını sürekli olarak birleştirmek suretiyle oluşturdukları, tüzel kişiliğe sahip kişi topluluklarıdır.
Hukuka veya ahlâka aykırı amaçlarla dernek kurulamaz.

HIV/AIDS’in önlenmesi konusunda risk altındaki gruplara yönelik hizmet ve bilgilendirme çalışmalarının önemi bilinmektedir. Damariçi madde bağımlıları, seks işçileri, erkeklerle cinsel ilişkide bulunan erkekler benzeri risk altındaki gruplara yönelik çalışmalar yapmak amacıyla bu gruplara mensup ya da bu gruplara yönelik çalışma yapmak isteyen bireylerin tüzel bir yapı altında kurumsallaşmalarının da HIV/AIDS’in önlenmesine büyük katkılarının olacağı açıktır. Diğer yönden seks işçiliği, madde bağımlılığı ve eşcinsellik ahlaki açıdan olumsuz olarak nitelenen edimler olabilmesi ve bu gruplara yönelik çalışmaların bu tür edimleri destekleyecek etkinlikler olarak değerlendirilebilmesi nedeniyle dernek kurma özgürlüğünün kullanılmasında sorunlar yaşanabilmektedir.

İfade ve örgütlenme özgürlüğü konusunda Türkiye Ulusal AIDS Komisyonu tarafından belirlenen AIDS’in önlenmesinde insan hakları ve kamu özgürlüklerinin korunmasına yönelik temel ilke aşağıda belirtilmiştir:

UAK İlke 31 – HIV pozitif insanları destekleyen, dayanışma grupları ya da eşcinsel örgütlenmeler gibi kulüp ya da örgütlenmelerin faaliyetleri askıya alınamaz ya da durdurulamaz.





5.7.   REHBER 7: Yasal Destek Hizmetleri
Devletler, HIV’den etkilenen kişilerin hakları konusunda eğitilmeleri için hukuki hizmet desteğini desteklemeli, kişilerin bu haklarını kullanabilmeleri için ücretsiz hukuk hizmeti verilmesini sağlamalı, HIV’le ilişkili hukuki konularda uzmanlığın gelişmesini desteklemeli ve koruma için mahkemeler dışında Adalet Bakanlığı ofisleri, ombudsmanlık, sağlıkla ilgili şikayet birimleri ve insan hakları komisyonları gibi diğer mekanizmaları devreye sokmalıdır.

5.7.1.     Türkiye’de Durum
Türkiye’de hukuk ve ceza davalarında karşılıksız hukuki yardım da bulunmak üzere avukat atanması sistemi düzenlenmiştir. Kural olarak hukuk yargılamasında tarafların kendilerini bir avukatla temsil ettirmek zorunluluğu bulunmamaktadır. Yurttaşlar her aşamada doğrudan dava açabilir, yargılamaya katılabilir yani davacı ve davalı olabilir. Bunun hiçbir istisnası bulunmamaktadır. Ceza yargılaması ise farklılık gösterir. Şüpheli/sanık bakımından ve suçlama bakımından zorunlu müdafilik sistemi sözkonusudur. Ayrıca yargılama sırasında yargılama giderlerinden bağışık olma bakımından da adli yardım sistemi düzenlenmiştir. Sonuç olarak HIV tanısı almış kişiler koşulları uygun olduğunda veya gerekli koşulları taşıdığında bu sistemden yararlanabilecektir. Hasta hakları ve HIV tanısı alan kişilere özgü başka ve özel bir düzenleme bulunmamaktadır.
Hasta hakları ve HIV tanısı almış bireylerin gereksinim duydukları alanlarda, duruma özgülenmiş spesifik özel destek sisteminin bulunmayışı bazı sorunları beraberinde getirmekte ve bazen adalete ulaşmanın başlangıcında, başvurucu için caydırıcı etkide bulunmaktadır.
ADLİ YARDIM
Adli yardımın amacı, bireylerin hak arama özgürlüklerinin önündeki engelleri aşmak ve hak arama özgürlüğünün kullanımında eşitliği sağlamak üzere, avukatlık ücretini ve yargılama giderlerini karşılama olanağı bulunmayanların avukatlık hizmetlerinden yararlandırılmasıdır.
HUKUK DAVALARINDA ADLİ YARDIM:
1-Avukatlık Ücretinden Muafiyet:
Türkiye Yasalarına göre adalete ulaşım için birden fazla yasada düzenleme bulunmaktadır.
1- Avukatlık Kanunu, Adli Yardım Yönetmeliği ve Adli Yardım
1136 sayılı Avukatlık kanunu md.176 ya göre, avukatlık ücretlerini ve diğer yargılama giderlerini karşılama olanağı bulunmayanlara avukatlık hizmetli sağlanacağını belirtmektedir.
Bu hizmet barolarda oluşturulan adli yardım bürosu tarafından yürütüleceği md.117.de açıklanmıştır.
Adli yardım istemi, hizmetin görüleceği yer adli yardım bürosuna ve temsilciliklerine yapılır. Başvurularda, adli yardım başvuru formu doldurulur ve adli yardım esas defterine kaydedilir.(Yönetmelik md.5)Adli yardım bürosu ve temsilcilikleri, istem sahibinden gerekli bilgi ve belgeleri ister, istemin haklılığı konusunda uygun bulacağı araştırmayı yapar, gerektiğinde karar verir. İstek reddedilir ise yazılı veya sözlü olarak baro başkanına tebliğden itibaren onbeşgün içinde başvuru yapılabilir. Başkanın 7 gün içinde vereceği karar kesindir.(md.178)
Adli Yardım isteğinin kabulü halinde bir veya birkaç avukat görevlendirilir. Görevlendirilen avukat, md.179 a göre görev yazısının kendine ulaşmasıyla, avukatlık hizmetlerini yerine getirmek yükümlülüğü altına girer.
Adli yardımla görevlendirilen avukata, görevlendirmeye konu iş için asgari ücret tarifesinde gösterilen maktu ücret peşin ödenir. (Yönetmelik md.7)
Bu yükümlülük, ilgilinin gerekli belge ve bilgileri isteğe rağmen vermemesi veya vekaletname vermekten kaçınmasıyla sona erer.
Ayrıca görevlendirilen avukat da bu işi yapmaktan çekinmek isterse görevin kendisine bildirildiği tarihten itibaren onbeş gün içinde o işin tarifede belirlenen ücretini baroya ödemek zorundadır.
2-Yargılama aşamasında yargılama giderlerinden muafiyet
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu(no:1086)
İddia ve savunmada veya tedbir kararı başvurularında haklı olduklarını delillerle belirtenler, eğer kendisi veya ailesini önemli bir zorunluluğa düşürmeden gerekli olan masrafı tamamen veya kısmen ödemeden yoksun ise yargılama giderlerinden muaf tutulabilir. )Md: 465)Yabancılar karşılıklılık varsa bu olanaktan yararlanabilirler.
Yargılama giderlerinden muafiyet içinde şunlar bulunur:(md.466)
1-Yargılama
2-Tanık ve bilirkişi masrafı
3-Teminat muafiyet
4-Tebligat gideri ve masraf
5-Ücreti sonradan ödenmek üzere vekil temini
6-İcra harç ve zorunlu giderler
7-Pul gideri   

Yargılama giderlerinden muafiyet için istek yazılı ve sözlü yapılabilir. Yoksulluğu belgelemek için belediye den veya ihtiyar heyetinden kişinin uğraşısı, sıfatı, malvarlığı, vergi miktarı ve ailesinin durumu nedeniyle yargılama gideri karşılamaya gücü olmadığı belirtilir.(md.467)
İsteğin reddi kesindir.(md.469)
İsteğin olmadığı veya sebebinin ortadan kalkması üzerine adli yardım kararı kaldırılır.(md.470)
Adli Yardım isteyen yargılamada haklı çıkarsa yapılmış olan masraf öncelikle tahsil edilir.(d.471)Adli Yardım isteyen vekille temsil edilmişse ücreti de karşı taraftan tahsil edilir.
(md.472)






CEZA HUKUKU AÇISINDAN HUKUKİ YARDIM ALMA HAKKI ve MÜDAFİLİK KURUMU

Hukukumuzda bir avukattan hukuki yardım almak, yasal olanaklar şüpheli veya sanık bakımından bir hak olarak tanımlanmıştır. Bu hak, kişinin suç isnadı veya hürriyetinden yoksun bırakıldığı anda başlar ve her aşamada devam eder.
Bu hak hazırlık aşamasında ve yargılama aşamasında yasa gereği resên dikkate alınır. Bazı durumlarda ise yasal zorunluluktur. Çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir

Hukuki yardım denince ilk önce bir avukattan yardım alma hakkı anlaşılsa bile geniş anlamda kişinin bir müdafi tayin hakkını kullanmak için ekonomik durumu uygun değil ise ücret ödemeden bir avukat tayini isteme hakkı da bu kapsamda değerlendirilmelidir.

Şüpheli veya sanığın hukuki yardım alma hakkı, aynı zamanda savunma makamının da güçlendirilmesi anlamına da gelmektedir.

5271 sayılı Ceza Mahkemeleri Kanununa göre:

1-Şüpheli veya sanıkların hukuki yardım alması:
Şüpheli veya sanık, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin yardımından yararlanabilir; kanuni temsilcisi varsa, o da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebilir.(md.149/1)
Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.( md.149/3)
Müdafiin görevlendirilmesiMADDE 150.- (1) Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.
(2) Şüpheli veya sanık onsekiz yaşını doldurmamış ya da sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olur ve bir müdafii de bulunmazsa istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.(md.150/1)
Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.( md.150/2)
Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır. (md.150/3)
Müdafi, soruşturma evresinde dosya içeriğini inceleyebilir ve istediği belgelerin bir örneğini harçsız olarak alabilir.( md.153/1)
Müdafiin dosya içeriğini incelemesi veya belgelerden örnek alması, soruşturmanın amacını tehlikeye düşürebilecek ise, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine, sulh ceza hakiminin kararıyla bu yetkisi kısıtlanabilir. .( md.153/2)
Yakalanan kişinin veya şüphelinin ifadesini içeren tutanak ile bilirkişi raporları ve adı geçenlerin hazır bulunmaya yetkili oldukları diğer adli işlemlere ilişkin tutanaklar hakkında, ikinci fıkra hükmü uygulanmaz.( md.153/3).
(4) Müdafi, Cumhuriyet Savcılığınca iddianamenin mahkemeye verildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir.Müdafi, iddianamenin mahkeme tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına alınmış delilleri inceleyebilir; bütün tutanak ve belgelerin örneklerini harçsız olarak alabilir. .( md.153/4).
Bu maddenin içerdiği haklardan suçtan zarar görenin vekili de yararlanır (md.153/5).
Müdafi ile görüşme
Şüpheli veya sanık, vekaletname aranmaksızın müdafii ile her zaman ve konuşulanları başkalarının duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Bu kişilerin müdafii ile yazışmaları denetime tabi tutulamaz.( md.154/1)
Müdafiin görevlendirilmesinde usul
150 enci maddede yazılı olan hallerde, müdafi;
a) Soruşturma evresinde, ifadeyi alan merciin veya sorguyu yapan hakimin istemi üzerine,
b) Kovuşturma evresinde, mahkemenin istemi üzerine,
Baro tarafından görevlendirilir.(md.156/1)
Yukarıda belirtilen hallerde müdafi soruşturmanın veya kovuşturmanın yapıldığı yer barosunca görevlendirilir. .(md.156/2)
Şüpheli veya sanığın kendisinin sonradan müdafi seçmesi halinde, baro tarafından görevlendirilen avukatın görevi sona erer. .(md.156/3)
2-Mağdurun Hukuki Yardım alması:
5271 sayılı Kanunun 234/3 e göre; mağdur ile şikayetçi, vekili yoksa, baro tarafından kendisine bir avukat görevlendirilmesini isteme hakkına sahiptir.

Mağdur, on sekiz yaşını doldurmamış, sağır veya dilsiz ya da meramını ifade edemeyecek derecede malul olur ve bir vekili de bulunmazsa, istemi aranmaksızın bir vekil görevlendirilecektir (234/2.).

Bu hak hem soruşturma hem de kovuşturma aşamasında da geçerlidir.











HIV’le Yaşamak Ve İnsan Hakları Çalıştayı
10-11 Aralık 2007, Ankara

Küresel Fon ve T.C. Sağlık Bakanlığı HIV/AIDS Önleme ve Destek Programı kapsamında 10-11 Aralık 2007 tarihlerinde Ankara’da sivil toplum ve kamu kurumlarının katılımıyla gerçekleştirilen çalıştayda bu metin üzerinden yapılan dört ayrı grubun çalışmasının sonuçları aşağıda sunulmuştur:
Grup 1
Ulusal Yapılar
İnsan Hakları izleme mekanizması
Uluslar arası işbirliği
Çalışma Yaşamı

Katılımcılar
      SB Temel Sağlık - Peyman Altan
      SB Bilgi İşlem - Murat Güler / Beti Gül
      SSK - Cenap Yıldırım
      UN-AIDS - Ela Aktürk
      UN-FPA - Gökhan Yıldırımkaya
      CYBH-DER - Güneş Tomruk
      Pozitif Yaşam Derneği - Nejat Ünlü
      Sağlık Hakkı Derneği - Süleyman Anıl
ÖNERİLER:
Ulusal AIDS Komisyonu (UAK)
  • Temel görevleri
      İzleme- Değerlendirme – Raporlama – Denetleme
      Veri Toplama (Veri bankası)
      İstişare (Yerel ve Merkezi)
      Karar Mekanizmalarında yer alma
  •  Bakanlıklar arası koordinasyonu sağlamalı,
  •  Tüm yapıların üzerinde yer alacak yetkiye sahip olmalı (Örn RTUK)
  •  Denetleme yetkisi olmalı
Ne yapılmalı?
  • UAK’nın yasal yapısı tanımlanmalı ve yasal güçlere sahip olmalı. Bu amaçla bir tüzük hazırlanmalı ve Bakanlar kuruluna sunulmalı. Bu çalışmayı yürütmeyi ve sunmayı Sağlık Bakanlığı yapmalı.
  • Meclis’de platformlar, komisyonlar kurulmalı ve bu komisyonlarda UAK daimi üye yapılmalı,
  •  Var olan çekirdek grubun dışında; insan hakları ihlallerini izleme, izleme-degerlendirme-raporlama, tedaviye ve ilaca erişimi izleme konuları gibi konularda çekirdek gruplar kurulmalı.
  • UAK’nın kendisine ve bu cekirdek gruplara STK katılımı kolaylaştırılmalı
Toplumsal Ortaklıkların Desteklenmesi
  1. HIV/AIDS’e yönelik politikaların saptanması, programların uygulanması ve değerlendirme çalışmalarına toplum katılımını sağlamak için ülkemizde ne tür yapılar/mekanizmalar/kurumlar oluşturulmalıdır?
  2. Devlet STK’lara hangi yollardan mali kaynak sağlayabilir?
  3. STK’ların kapasiteleri nasıl artırılabilir?
  4. STK’ların hukuk, etik ve insan hakları alanları dahil olmak üzere etkinlikte bulunabilmelerine hangi yollardan olanak sağlanabilir?
  5. Halihazırda varolan yapılar nasıl güçlendirilebilir?
STK’ların Desteklenmesi
  • Belediye kanununda bulunan STK’lara kaynak ayrılması ile ilgili idari düzenlemeler yapılabilir,
  • Alanda çalışan derneklerin birlik, ağ, platform gibi oluşumlar oluşturmasına yardımcı olup seslerinin daha yüksek çıkmasına yardımcı olunabilir,
  • Bu oluşumlara veya STK’ların kendilerine insan kaynağı, fiziksel mekan, eğitim ve kapasite geliştirme destekleri kamu tarafından verilebilir,
  • Stopaj, vergiden muafiyet veya bağışların vergiden muafiyeti sağlanabilir,
  • Kamunun ulusal ve uluslararası donörlerden sağladığı kaynakları STK’lara aktarabilir ve/veya onlar adına akredite edebilir
İnsan Hakları izleme mekanizması
İzleme Mekanizması Olmadığı İçin, Herhangi Bir Bildirim Yapılmamaktadır.
Oysaki Barolar gibi bağımsız birimler veri toplamaktadır ve yayımlamaktadır. UAK’nın bu verileri toplaması ve değerlendirilmesi için yetkilendirilmesini önermekteyiz.



Uluslararası işbirliği
Yasal mekanizmalar var ancak uygulamalarda sorunlar var. Yasalarda bu ilişkilerin geliştirilmesi için bir engel yok ama pozitif destek / ayrımcılık gerekmektedir.

Çalışma Yaşamı
  1. İş başvurularında HIV testinin zorunlu tutulmasının engellenmesi için mevzuat yeterli midir?
Test yaptırmayı engelleyen herhangi bir mevzuat, mekanizma veya yasa yoktur. Oysa 1981 yılında Avrupa Komisyonu Kişisel Verilerin İşlenmesi Sözlemesi imzalanmıştır. Bu sözleşme için düzenleme yapılmasını önermekteyiz.
  1. Bazı meslekler (askerlik, seks işçileri, turizm endüstrisi benzeri meslekler) için HIV testinin zorunlu tutulması için mevzuat yeterli midir?
      Hayır değildir.
  1. Kan / beden sıvıları ile yoğun temasın olduğu iş yerlerinde evrensel korunma yöntemlerinin uygulanmasına yönelik mevzuat mevcut mudur?
      Evet vardır.
  1. HIV pozitif çalışanlar için iş yasaları:
    • Çalışabilir durumda olduklarında iş garantisi,
      Yoktur.
    • Çalışamaz durumda olduklarında sosyal güvenlik yardımı sağlıyor mu?
Yürürlükteki yasaya göre 1800 gün, yeni yasaya göre ise 3600 gün pirim ödeyen herkes emekli olabilmektedir. HIV/AIDS özelinde bazı iyi leştirmeler önerilebilir.

  1. İş yasaları çalışanların HIV durumlarının gizliliğini sağlayacak önlemler içeriyor mu?
      Hayır.

  1. İş kazası sonucu HIV bulaştığında çalışanlara tazminat söz konusu mudur?
Tazminat vardır ama genel bir tazminat anlayışıdır. HIV/AIDS özelinde düzenleme yapılabilir.
  1. HIV/AIDS’le bağlantılı meslekler için geliştirilmiş HIV/AIDS Yönergeleri (codes of practice) mevcut mudur?
      Sadece kayıtlı seks çalışanları için vardır.
      Herhangi bir sebeple HIV testine şahıslar zorlanmamalıdır, bu durumun önüne geçilecek düzenlemeler yapılmalıdır.
      Yeni İş ve Sosyal Güvenlik Yasalarının HIV/AIDS açısından acilen incelenmesi gerekmektedir. (inceleme sırasında HIV konusuna duyarlı yaklaşılması gerekliliğinin altı çizilmiştir.)
      Yasal düzenlemeler gereklidir ve çok önemlidir. Ancak sosyal yönü ağır olan HIV/AIDS gerçeğinde toplumsal duyarlılığı ve ayrımcılığın ortadan kalkmasını ancak bilgilendirme çalışmaları ile gerçekleştirmek mümkündür. Eğitimin önemi bir kere daha grubumuzca vurgulanmaktadır.

GRUP 2
Ceza Yasaları
 Ceza İnfaz Sistemi
Yasal Destek
Ayrımcılık Karşıtı ve Koruyucu Yasalar

Katılımcılar:
         Şevki Sözen                (İ.Ü.T.F.) Adli Tıp
         Gonca Parlak              (İçişleri Bak.) EGM
         Hakan Erdem              (GATA) Enf. H.
         Arzu Kaykı                  (PYD)
         Destina                        (Pembe Hayat)
         Barış Sulu                    (KAOS GL)
         Habibe Kayar              (PYD)
         Hakan Umut                (Adalet Bak.) CTEGM
         Gürkan Sert                 (M.Ü. T.F.) Deontloji

Virüs Bulaştırma Fiili
         Kasten ya da ihmalle yaralama suçu oluşturmaktadır. TCK m.86 vd.
Maddenin bu şekilde düzenlenmesi yeterlidir. Ek herhangi bir düzenlemeye ihtiyaç yoktur.

Enjektör Değişim Programları ve Yasalar
         Uyuşturucu suçları kapsamındaki içerik bu gibi eğitim programlarının yürütülmesi açısından engeller içermektedir.
         Uyuşturucu kullanan kişilere sağlık hizmeti sunulması sürecinde gizlilik ilkesinin öncelikli olması ve başvurucuların iğne değişimi programlarına yönlendirilmesi sağlanmalıdır.
          Tedavi danışmanlık ve eğitim hizmetleri gizlilik çerçevesinde oluşturulmalıdır.

SEKS İŞÇİLİĞİ
         TCK çerçevesinde seks işçiliği suç oluşturmaz. Fuhşa teşvik ve zorlama suçtur.
Ancak uygulamada sorunlarla karşılaşılmaktadır. Seks işçiliği konusundaki düzenlemelerde genel evler dışında seks işçiliği yapanların çalışma koşulları ve kuralları ile ilgili yeni yaklaşımlar belirlenmelidir
         Transeksuel ya da heteroseksuel kadın erkek fark etmeden kayıt altına alması bunun için ulaşılabilir belirli bir yer tahsis edilmesi vergilendirilmesi gerekmektedir.
         Kolluğun ve sağlık personelinin keyfi davranışlarının önlenmesi için polislerin ve hatta sağlık çalışanlarının eğitilmesi gerekiyor.
         Sosyal güvencenin sağlanması seks işçilerinin sağlık hizmetlerinden gerektiği gibi yararlanmalarını sağlayacaktır.
         HIV tanısı alan seks çalışanlarının ve bunlara ait bilgilerin ifşası ile uygulamada karşılaşılmaktadır. Bu yaklaşım kamuya yarar sağlamadığı gibi yasa dışı bir yaklaşımdır.
ZORUNLU TESTLER
         Herkesin aydınlatılmış onamı alınarak HIV testi yapılması gerekir.
         Bunun dışında yapılan her türlü uygulamaya kötüye kullanımdır.
         Cezaevlerinde de bunun uygulanması gerekir.  İster cezaevinde olsun ister orduda gizlilik ilkesinin eşit kullanılması gerekir.
         HIV pozitif olduğu belirlenen kişinin sağlık hizmetinden yararlanarak tıbbi durumuna göre tutukluluğu devam ettirilebilir.
ARŞİV ve KAYITLARIN GİZLİLİĞİ
         TCK kapsamında özel hayatın gizliliğini ihlal suç oluşturmaktadır.
         Özellikle sağlık hizmetlerinde özel hayatın gizliliğini sağlayacak uygulamalara yönelik duyarlı düzenlemelere ihtiyaç vardır.
YARGILAMA SÜRECİNDE GİZLİLİK
         HIV le yaşayanlar açısından sorunlar getirebilen yargılama sürecindeki açıklık konusunda gizlilik ile ilgili uygulamaya yönelik düzenlemelere yer verilmeli ve HIV le yaşayanlar açısından sakıncalar giderilmelidir.
CEZA İNFAZ KURUMLARI
         Ceza ve İnfaz Kanunu ve uygulama tüzüğü genel olarak sağlık hakkına ilişkin düzenleme yapmıştır. Fakat HIV e ilişkin özel bir düzenleme yoktur.
         Gizlilik hakkının özel olarak vurgulandığı bir çalışma yararlı olacaktır.
         Yine hükümlülerin, damariçi madde kullananları ve hükümlüler arasındaki olası cinsel ilişkilerde HIV bulaşının önlenmesine ilişkin eğitim ve programların yürütülmesi gereklidir.
Grup 3
Halk Sağlığı Mevzuatı , Önleme, Tedavi, Bakım ve Desteğe Ulaşım, Araştırma
KATILIMCILAR:
  1. Sağlık Hakkı Hareketi Derneği (Mustafa Sütlaş)
  2. Hasta Yakınları Derneği (Ümit Erdem)
  3. Marmara Tıp Deontoloji (Şefik Görkey)
  4. SB Tedavi Hiz. Genel Md. Gn. Md. Yrd. (Mehmet Kaymakçı)
  5. SB İlaç ve Eczacılık (Sevim Evrenosoğlu)
  6. SB Tedavi Hiz. Egitim Hastanesi ve Özel Dal koordine Şb Md. (Ersin Kayaaltı)
  7. Refik Saydam HS Merkez Başkanlığı (Tülay Yalçınkaya)
  8. SHÇEK (Füsun Alpay)

Halk Sağlığı Mevzuatı Hakkında

Yasal düzenlemeler konusunda iki seçenek tartışıldı:
a)      HIV+ için özel düzenleme
b)      Mevcut yasalarda HIV+’le ilgili özel düzenlemelerin yapılması,
Füsun Alpay: (a) seçeneğini yapmak daha doğrudur.
Mehmet Kaymakçı: Bence de (a) seçeneği uygundur, ancak ayrı kanun yapmak sorunludur.
Şefik Görkey: (a) seçeneği uygundur, (b) seçeneğini uygulamak yapılması da zor bir iştir.
Füsun Alpay: Siyasi irade isterse yapabilir.
Ersin Kayaaltı: Ayrı yasa çıkarılması, çelişkilerin giderilmesi bakımından mevcut yasaların gözden geçirilmesi işini ortadan kaldırmaz.
Ümit Erdem: Ayrı yasa yapılması hukuk mantığı açısından uygun değildir. Hastalık adına özgü kanun yapmak çok uygun değildir.
Mustafa Sütlaş: HIV+’le ilgili eksikliklerin nedeninin yasalardan kaynaklanıp kaynaklanmadığını ortaya koymak gerekir, yasaların hepsi bu gözle gözden geçirilmelidir. Ayrı bir yasa sorunu çözmeyecektir. Mevcut yasaların doğru uygulanması gereklidir.
(Sonra HIV+’in uygulamada sorun olan ve hasta hakkı ihlâllerine yol açan değişik noktaları tartışıldı ancak bir uzlaşmaya varılmadı.)

Öneriler:
-         HIV’le ilgili yaşanan tüm sorunları bu konuda uluslar arası insan haklarına ilişkin sözleşme, anlaşma vb. hukuki metinler(UNAIDS, UNICEF, Avrupa Konseyi, DSÖ, DTB. Vb. örgütlerin kaleme aldığı) göz önüne alınarak;çözecek yeni bir yasa yapılması
-         Hasta Hakları Yönetmeliğinin “kanun haline getirilmesi” soruna bir çözüm oluşturabilir.
-         Mevcut yasaların HIV’in özellikleri ve bu konuda uluslar arası insan haklarına ilişkin sözleşme, anlaşma vb. hukuki metinler(UNAIDS, UNICEF, Avrupa Konseyi, DSÖ, DTB. Vb. örgütlerin kaleme aldığı) göz önüne alınarak; güncellenmesi ve işler hale getirilmesi sağlanabilir.
-         Yasal düzenlemelerin HIV’de ortaya çıkan sorunları çözecek şekilde işletilmesi gerekir.

Genel Çalışma Soruları

Madde 4: Geliştirilen öneriler hakkında:
Öneriler konuyla ilgili tüm kurumların (hizmeti verenler, onların örgütleri, akademik kurumlar, hastalar, hasta yakınları ve onların her türden örgütlenmeleri, sivil toplum örgütleri, alana özgü bilimsel ve uzmanlık dernekleri, hizmetin finansmanıyla ilgili kurumlar, bu alandaki uluslar arası örgütler) aktif katılımlarıyla gerçekleştirilmelidir.
Önleme, Tedavi Bakım ve Desteğe Ulaşım:
Tüm sağlık hizmetleri ve hastalıkların tanısı tedavisi “sosyal devletin” güvence altına aldığı,  anayasada tanımlanan “yaşama hakkı”nı bütünleyen temel bir haktır.
HIV/AIDS’le yaşayanların hastalığın getirdiği ayrımcılık da göz ardı edilmeden, hasta olmalarından kaynaklanan, bu hakların gerektirdiği tüm hizmetlerden, herhangi bir ayrımcılığa maruz kalmaksızın, eksiksiz bir şekilde ve eşit olarak yararlanması gereklidir.
Zorunlu Test Uygulaması:
HIV/AIDS testlerinin aydınlatılmış onam temeline dayandırılmış olması gerekir. Zorunlu test uygulamalarının kaldırılması uygun görülmüştür.
Mustafa Sütlaş’ın ek itirazı:
  1. Kaynağını herhangi bir yasadan ya da yasa hükmünde uluslararası bir mevzuattan almayan, hiçbir emir, genelge veya uygulamanın, hiçbir gerekçeyle yapılmaması gerekir. Bu bağlamda “Zorunlu test” uygulamaları dayanaksız dolayısıyla uygulanamaz bir  durumdur.
  2. Hiçbir tıbbi işlem, hastanın yararı ve tıbbi gerekirlik olmaksızın kendi isteği söz konusu olsa bile, bir tıbbi uygulama olarak gerçekleştirilemez. Dolayısıyla HIV testlerinin danışmanlık verilerek ve aydınlatılmış onam alınsa bile yapılması mümkün değildir.

Tıbbi Araştırmalar:
İnsan üzerindeki araştırmalardaki temel etik ilkeler, kuşkusuz HIV/AIDS’le ilgili araştırmalar için de geçerlidir.

Grup 4

Kadınlar, çocuklar ve diğer incinebilir gruplar
Toplumsal örgütlenmenin desteklenmesi; İfade ve örgütlenme özgürlüğü
Eğitim, öğretim ve medya

            Katılımcılar:
n  PODER – M. Ali
n  TAPV – Anahit Coşkun
n  Lambda Istanbul – Belgin Çelik
n  ICC – Adem Arkadaş
n  PYD – Çiğdem Şimşek
n  MEB Talim Terbiye – Füsun Köksal
n  Diyanet İşleri  Başkanlığı– Muhlis Akar
n  SHÇEK – Yusuf Kara
n  Kültür ve Turizm Bakanlığı– Fatih Büyükerdal
n  Gençlik ve Spor Genel Müdrülüğü– Dr. Sedef Doğusoy

Mevcut sorunlar / öneriler
q  Doğru bilgiye (uzm kişi), zamanında ulaşma
n  Bilgilerde minimum standartların sağlanması; söylemlerin tutarlılığı, ortak söylemler
n  Bilgi entegrasyonu
n  Her kurumun (hükümet ve hükümet dışı) çalışmalarına HIV/AIDS i eğitim programlarına dahil etmesi
n  Örgün – yaygın eğitim kapsamında yer alması
n  Hedef gruplar ve gereksinimleri doğrultusunda sade/anlaşılır bir dil kullanma / sadeleştirme
n  Toplumun değerlerini, insan hakları değerleriyle temellendiren yaklaşımla verme
n  Mevcut yanlış algının (eşcinsel hastalığı, ölümcül bir hastalık vb..) değiştirilmesini sağlama,
n  Hastalığın bulaşma nedenleri / kronik bir hastalık olduğunun vurgulanması / görsel materyaller yapılması
q  Eğitim ve öğretim (İnsan hakları, toplumsal cinsiyet, eşitlik, ayrımcılığı önleme, farklılıklara saygı, cinsel yönelimler, HIV/AIDS)
n  Anne- baba eğitimi / kadınlar-erkekler
n  Örgün eğitim
n  Okul öncesi, ilköğretim, lise
q  Eğitimin erken yaşlardan başlaması, “Sağlık Bilgisi” dersi ve ilgili ders kitaplarının güncelleştirilmesi / aktif ve katılımcı yöntemler-etkinlikler (toplumsal cinsiyet, HIV/AIDS, hoşgörü) akran eğitiminin önemi
q  Demokrasi ve insan hakları eğitimi etkinlikler havuzun çeşitlendirilmesi
n  Üniversitede yaşam becerileri eğitimi (insan hakları, HIV/AIDS, hasta hakları)
n  Öncelikli meslek gruplarına (sağlık çalışanları, eğitim, hukuk, sosyal hizmet,  psikolojik rehberlik ve danışmanlık, güvenlik güçleri vb..) mezuniyet öncesi temel insan hakları ve HIV/AIDS eğitimi
n  Eğiticilerin eğitim / hizmet içi eğitimlerle desteklenmesi, hizmet niteliğinin artırılması, sürdürülebilirlik/ Eğiticileri yetiştirirken
(etkin yöntem, konuyu içselleştirme, davranışa dönüştürme…)
q  Eğitim ve öğretim (İnsan hakları, toplumsal cinsiyet, eşitlik, ayrımcılığı önleme, farklılıklara saygı, cinsel yönelimler, HIV/AIDS)
n  Yaygın eğitim
n  Sorumlu kurumlar
n  Belediye yaygın eğitim modeli (İSMEK, KSM….)
n  MEB çıraklık yaygın eğitim, HEM
n  Gençlik Spor Genel Müdürlüğü (akran eğitimi, antrenör eğitimi)
n  Kültür ve Turizm Bakanlığı (otel çalışanları bilinçlendirme/ kondom)
n  SHCEK yuvaları (ADOREP projesi)
n  Hükümlüler
n  Toplum önderleri-liderleri
n  İmam
n  Muhtar
n  Lider kadın
q  Özel gruplar
n  Seks işçileri
n  Eskiden sunulan sağlık hizmeti (sağlık güvencesi) yokluğu sonucu HIV/AIDS kontrol yetersizliği tehlikeyi artırıyor
n  Gizli /kontrol edilemeyen fuhuş artıyor ve sonuçta HIV/AIDS tehlikesi tırmanıyor
n  Prezervatif dağıtımı ve çifte standart- devlet eliyle dağıtıldığı halde polis, fuhuş yapıldığı iddaasıyla (suç unsuru)prezervatif taşıyanları gözaltına alabiliyor, savcılığa şüpheli olarak suç duyurusunda bulunuyor 
q  Medya (kısa erimli çözüm)
n  HIV/AIDS ile ilgili doğru mesajlar verilmesi
n  HIV/AIDS’in belli cinsel yönelimler ya da meslek gruplarına ait olmadığı
n  Ölüm imajının kırılması-ürkütme/korkutma
n  Olumlu imajların güçlendirilmesi
n  Web sayfalarının doğru tasarımı
q  Savuculuk, izleme değerlendirme, denetim
n  STK lar
n  Uluslararası insan hakları izleme mekanizmalarının kullanılması (Medeni Siyasi Haklar Komitesi, Ekonomik Sosyal Kültürel Haklar Komitesi, Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığı Ortadan Kaldırma Komitesi, Çocuk Hakları Komitesi)
n  Periyodik raporlara, alternatif raporlar ile müdahale etme
n  Düzenli olarak izleme değerlendirme sistemlerinin güçlendirilmesi
n  Kamu denetçiliği mekanizması (ombuds kurumları)
n  Bağımsız izleme mekanizması (Paris prensipleri üzerinden)
n  HIV/AIDS grubunun olması
n  Ayrımcılığı önleme grubunun olması
Politika yapıcıları ve karar vericiler düzeyinde farkındalık yaratma, duyarlılık arttırma ve savunuculuk çalışmaları
q  Mevcut yasalar,ama daha da önemlisi uygulamadaki ihlallerle baş etme
q  Ulusal AIDS Komisyonunun güçlendirilmesi, yasal bir kimlik kazanması
q  STK lar arası bir network oluşturma
q  Mevcut komisyonlara katılımcılar açısından istikrar ve devamlılık
q  Uluslararası İnsan Hakları Hukuku
n  Anayasanın 90. maddesi – uluslararası hukukun üstünlüğü
n  İnsan hakları temelli yaklaşım ve hak dilinin kullanılması
n  Cezasızlık kültürünün kalkması





































EK: 10-11 Aralık 2007 Tarihlerinde Ankara’da Düzenlenen HIV’le Yaşamak ve İnsan Hakları Çalıştayına Katılan Kurumlar

Pozitif Yaşam Derneği
Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hzm. Gn. Md.
PODER
SB İlaç ve Eczacılık Genel Md
İKGV
SB Tedavi Hiz. Egitim Hastanesi ve Özel Dal koordine Şb Md.
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi
SB Tedavi Hiz. Gn. Md. Hasta Hakları Şb. Md.
Pembe Hayat
Milli Eğitim Bakanlığı Sağlık İdaresi Daire Başkanlığı
Kaos GL
Milli Savunma Bakanlığı/GATA
Lambda İstanbul
Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Gn. Md.
Türkiye Aile Planlaması Vakfı
Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Gn. Md.
HAYAD
MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Kültür ve Turizm Bakanlığı
Sağlık Hakkı Hareketi Derneği
Sosyal Hizmet ve Çocuk Esirgeme Kurumu
Türkiye Kızılay Derneği
Sanayii ve Ticaret Bakanlığı
Uluslar arası Çocuk Merkezi
Refik Saydam HS Merkez Başkanlığ
CYBH-DER
Diyanet İşleri Başkanlığı
UNAIDS
İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü Sağlık İşleri Daire Bşk
UNFPA
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü

Başbakanlık Sosyal ve Kültürel İşler Başkanlığı

Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü

SGK/SSK



[1] UNAIDS, Aralık 2007
[2] Ulusal AIDS Komisyonu: AIDS’in Önlenmesinde İnsan Hakları ve Kamu Özgürlüklerinin Korunması. Düzenleyen: Çokar M., İnsan Kaynağını Geliştirme Vakfı, İstanbul, 1999.
[3]E/CN.4/1997/37.
[4] Toplum örgütü terimi, sivil toplum kuruluşları, sendikalar, meslek örgütleri, tüzel kimliği olmayan platform, girişim, forum gibi yapıların tümünü içerecek biçimde kullanılmıştır.
[5] R.G.’de yayın, 06.02.1997
[6]European Standards on Confidentiality and Privacy in Healthcare, Queens University Belfast. ; European Guidance for Healthcare Professionals on Confidentiality and Privacy in Healthcare, Queens University Belfast. ; Sağlık Çalışanları İçin Sağlık Hizmetinde Gizliliğe ve Mahremiyete İlişkin Avrupa Rehber Kuralları çev. Tolga Güven.
[7] DEMİRCAN Yusuf Tunç Yasalarda HIV/AIDS İle İlgili Durum Analizi Yapılması Raporu

[8] DEMİRCAN Yusuf Tunç Yasalarda HIV/AIDS İle İlgili Durum Analizi Yapılması Raporu

[9] Yargıtay kararı( 9. HD  <> E: 2006/3213 <> K:2006/5521 <> Tarih: 06.03.2006 ).
[10] DEMİRCAN Yusuf Tunç Yasalarda HIV/AIDS İle İlgili Durum Analizi Yapılması Raporu
[11] DEMİRCAN Yusuf Tunç Yasalarda HIV/AIDS İle İlgili Durum Analizi Yapılması Raporu

Yorumlar